sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TEBETTÜL VE TEBLİĞ İLİŞKİSİ

A+
A-

Gerçekten Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah’a sığınırız.

Allah (c.c), kimi hidâyette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiş­tir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah’dan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a) Al­lah’ın kulu ve Rasûlüdür. Salât ve selâm O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun. Allah (C.C) müzemmil suresi 8.ayeti kerimelerde şöyle buyurmaktadır;

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ

Rabbinin adını an ve bütün gönlünle ona yönel. (Müzzemmil – 8)

Sözlükte “kesilmek, kopmak, uzaklaşmak” anlamına gelen tebettül kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de “kişinin her şeyden uzaklaşarak kendini tamamen Allah’a vermesi ve bütünüyle O’na yönelmesi” mânasında kullanılmıştır (el-Müzzemmil 73/8).

Burada Hz. Peygamber’e ve onun şahsında ümmetine, gündüzleri daha çok maişet temini, Kur’an’ı tebliğ, dini öğretme ve daha başka işlerle meşgul olacakları, bu tür maksatlarla koşuşturacakları; bu sebeple namaz, Kur’an okuma gibi ibadetler için gecenin daha uygun bir zaman olduğu hatırlatılmıştır.

Bundan önceki Ayet-i kerimede rabbimiz “Doğrusu biz sana sorumluluğu ağır bir söz vahyediyoruz.” (el-Müzzemmil 73/5)buyurmuştu. “Ağır söz”den maksat, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’an peygamberimiz (s.a.s.)’e vahiy yoluyla gelmiştir. Vahiy, herkesin dayanabileceği sıradan bir hal değildir. Müthiş derecede bir ağırlığı vardır. Rivayetlere göre, vahiy geldiği zaman, soğuk kış günlerinde bile Resûlullah (s.a.s.)’in mübârek yüzlerinde ter tomurcukları belirirdi. (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 2) Bir binek üzerinde iken vahiy gelse, bindiği hayvan dahi vahyin ağırlığından ön ayaklarını çökertir, yelesini yere kor, hareket edemezdi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 118) Vahiy esnasında Efendimiz’in huzurunda bulunanlar üzerine de bir ağırlık çöker, orada arı uğultusuna benzer bir ses duyulurdu. (Dârimî, Mukaddime 2)

Lafzı bile böyle ağır olan bir kelamın muhtevasının, onu anlamanın, gereğini yerine getirmenin ağırlığını tasavvur etmek gerekir. Kur’an’ı okumak kolay olsa da, onun emirlerini tam olarak yerine getirmek zordur. Fakat bunu yerine getirmenin şüphesiz mizanda sevap ve mükâfatı da ağırdır. İşte uzun uzun gece ibâdeti ve Kur’an tilavetinin, bu ağır yükleri yüklenip taşıyabilecek bir kuvvet, kabiliyet ve istidat kazanmak için bir hazırlık yapmak üzere emredildiği anlaşılmaktadır.

Buradaki ağırlığı şöyle tasavvur etmekte mümkündür; Hz. Peygamber (Sav) kuranın kendisine indirildiğinde ki yaşadığı bu ağırlığı bizler onu bütün zorluğuyla tebliğ ederken yahut onu bütün çevre baskılarına rağmen içimizde taşırken üzerimize çöken hüzün, endişe vb ruh hallerimizde hissetmekteyiz. Bu durum bazen davetçilerde ümitsizlik, karamsarlık ya da zayıflıklar hallerini doğurabilmekte tabiri caiz ise kişi yerinde çakılıp kalmaktadır. İşte bütün bu ruh hallerinden sıyrılmak tekrar umuda ve ümide sarılmak silkelenip de tebliğe devam edebilmek için rabbimiz mühim bir iksiri gece ibadet ve kıraatinde bulacağımızı bizlere bildirmektedir.Gece ibâdetinin ve kıraatinin bu bakımdan çok büyük ehemmiyeti vardır. Bu ehemmiyet 6. âyet-i kerîmede iki farklı ifadeyle beyân edilir:

Birincisi; اَشَدُّ وَطْـًٔا  (eşeddü vat’en) “tesirce daha kuvvetli”: Bu ifadeyi şöyle izah etmek mümkündür: Gece ibâdet için kalkmak ve uzun uzun ibâdet etmek insan mizacına terstir. Bu saatte insan istirahat ister. Bu yüzden bu zor iş, nefsi kontrol altına almak için çok tesirli bir gayrettir. Eğer bir mü’min, bu yolla nefsi ve bedeni üzerinde hâkimiyet sağlar ve onları Allah yolunda kullanmaya muktedir olursa, o kimse Hak dinin tebliğini dünyaya galip kılmak için daha başarılı olacaktır.

İkinci olarak, gece kalkmak, kalp ve dil arasında bir âhenk oluşturmak için çok tesirli bir vasıtadır. Çünkü gecenin bu saatlerinde kul ile Allah arasına başka bir şey giremez. Bu halde insan diliyle ne söylüyorsa kalbinin sesiyle de onu söyler. Kalp ve dilde bir âhenk meydana gelir.

Üçüncü olarak, gece ibâdet için kalkmak, insanın zahir ve batınında, dış ve iç âleminde âhenk meydana getirmek için çok tesirli bir vasıtadır. Zira gece yalnızlığında eğer bir kimse istirahatını terk ederek ibâdet için kalkarsa muhakkak ki bu, o kişinin ihlâsındandır. Çünkü bunda başkasına gösteriş yapacak bir durum yoktur.

Dördüncü olarak, gece ibâdeti insan için gündüz ibâdetinden daha ağırdır. Dolayısıyla bu ibâdete devam eden kimsede sebat oluşturur. O kişi Allah’ın yolunda daha derin bir şuurla ve kesin iradeyle gider ve her türlü zorluğa karşı tahammül ve metânet gösterir.

İkincisi; اَقْوَمُ ق۪يلًا  (akvemü kîlen) “sözü doğru ve sağlam yapmak, düzeltmek”: Burada kast olunan, gecenin o vaktinde insanın Kur’ân-ı Kerîm’i daha sakin ve ihtiram ile,  ona gönlünü vererek ve daha iyi anlayarak okumasıdır. Çünkü bu sakin ve huzurlu vakitler,  insanın Kur’an âyetleri üzerinde daha derin tefekkür etmesine uygun olduğu müstesnâ zamanlardır. Bu güzel anlarda kıraat, tefekkür ve tezekkür daha verimli olur; söylenen ve dinlenen söz daha sağlam ve daha tesirli olur.

Bütün bu hikmetleri değerlendirdiğimizde burada büyük göreve hazırlayıcı, araçları ilahi kaynaklı ve garantili sonuç verecek bir eğitim proğramı ile karşı karşıyayız. Bu programın ana hedefi gündüz dökülmelerine karşı davetçileri geceden hazırlamaktır. Bu programın ana maddesi gece uykusunu bölerek kalkmaktır. Üst sınırı gecenin yarısından çok ve üçte ikisinden az bir süredir. Alt sınırı ise gecenin üçte birlik bölümüdür. Gecenin bu saatlerinde namaz kılınacak ve ağır ağır Kur’an/Kitap okunacaktır.Bu nur ve bilgi feyzini algılayıp özümlemek, gerçekten uzun hazırlığı gerektiren ağır bir iştir.Yüceler alemi ile, evrenin özü ile, canlı-cansız tüm yaratıkların ruhları ile Peygamberimizin kurduğu gibi bir ilişki kurmak, gerçekten uzun varlığı gerektiren ağır bir işti. Tereddütsüz ve kuşkusuz bir kararlılıkla bu yola koyulmak, bu görevi yürütürken içgüdülerin fısıltılarına, dışarıdaki çekim odaklarına ve engellere kapılmaksızın, sağa-sola bakmaksızın ilerleyebilmek, gerçekten uzun hazırlık gerektiren ağır bir iştir.Bütün bunlar bu “ağır sözü” yüklenmeye, bu değerli yükümlülüğü sırtlanmaya, bu ağır sıkıntıyı göğüslemeye hazırlanan Peygamberimiz için son derece gerekli birer azık niteliğindedirler. Aynı zamanda bu çağrının savunuculuğunu üstlenen her kuşaktan dava adamları için bu böyledir. Bu saydıklarımız, uzun ve meşakkatli yolları boyunca dava adamlarının kalplerini aydınlatır, onları şeytanın vesveselerinden ve bu aydınlık yolu saran karanlıkların çöllerinde şaşırmaktan korur. Gerçekten gündüz yorgunluğu arkasından uykunun çağrısı çok güçlü olur, yatağın çekiciliği dayanılmaz boyutlara ulaşır, bu çağrıya ve bu çekiciliğe karşı koyup bir şeyler yapmak, mesela ibadet etmek insan vücuduna son derece yorucu gelir. Fakat vücudun bu isteğini yenerek uyanık kalabilmeyi başarmak ruhun özgürlüğünü ilan etmek,Yüce Allah’ın çağrısına olumlu cevap vermek, O’nunla başbaşa kalma uğruna özveride bulunmaktır

 

Kalplerin yaratıcısı olan yüce Allah onların giriş kanallarını, bam tellerini, onlara hangi mesajların gideceğini ve etkili olabileceğini; onların günün hangi saatlerinde daha açık mesaj almaya daha hazırlıklı ve yetenekli olacaklarını, hangi uyarıcıların onlarda daha canlı ve güçlü etki uyandırabileceğini herkesten iyi bilir.

