Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lütfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (Celle Celaluhu)’a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve O’nun yolunu izlemeye çalışan ümmetinin üzerine olsun.
Anlatarak öğretmek ile yaşayarak öğretmek arasındaki korkunç fark.
Bizler bu dini kitaplardan öğrendik, bizden sonrakiler yaşantıdan öğrensinler. Kitaplar teori olarak bizlere sunar. Herkes fedakarlık, sabır, infak, kardeşlik vs. alakalı bir şeyler okumuş olabilir, ama canlı yaşayan insanlar kadar etkili olamazlar. Bazı alimlerin hayatlarını ve kitaplarını okuduğumuzda çok etkileniyoruz, çünkü onlar yaşadıklarını yazıyorlar, yazdıklarını yaşıyorlardı. Onlar ile aynı ortamda yaşadıklarına şahit olmak tabi ki daha da etkili olurdu.
Evet, sahabe döneminde, İslam’ın kısa surede yayılıp benimsenmesinin en önemli sebeplerinden biri de diliyle anlattıklarını yaşantılarına yansıtmalarıydı. Oysa bugün yaşayan az, lakin anlatan çok var. İnsanlar o dönemde İslam’a ısınıyordu, bugün ise insanlar İslam’dan soğuyorlar.
Allah(Celle Celaluhu)’ın rızasını kazanmak ve Cennete girmek için kesinlikle bir fedakarlık yapılması gerektiğini herkes bilmektedir ve yeri geldiğinde de itiraf edilmektedir. Ama maalesef itiraf edenler çok, bunu gerçekleştirenler ise azdır. O yüzden itiraflar veya anlatımlar çok etkili olmamaktadır. Yüz kişi anlatır etkili olmaz ama bir kişi bu fedakarlığı gösterir bir çok kişi etkilenir. Babanın evlat üzerinde ki eğitimi de böyledir. Baba sadece nasihat etmekle çocuk düzelmez. Baba bir fedakarlık yaptığında, çocuk düşünür ve neden böyle yaptığını sorar. Baba da: “Allah için değmez mi, cennet için değmez mi” dediğinde çocuk üzerinde ki etkisi kesinlikle çok olacaktır.
“Sabredin” diye nasihatte bulunan bir kişi beş dakika sonra yaşadığı basit bir olay karşısında sabretmezse nasihatı ne kadar etkili olabilir ki? Yalnız sabredenlerin “sabredin” sözü daha etkili olur. Sahabelerin cenneti elde etmek için 13 sene Mekke’de türlü sıkıntılar karşısında ne kadar sabırlı olduklarını görmekteyiz.
İnfakın gizli olanı eftal iken, Müslümanlar açıktan vermeye de teşvik edilmiştir. Birileri Allah için vermeyi engellerken birileri de bunu açıktan yaparak Müslümanları hayra teşvik etmektedir. Mesele sadece malımızı değil zamanımızı da Allah için verebilmektir. Öyle kişiler var ki belki talebe yetiştirmek için, camii yaptırmak için milyonlar harcar, ama zamanından, eğlencesinden, rahatından azda olsa Allah için vazgeçemezler.
Geçenler de bir olaya tevafuk oldum. Üç kişi taksinin arka koltuğuna binerken birbirlerine “sen geç, sen geç” diyorlardı. Kimse ortaya oturmak istemiyordu. Aklıma yermük günü, “su su” diye seslenen Müslümanlar geldi. O gün bir kez daha gördüm ki mesele okumak ve bilmek değilmiş. İnancın kalbe yerleşmesi ve İslam’a göre yaşamayı ahlak edinebilmekmiş. Yermük savaşında bulunup ta o atmosferi gören insana kardeşliği anlatmaya gerek kalmaz. Çünkü o atmosfer, okumaktan daha etkili bir ortam oluşturuyor. Araba da rahatını düşünen bizler yermük günü ne yapardık sizce. Ama Allah cc müminler için – Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir. (Zariyat 55) buyuruyor. Herkes birbirine hatırlatsa herşey daha da güzel olurdu. Tabi mümine hatırlatmak fayda verir. Fayda vermiyorsa, ya mümin değildir, yada müminlik vasıflarını günahları dolayısıyla kaybetmeye başlamıştır. Kan kaybeden bir hasta gibi önce rengi solar sonra ölür.
Rabbim bizleri sahabe gibi öğrendiklerini yaşayan, yaşadıklarını öğreten kullardan eylesin. (Amin)