SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MÜ’MİN SURESİ 38 VE 44. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
38- İnanan adam dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun, sizi doğru yola götüreyim.”
39- Ey kavmim! Bu dünya hayatı kısa bir geçimdir: Ahiret ise ebedi olarak durulacak yerdir.
Bunlar daha önce surenin başında tesbit edilip yerleştirilen gerçeklerdir. Şimdi sözü edilen inanmış adam dönüyor bu gerçekleri Firavun’a ve yönetimdeki kabinesine karşı açıklıkla ortaya koyuyor. Firavun’a karşı şöyle haykırıyor: “Ey milletim, bana uyunuz; size doğru yolu göstereyim.” Halbuki az önce Firavun da: “Ben size ancak doğru yolu gösteririm” diyordu. İnanmış adamın bu tutumu doğru sözü alıyor ve onunla apaçık bir biçimde meydan okuyor. Bu konuda ne zorba Firavun’un gücünden ve otoritesinden ne de söylentilere göre Firavun’un iki veziri olan Haman ve Karun gibi iki veziri komplo arkadaşından, onunla birlikte konuyu ele alan büyüklerden korkuyor.
Onlara dünya hayatının gerçek mahiyetini de açıklıyor: “Şüphesiz bu dünya hayatı kısa bir yararlanmadır.” Sürekli olmayan, devam etmeyen geçici bir yararlanma. “Şüphesiz ahiret ise asıl kalınacak yurttur.” Önemli olan orasıdır. Oraya bakmak ve ona değer vermek gerekir.
Asıl kalınacak yurdun sorgu ve ceza yasasını da belirtiyor:
40- Kim bir kötülük işlerse onun kadar ceza görür: Kadın veya erkek, kim, inanarak yararlı iş yaparsa, cennete girerler ve orada kendilerine hesapsız rızıklar verilir:
Yüce Allah’ın hikmeti, kullarına merhametinden ve onların güçsüzlüğünü en iyi takdir ettiğinden onların iyiliklerini katlamayı, kötülüklerini ise katlamamayı gerektirmiştir. İyiliğin ve sağlıklı yönün yolunda bir dizi engel bulunduğundan başka tarafa çeken etkenler olduğundan onların iyiliklerini katlamış ve bunları onların kötülüklerine kefaret yapmıştır. Eğer onlar hesaba çekildikten sonra cennete kavuşurlarsa yüce Allah onları sınırsız bir şekilde rızıklandıracak, ödüllendirecektir.
İnanmış adam onları kurtuluşa çağırırken onlar kendisini ateşe çağırmalarını yadırgıyor ve onlara şöyle çıkışıyor:
41- Ey kavmim! Neden ben sizi kurtuluşa çağırdığım halde siz beni ateşe çağırıyorsunuz?
Aslında onlar kendisini ateşe değil sadece şirke çağırıyorlardı. Şirke çağırmak ile ateşe çağırmak arasında ne fark var ki? Bunlar birbirine çok yakın şeyler. Aşağıdaki ayette çağrıyı çağrı ile değiştiriyor:
42- Siz beni Allah’ı inkar etmeye, bilmediğim bir şeyi O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise, güçlü olan, çok bağışlayan Allah’a çağırıyorum.
Bu iki çağrı arasında dağlar kadar fark var. İnanmış adamın onlara çağrısı açıktır. Sapa sağlamdır. O, yüce kudret sahibi ve çok bağışlayıcı olan Allah’a onları çağırıyor. Onları tek bir ilaha çağırıyor. Bu tek ilahın varlık alemindeki eserleri O’nun birliğine tanıklık ediyor. Sanatının eşsiz güzellikleri ürünleri O’nun kudretini ve takdirini dile getiriyor. Onları bu ilaha çağırıyor ki, günahlarını bağışlasın. Zira o kendilerini bağışlama gücüne sahiptir. Zaten bağışlama yolu ile lütufta bulunma da O’nun sıfatlarından biridir. “Üstün güç sahibidir, çok bağışlayandır.” Peki onlar kendisini neye çağırıyorlar? Onu Allah’ı inkar etmeye çağırıyorlar. Kesin bilmediği iddialar, kuruntular ve uydurmalar yoluyla O’na ortak koşması yoluyla Allah’ı inkara çağırıyorlar.
İnanmış adam kuşkusuz ve tereddütsüz olarak Allah’a ortak koşulan bu yaratıkların elinde hiçbir yetki bulunmadığını belirtiyor. Ne dünyada ne de ahirette onların elinde bir şey olmadığım, her şeyin Allah’ın elinde olduğunu ifade ediyor. İddiada hadlerini aşan savurganların cehennemlik olacaklarını dile getiriyor:
43- Sizin beni davet ettiğiniz şeyin ne dünyada, ne de ahirette hiçbir davet yetkisi yoktur: Gerçekte dönüşümüz Allah’adır. Aşırı gidenlere gelince, işte onlar ateş ehlidirler:
İnanç sistemindeki temel gerçeklere ilişkin bu kapsamlı, net ve açık ifadenin ötesinde geriye ne kalıyor? İnanmış adam bu gerçekleri Firavun ve kadrosu karşısında tereddütsüz ve korkusuzca haykırıyor. Daha önce inandığını gizlemesine rağmen şimdi imanını açıkça ilan ediyor. Artık sözünü söylemiş, vicdanını rahatlatmış olarak işini Allah’a havale etmekten başka yapacak şeyi kalmamıştır. Ayrıca onları kendilerine söylediği bu sözleri, hatırlamanın fayda vermeyeceği ve işin tamamının Allah’a havale edileceği günde hatırlayacaklarını tehdit yollu ifade ederek sözlerini bitiriyor:
44- Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah kulları görür.
Tartışma ve söz düellosu sona eriyor. Ama Firavun’un ailesinden olan bu inanmış adam gerçek sözünü zamanın kalbine sonsuza dek silinmeyecek biçimde kazımış bulunuyor artık.
Burada kıssanın bundan sonraki bölümleri Hz. Musa, Firavun ve İsrailoğulları arasında meydana gelen olaylar, boğulma ve kurtulma sahnelerine kadar ki bölüm anlatılmıyor. İnanmış adamın bu son tavrından ve bu dünya hayatından sonraki durumlarından bazı kesitler açıklanıyor: