Gerçekten Hamd Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. O’na hamd ederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah’a sığınırız. Allah(Celle Celaluhu), kimi hidayette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiştir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah’tan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve Resulüdür. Salât ve selam O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun.
-YALAN YERE YEMİN ETMEK: Bu, günahların en çirkinlerinden, ayıpların en fâhişlerindendir.
İsmail b. Vâsıt şöyle anlatıyor: Ebubekir Sıddîk Hz. Peygamber’in ölümünden sonra hutbe okurken şöyle dedi: Bir sene önce Hz. Peygamber şimdi bulunduğum yerde durdu -sonra Ebubekir ağladı- ve şöyle dedi: Yalandan sakınınız. Çünkü yalan, fısk ve fücurla beraberdir. Bunların ikisi de cehennemdedir.( İbn Mâce, Nesâî)
-GIYBET: Gıybet duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyen, gıyabında yapılan konuşmadır. Söylemiş olduğun şey, ister bedeninde, ister nesebinde, ister ahlâkında, ister fiilinde, ister zihninde, ister bünyesinde olsun hiçbir fark yoktur. Hatta elbisesinde, evinde ve bineğinde bile hoşuna gitmeyen bir eksikliği belirtsen yine gıybet olur.
Bedene gelince, gözündeki zayıflığı, şaşılığı, başındaki kelliği, boyunun kısa veya uzunluğunu, renginin siyahlığı ve sarılığını belirtmek gibidir. Nasıl olursa olsun, kişinin kendisiyle vasıflanabileceği düşünülen ve söylenildiği takdirde hoşuna gitmeyen her söz gıybete dâhildir.
Dil ile söylemek, ancak başkasına Müslüman kardeşinin bir eksikliğini anlattığın ve hoşuna gitmeyen bir vasfını belirttiğin için haram olmuştur. Bu bakımdan ta’rizen kendisinden bahsetmek, açıkça kendisinden bahsetmek gibidir. Bu hususta fiil de söz gibidir. İşaret, ima, dudak bükme, göz kırpma, yazı, hareket ve maksadı belirten her türlü söz, açıkça söylemek gibidir. O halde bunların tümü gıybet ve haramdır,
Aişe validemizin şu sözü îma ve işaret kısmındandır: Bizim evimize bir kadın geldi. Kadın gittikten sonra elimle kadının kısa boylu oluşuna işaret ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) bana şöyle dedi: Kadının gıybetini yaptın!( İbn Ebî Dünya)
Başkasının durumunu hikâye etmek sûretiyle taklidini yapmak da gıybettir. Aksayarak yürümek veya kişinin yürüdüğü gibi yürümek gıybettir, hatta azap bakımından gıybetten daha şiddetlidir. Çünkü böyle yapmak, kişiyi anlatmakta daha tesirli olur. Hz. Peygamber, Hz. Aişe’nin başka bir kadının taklidini yaptığını gördü ve şöyle buyurdu: Bana şu kadar şu kadar verilse bile yine de bir insanın taklidini yapmak beni sevindirmez!
Allah Teâlâ Kur’an da gıybetin kötülenmesini nass ile yapmış ve gıybet yapanı ölünün etini yiyen bir kimseye benzeterek şöyle buyurmuştur:
Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz (değil mi)!(Hucurât/12)
Câbir ve Ebu Said Hz. Peygamber’den (s.a) şöyle rivayet ediyorlar:
Gıybetten kaçınınız! Muhakkak ki gıybet, zinadan daha kötüdür. Çünkü kişi, bazen zina eder, tevbe eder ve Allah tevbesini kabul eder. Gıybet yapan bir kimse ise, gıybeti yapılan kişi kendisini affetmedikçe Allah tarafından affedilmez.
-ÖVÜLEN KİŞİYE DÜŞEN VAZİFE: Övülen bir kimseye, kibir ve ucûbun âfetinden şiddetle sakınmak, övgüden dolayı ibadetlerde gevşeklik göstermekten şiddetle kaçınmak düşer. Övülen, ancak kendi nefsini tanıdığı takdirde bu vazifeyi yerine getirebilir. Sonucun tehlikesini düşündüğünde, riyanın inceliklerini, amellerin âfetlerini bildiğinde gerekeni yapabilir. Çünkü övülen zat, nefsi hakkında övenin bilmediklerini bilir. Eğer övene, övülenin bütün sırları belirseydi, onun kalbinden geçenler görünseydi, öven onu övmekten çekinecekti. Övülen bir kimseye, öveni tahkir etmek sûretiyle övgüden hoşlanmadığını belirtmek vazifesi düşer.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Enes şöyle anlatır: Ashâbın yanından bir cenaze geçti. Onu övdüler. Hz. Peygamber de Vâcib oldu’ dedi. Biraz sonra başka bir cenaze geçti, onun hakkında da kötü konuştular. Hz. Peygamber ‘Vâcib oldu’ buyurdu. Ashâb “Bu nasıl olur, ikisi için de Vâcib oldu’ dediniz” dediler. Hz. Peygamber ‘Övdüğünüze cennet, kötülediğinize de cehennem vâcib oldu. Çünkü sizler yeryüzünde Allah’ın şahidlerisiniz’ diyerek, bu sözü üç defa tekrar etti. (Tayalîsî, İmam Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî)
Hz. Ali (r.a), övüldüğü zaman şöyle demiştir: ‘Ey Allahım! Onların bilmediklerini benim için affet ve söylediklerinden dolayı beni sorumlu tutma! Beni onların zannettiğinden daha hayırlı kıl!’.
Bütün huylar, ancak ilim ve amel macunuyla tedavi edilir. Her illetin ilâcı, sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan biz illetlerin sebeplerini araştıralım. Kendimizi temize çıkartmak çok kolay çünkü nefsimiz buna her daim müsait fakat önemli olan nokta aslında: Ömer (r.a) şöyle buyurmuştur: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz mizanda tartılmadan önce siz onları vicdanınızda tartınız. Allah’a arz olacağınız büyük hesap günü için kendinizi salih amellerinizle süsleyiniz.’’
Rabbim kendini temizlemek yerine, Allah’ın kendisini temize çıkarttığı kullarından olmayı ,dili konusunda Allah’ın razı olmayacağı noktada tedbiri elden bırakmamayı nasip etsin inşAllah. Uyanık bir kalp ancak şeytanın rahatlıkla yoldan çıkartmak için, aldatmak için kullanacağı dile sahip çıkmaya imkan sağlar. Bunları saymakla bitirmek mümkün değildir. Hz. Peygamber’in (s.a) ‘Susan kurtulmuştur’ hadîs-i şerifinin sırrını farkediyoruz. Çünkü şu âfetlerin hepsi, tehlike ve felâketlerdir ve hepsi de konuşanın yolunda beklemektedirler. Eğer konuşan susarsa, selâmet bulur. Eğer konuşursa, nefsini tehlikeye atmış olur. Konuşmayı azaltırsa selâmette kalması umulur. Kişi bütün bunlarla beraber yine de tehlikeden tamamen kurtulmuş sayılmaz, sükût edip selâmete kavuşanlardan olmaya (çalış)! Çünkü selâmet, bu ganimetlerden birisidir.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN..