Fıkıh, bir şeyi iyi ve tam anlamak kavramak bir şeyin hakikatini bilmek ve akletmek gibi anlamlarda kullanılır. Ayrıca söz ve fillerin amaçlarını kavrayacak şekilde keskin ve derin anlayış diye de tarif edilmiştir.
Kur’an’ı anlamamak (anlamamaktan dolayı vahyi inkar gündeme gelir) kişiyi küfre, sünneti anlamamak kişiyi bidatlere sürükler.
Ve yeryüzünde yaşayan Müslümanlar Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması için büyük çabalar sarf etmektedirler.
Yalnız gelen vahyi anlamak için gereken çabayı sarf etmeyenler hidayetten mahrum kalmaktadırlar. Bu kişiler gözüyle gördüğü kulağıyla işittiği manayı (anlamak için gereken gayreti göstermediklerinden) mutlak manada kabul etmekle ümmet arasında fitne ateşini alevlendirmektedir.
Herkes kendi anladığını doğru kabul etmesi ümmeti büyük bir fitnenin içine sürükleyecek ve bu duruma da en çok kafirler sevinecektir.
“Musa; Rabbim! Dedi, yüreğime genişlik ver, işimi bana kolaylaştır, dilimdeki şu bağı çöz ki sözümü anlasınlar.” (Taha 25-26-27-28)
İmam-ı Kurtubi; “ki sözümü anlasınlar” Benim kendilerine söyleyeceklerimi bilsinler ve iyice kavrasınlar. Fıkıh, arap dilinde anlamak ve kavramak demektir. Daha sonra da fıkıh şeriat ilminin özel adı olmuştur.
Zahirde firavunun kurulu bir düzeni vardı. ALLAH(Celle Celaluhu) firavunun önce uyarılmasını istemişti. Firavun ise bu uyarıyı kendi iktidarının elinden alınması olarak değerlendirmişti. Bu firavunun bakış açısıydı. Oysa o hem dünya hem de ahirette ki ebedi rahatı reddetmişti.
Mus(a.s)’ın derdi sözünün işittirilmesi değil, anlaşılmasıdır. O yüzden bir şeyler söyleyip gitmek değil, meseleyi anlaşılır hale getirmek için gayret göstermelidir.
Firavun Musa(a.s)’ın söyledikleri üzerinde düşünüp, aklını çalıştırsaydı meseleyi anlar ve teklifi reddetmezdi. Firavun fıkhedemedi. Nelerden vazgeçtiğini, neleri geri teptiğini anlasaydı reddetmezdi.
“Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır..” (Araf 179)
İbn Kesir; Hakkı işitmeyen, görmeyen, hidayeti görmeyen bu kimseler bu duyularıyla sadece dünya hayatının dış görünüşünden maişetini temin etmede yararlanan salıverilmiş hayvanlar gibidirler.
Elmalılı Hamdı Yazır; Tam anlamıyla gafil diye işte bunlara denilir. Zira beyinleri ve kalbleri var, fakat şuurları yoktur… Dini, bir vehim; kitabı, bir eğlence; ilâhî kelâmı, bir musıki diye karşılarlar. ilâhî işlerle dünya işleri arasındaki inceliğin farkına varmaz, kimin kulu olduklarını, neye veya kime tapacaklarını bilmezler. Gönülleri boş heva, gözleri şekil ve resim, kulakları anlamsız sesler, müsemmasız isimler peşinde dolaşır durur.
Gerçekten İslam dininde ALLAH(C.C) birçok ayetinde de anlama fıkhetmeyle ilgili birçok ayetini indirmiştir.
“ALLAH(C.C) onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi.
Son olarak bir örnekle bitirelim İnşaAllah.
Bir İslam alimi kendi kaynaklarının yanında bilgi sahibi olmak ve yanlışlara cevap vermek için incili inleyip ezberlese yanında tevratı inceleyip onu da ezberlese ve onlar hakkında sorulduğunda kendisi bütün detaylarıyla cevap verse onun Hristiyan ve yahut Yahudi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Elbette ki hayır ve yine bir Hristiyan veyahut Yahudi alimi İslam’ı inceleyip iyi bir şekilde ezberlese ve sorulduğunda detaylarıyla cevap verse peki onun Müslüman olduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette hayır.
Bilginin imana ve inanca dönüşmesi öyleyse ancak his ve kalp yoluyla benimsenmesiyle gerçekleşir. Ruhsuz, hissiz ve kalpten benimseme olmaksızın tekrar edilen sözler kalbe imanın girmesi için yeterli değil ve o bilgiye zıt düşen bilgilerinde yanlışlığı kabul edilmeli kendileri de reddedilmelidir. İmanın kalbe girmesine engel olan şirk, küfür, nifak gibi hallerinde bir kişi de muhakkak olmaması gerekir. Bunlarda kalbin perdeleridir.
Rabbim bizleri şuurlu Müslümanlardan eylesin İnşaAllah. Amin.