sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA İHLAS SURESİ (GİRİŞ)

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA İHLAS SURESİ (GİRİŞ)
26.09.2023
379
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

İHLAS SURESİ
GİRİŞ
Adı: “İhlâs” bu surenin sadece ismi değil, konusudur da. Bu surede hâlis Tevhid beyan edilmiştir. Kur’an’ın diğer surelerinde de kullanılan “ihlas” kelimesi bu sureye isim olmuştur. Ancak bu surede “ihlâs” kelimesi kullanılmamıştır. Bu isim, surenin manası itibariyle bu sureye verilmiştir. Bir kimse anlayarak bu sureye iman ederse, şirkten kurtulur.
Nüzul zamanı: Bu surenin Mekkî mi, Medenî mi olduğunda ihtilâf vardır. Bu ihtilaf, nakledilen çeşitli rivayetlerden kaynaklanır. Aşağıda bu rivayetleri zikredeceğiz:
1) İbn Mesud’dan şöyle rivayet edilmiştir. Kureyşliler Rasulullah’a şöyle sorarlardı: “Rabbinin nesebi nedir?” Bunun üzerine bu sure nazil oldu. (Taberanî) . Araplarda bir yabancıyı tanımak istediğinde “Onun nesebi nedir?” diye sormak adetti. Çünkü onlarda bir kimseyi tanımanın ilk şartı, nesebinin ne olduğu ve hangi kabileden geldiğinin açıklanmasıydı. Aynı şekilde Rabbinin kim olduğunu öğrenmek için Resulullah’a da Rabbinin nesebini sormuşlardı.
2) Ebu Ya’la, Ubey b. Ka’b’tan rivayet eder: Müşrikler, “Rabbinin nesebini söyle” dediklerinde Allah (c.c.) bu sureyi nazil etti. (Müsned-i Ahmed, İbn Ebi Hatim, İbn Cerir, Tirmizî, Buharî, İbnü’l Münzir, Beyhaki) . Tirmizi’de Ebu Ya’la’dan bir rivayet nakledilmiş, ancak Ubey zikredilmemiştir. Tirmizi buna karşın hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
3) Cabir b. Abdullah’tan şöyle rivayet edilmiştir. Bir Arabî (bazı rivayetlere göre halk) Rasulullah’a şöyle sordu: “Rabbinin nesebi nedir?” Bunun üzerine Allah (c.c.) bu sureyi inzal buyurdu. (Ebu Ya’la, İbn Cerir, İbn Münzir, Teberanî, Beyhakî, Ebu Nuaym, fi’l Hilye)
4) İkrime, İbn Abbas’tan şöyle nakletmiştir. İçlerinde Ka’b b. Eşref ve Huyey b. Ahtab’ın da bulunduğu Yahudilerden bir grup, Rasulullah’a gelerek şöyle sordular. “Ey Muhammed! Seni gönderen Rab nasıldır?” Bunun üzerine bu sure nazil olmuştur. (İbn Ebi Hatim, İbn Adiyy, Beyhakî, fi’l Esma ve’s sıfat)
Ayrıca bazı rivayetler de İbn Teymiye’nin İhlas suresi tefsirinde nakledilmiştir.
5) Enes b. Malik’den şöyle rivayet edilmiştir. Hayber’deki bazı Yahudiler Rasulullah’a gelerek şöyle dediler: “Ey Ebu’l Kasım! Allah (c.c.) melekleri nurdan, Adem’i kokmuş çamurdan, İblis’i ateşten, göğü dumandan ve yeryüzünü su köpüğünden yaratmıştır. Peki Rabbinin kendi mahiyeti nedir?” Rasulullah onların bu sorusuna cevap vermedi. Bu sırada Cebrail gelerek, “Ey Muhammed (s.a) ! Onlara de ki, (kul hüvellahu ehad) …” dedi.
6) Amir b. Tufeyl Rasulullah’a şöyle sordu: “Ey Muhammed! Sen bizi neye davet ediyorsun?” Rasulullah: “Ben sizi Allah’a davet ediyorum” buyurdu. Amir şöyle dedi: “O zaman, O’nun keyfiyetini anlat. Altından mı, gümüşten mi. yoksa demirden mi?” Bunun üzerine bu sure nazil olmuştur.