“Allah’ın adını anmak” demek sadece yüzlük ya da binlik “zikir” tesbihleri ile O’nun yüce adını tekrarlamak demek değildir. Gerçek anlamda “Allah’ın adını anmak” dille yapılacak zikir ile birlikte uyanık bir kalbin O’nu anmasıdır; bunun yanısıra aynı kalp duyarlılığı ile namaz kılmak ve Kur’an okumaktır. Ayetin orjinalinde geçen “tebettül” sözcüğü de insanın yüce Allah dışındaki her şeyle ilgisini tamamen kesmesi, tüm varlığı ile Allah’a yönelerek ibadete ve zikre dalması, her türlü oyalayıcı ve gönül karıştırıcı yabancı duygudan arınması, tam bir duygusal duyarlılıkla Allah ile baş başa kalması demektir.

“Kalk” komutu ile bu ağır yükü sırtlanmaya çağrılan Peygamberimizin her şeyden önce tüm varlığı ile Allah’a yönelmeye, diğer herşeyi bir yana bırakarak sırf O’na dayanmaya ihtiyacı vardır. Çünkü ağır bir yük altında çıkacağı uzun yolculuğu sırasında gerekli gücü ve azığı bu kaynaktan alacaktır.

“Rabbini n ismini zikret ve ona yönel” denilmek suretiyle zikrin ve yönelmenin Rab ismine bağlanması da önce, yaratılanlardan ve kullardan ilgiyi kesip yüce Allah’ın ilâhlık hükümlerini, kendi içimizdeki ve dışımızdaki idare şeklini ve tasarrufundaki sırları düşünmeye dalmak; ikinci olarak da işten o işi yapana, hükümden o hükmü verene nefsi teslim etmek mânâsına işarettir.

Bu nedenle açıklama yapılarak buyruluyor ki, o senin Rabb’ın bütün doğu ve batının Rabbidir Âlemlerin Rabbidir. Âlemde gerek parlayan gerek sönen her şeyin her hususta Rabbi, yöneticisi, terbiye edicisi, maliki odur. Parlatan o, söndüren de odur. Herkes gerek bilsin gerek bilmesin bütün âlem onun ilâhlığı altındadır. O’ndan başka ilâh yoktur. Tam bir sevgiyle sevilip, gönül verilecek v e ibadet edilecek, emrine boyun eğilecek ondan başka ilâh yoktur. İbadet edilecek varlık ancak odur. Akılların kavrayabildiği ve kavrayamadığı bütün emellere arzulara hakim olan ancak odur. Başkasından ummak boşunadır. Rablık da onun, ilâhlık da onundur. Onun için, ancak onu vekil tut, bütün işlerini onun görmesini iste. Şuurlu dileklerin hepsinde onun emir ve hükmü doğrultusunda yürü, ona dayan. Ne senin kendinin ne de başkalarının arzusuna göre yürüme. Onun her hususta irade ve gücü geçerlidir. Oysa onun hükmüne uymayan her düşünce ve emel batıl ve geçersizdir. O senin bütün işlerini iyileştirmeye ve düzeltmeye, sana düşmanlık edecek olanların hakkından gelmeye yeter.

İnsanların en önemli işleri asıl olarak sadece iki durumla sınırlandırılmıştır. Birisi Allah ile olan muamelelerin nasıl olacağı, birisi de yaratıklarla olan muamelelerin nasıl olacağıdır. Birinci kısım daha önemli olduğu için sûrenin başından buraya kadar onunla ilgili esaslar açıklandıktan sonra, ikinci kısım için de buyruluyor ki; Onu vekil tut ve başkalarının diyeceklerine sabret ve onları bir hecr-i cemil ile terket, şimdilik onları kendi hallerine bırak

HECR-İ CEMİL, kalben ve fikren onlardan uzak durup yaptıkları işlerde onlara uymamakla beraber kötülüklerine karşılık vermeye kalkışmayıp hoşgörü, idare ve güzel ahlâk ile güzel bir muhalefet yapmaktır. Bunun benzeri, “Onun için sen kendilerine aldırma, onlara öğüt ver.”(Nisa, 4/63) “Ve cahillerden yüz çevir.”(A’râf, 7/199) “Onlardan yüz çevir.” (En’âm, 6/68) ve “Bizden yana her bakımdan selamette olunuz. Biz cahillik edenleri aramayız.” (Kasas, 28/55) âyetleridir.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.