7) Dahhak, Katade ve Mukatil’in açıklaması şöyledir. “Ey Muhammed, Rabbinin keyfiyetini anlat, belki iman ederiz. Allah (c.c.) kendi sıfatlarını Tevrat’ta bildirmiştir. Ama sen neyden yapıldığını, hangi cinsten olduğunu söyle. Altından mı, bakırdan mı, yoksa pirinçten mi? Veya demir ve gümüşten mi? O, ne yiyor, ne içiyor? Kimden veraset almış ve varisi kim olacak.” Bunun üzerine Allah (c.c.) bu sureyi inzal buyurdu.
8) İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: Necran Hristiyanlarından bir heyet bir Papazla birlikte Rasulullah’ın huzuruna geldi. Rasulullah’a şöyle sordular: “Rabbinin nasıl olduğunu söyle. Hangi maddedendir?” Rasulullah şöyle buyurdu: “Benim Rabbim hiçbir şeyden meydana gelmedi. O, herşeyden farklıdır.” Bunun üzerine Allah (c.c.) bu sureyi indirdi. Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, Rasulullah’a çeşitli zamanlarda, insanları davet ettiği mabudun mahiyet ve keyfiyeti sorulmuştur. Rasulullah her defasında Allah’ın emriyle bu cevabı vermiştir. İlk önce Mekke’deki müşrik Kureyşliler sormuşlar ve bu sorunun cevabı olarak ihlas suresi nazil olmuştur.
Daha sonra Medine’de Yahudiler ve Hristiyanlar, bazen de diğer Araplar sözkonusu soruyu Rasulullah’a yöneltmişler, her defasında da onlara cevap olarak Allah (c.c.) bu sureye işaret etmiştir. Bu rivayetlerden anlaşılan şudur ki, Rasulullah’a sözkonusu soru yöneltildiğinde cevap olarak her defasında bu sureyi okuduğu için, bu sureye hep yeni nazil olduğu zannıyla bakılmıştır. Onun için, bu rivayetlerin birbirine tezat olduğu gözüyle bakıp yanılgıya düşülmemelidir. Aslında bir mesele hakkında daha önce nazil olmuş bir ayet veya sure varsa, aynı mesele hakkında tekrar soru sorulduğunda Allah (c.c) bu sorunun cevabı olarak ilgili sureye işaret ediyor ve Rasulullah da onu okuyordu. Muhaddisler bunu şöyle açıklamışlardır: “Filan mesele hakkında veya filan soru üzerine bu ayet nazil olmuştur. Buna “nüzul tekrarı” denilmiştir. Yani bir ayet veya bir sure bir defadan fazla nazil olmuştur.
Aslında doğru görüş, bu surenin Mekkî olduğudur. Hatta surenin muhtevasından, Mekke döneminin başlangıcında nazil olduğu anlaşılmaktadır. O zamana kadar, Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkında Kur’an’da herhangi bir ayet nazil olmamıştı. Resulullah’ın Allah’a davetini dinleyenler, Rasulullah’ın ibadet ettiği Rabbin nasıl bir şey olduğunu merak ediyorlardı. Bu surenin Mekke döneminin başında nazil olmasının delili, Mekke’de Hz. Bilâl’in sahibi Umeyye b. Halef’in, Bilâl’i kızgın kuma yatırarak göğsüne taş koyduğunda Bilâl’in, “ehad, ehad” diyerek Allah’ı zikretmesidir. Bu kelime ihlas suresinden alınmadır.
Konusu: Surenin nüzulü hakkında yukarıda zikredilen rivayetler gözönüne alınırsa, Resulullah’ın Tevhide davet etmeye başladığı dönemde insanların kafasındaki ilahi düşüncenin nasıl olduğu anlışılır. Putperest müşriklerin taptığı ağaçtan, taştan, altından, gümüşten vb. çeşitli ilahlar şekil, suret ve cisim sahibi idiler. Tanrı ve tanrıçalarında üreme vardı. Hiç bir tanrıça kocasız değildi. Hiçbir tanrı da karısız değildi. Onların sözde yemeye, içmeye de ihtiyaçları vardı. Onlara tapanlar bu nedenle tanrılarına yeme, içme imkânı sağlıyorlardı. Müşriklerin büyük bir bölümü, Allah’ın insan şeklinde insanların arasına geleceğine de kail idiler. Bazıları O’nun temsilcisi durumundaydılar. Hristiyanlar, bir Allah’a inandıklarını iddia etseler de inandıkları tanrının en azından bir oğlu vardı. Oğlu ile baba arasında Ruhu’l Kudüs’ün de önemli bir yeri vardı; hatta tanrının anası ve kaynanası da vardı. Yahudilerin de bir Allah’a inandıklarını iddia etmeleri boşunadır. Çünkü inandıkları ilah, maddi cismanilikten ve insani sıfatlardan uzak değildi. Mesela yürürdü. İnsani şekilde gelirdi. Kendi kulları ile güreş de yapardı. En az bir adet oğul’un (Uzeyr) babasıydı. Bu dini grubun dışında mecusiler ateşe taparlardı.
Sabiiler de yıldızlara taparlardı. Bu şartlarda, Rasulullah insanları “vahdehu la şerikeleh”e inanmaya çağırınca, doğal olarak zihinlerine, bütün mabudların terkedilerek bir olduğuna inanılacak Rabbin nasıl bir şey olduğu sorusu gelmişti. Kur’an-ı Mecid’in icazıdır ki, onların bu sorularına karşı birkaç kelime ile Allah’ın zatı hakkında öyle bir tasavvur verilmiştir ki, bütün müşrik düşüncelerin kökü kazınmıştır. Mahlukatın sıfatlarından hiçbir sıfatın O’nun zâtına karışmasına bir mahal bırakılmamıştır.
Surenin Fazileti ve önemi: Bu sure, Rasulullah’ın indinde çok yüce bir yere sahipti. Rasulullah, çeşitli yollarla bu surenin önemini müslümanlara idrak ettirmek için uğraşmıştır ki müslümanlar bu sureyi okusunlar ve halka yaysınlar. Bu sure, insanın zihnine hemen yerleşen İslam’ın birinci temel akidesini (Tevhid akidesi) beyan etmiştir. Hadislerde de pek çok rivayette Rasulullah’tan, bu surenin Kur’an’ın üçte birine eşit olduğu mervidir. Buharî, Müslim, Ebu Davud, Neseî, Tirmizî, İbn Mace, Müsned-i Ahmed, Taberanî vs. de bu konu hakkında müteaddit hadis, Ebu Said Hudrî, Ebu Hureyre, Ebu Eyyub el-Ensarî, Ebu Derda, Muaz b. Cebel, Cabir b. Abdullah, Ubey b. Ka’b, Ümmü Gülsüm b. Numan, Enes b. Malik ve Ebu Mesud’dan (r.a) menkuldür. Müfessirler, Rasulullah’ın bu buyruğu hakkında pek çok açıklama yapmışlardır. Buna göre en doğru izah, Kur’an-ı Kerim’ın açıkladığı dinin üç temel esasa dayandığıdır. Birincisi tevhid, ikincisi risalet ve üçüncüsü ahirettir. Bu surede halis tevhid beyan edildiği için, Rasulullah bu surenin Kur’an’ın üçte birine eşit olduğunu beyan etmiştir.
Buharî, Müslim ve başka Hadis kitaplarında Hz. Aişe’den nakledilen bir rivayete göre, Rasulullah bir grubu sefer için göndermişti. İçlerinden bir şahıs kıldırdığı bütün namazları İhlas suresi ile bitiriyordu. Geri döndüklerinde gruptakiler bunu Resulullah’a anlattılar. Rasulullah, niçin böyle yaptığını ona sormalarını istedi. Ona sorulduğunda şöyle cevap verdi: “Ben surede Rahman’ın sıfatları zikredildiğinden bu sureyi çok seviyorum” deyince Allah’ın Rasulü (s.a) : “O’na deyin ki, Allah da O’nu seviyor” diye buyurdu.
Buna benzer bir olay, Buharî’de Enes’ten mervidir. O şöyle demiştir: Ensardan bir sahabe Kuba mescidinde namaz kıldırdı. Her rekatta önce İhlas suresini okur, daha sonra başka bir sureyi ilave ederdi. Sahabe ona itiraz ederek: “Niçin böyle yapıyorsun? Sadece İhlas suresi yetmiyor mu ki yanında başka sure de okuyorsun? Bu doğru değil. Ya bu sureyi oku, ya da başka bir şey” dediler. O, şöyle cevap verdi: “O sureyi okumayı bırakamam. İsterseniz benim yerime bir başkası namaz kıldırsın.” Cemaat, O’nun yerine başkasını imam yapmak istemiyordu. Böylece mesele Rasulullah’a getirildi. Rasulullah ona şöyle sordu: “Arkadaşlarının söylediğini kabul etmene engel olan nedir? Her rekatta bu sureyi okumanın sebebi nedir?”. O şöyle cevap verdi: “Bu sureyi çok seviyorum.” Rasulullah: “Bu sureye olan muhabbetin seni cennete dahil etti” dedi.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.