BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd alemlerin Rabbine, Salat ve Selam gerçek Müslüman kimliğimizi kazanmanın yolunu gösteren alemlere rahmet olarak gönderilen ALLAH(C.C) Resulünün(sav) üzerine olsun İnşaALLAH.
İslam dini bize kazandırmak istediği Müslüman şahsiyeti, nerede nasıl davranacağımızı belirleyen en önemli göstergedir. İmtihan dünyasında ömrü tüketirken en çok dikkat etmemiz gereken şey yaptıklarımızın ALLAH(C.C)’ın rızasına uygun olup olmadığıdır. Madem ki bu hayatın hesabını ALLAH(C.C)’a vereceğiz o halde O(C.C)’nun gösterdiği yoldan gitmek, O(C.C)’nun kriterlerine göre yaşamak, O(C.C)’nun razı olduğu şahsiyete bürünmek durumundayız. Aslında içinde yaşadığımız hayatın her alanına İslam’ın dürbünüyle bakabilsek Müslümanca duruş sahibi olabiliriz. Bugün Müslümanlar olarak kaybettiğimiz değerlerden birisi de İslami duruşumuzdur. Geçmişteki Müslümanların şahsiyetli duruş, ahlak ve yaşantı vesilesiyle niceleri İslam’a meylettiler. Kim bilir kaç insanın kalbi ısındı veya kaçının hidayetine vesile olundu?
Geçmişe bakıp günümüzle kıyaslayalım. Acaba bugünün Müslümanları kaç insanın İslam’dan soğumasına sebep oldular. Mesele o kadar ciddidir ki eğer İslam’ın gösterdiği duruşu sergileyemezsek belki uzun yıllar hizmet ederiz çokça emek harcarız ancak yine de asıl Müslüman kimliğini koruyamayız. Son yıllarda gençliğin bu denli çığırından çıkmasının sebebi bugünün Müslümanları olarak vebalimizin olduğunu bilmemiz gerekir. Evvela şunu uygulamak lazımdır. İslam tarihi boyunca gösterilen tüm güzel şahsiyet örnekleri temelini Tevhid inancından almaktadır. İnsanları yalnız ALLAH(C.C)’a davet eden ve başka hiç kimsenin önünde eğilmeyen kişilere dönüştüren Tevhid anlayışıdır. Kur’an Müslümanca duruşu bize birçok Peygamber kıssasıyla haber vermektedir. Onların her biri davasını Tevhidi söylemle ortaya koydu ve asla bu noktada geri adım atmadı. Peygamberlerden Hud(a.s) sözüne kulak verelim.
“Ey Kavmim var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın. Bende görevimi yapmaya devam edeceğim. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu ileride anlayacaksınız.”(Hud 93)
Bu sözler ALLAH(C.C)’ın kendisine verdiği görevden zerre taviz vermeden mücadeleye devam edeceğini kafirlerin hiçbir tehdidine kulak asmadığını gösteren ifadeler değil midir?
Kur’an’ın tek başına ümmet olarak tanımladığı Hz. İbrahim(a.s)’in tavrına bakalım. Hz. İbrahim(a.s) kavminin tapmış olduğu gök cisimlerinin birer mahluk olduğunu dolayısıyla ilah olamayacağını ispat etmiş sonra “ Gerçek şu ki ben muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (Enam 79) diyerek bulunduğu batıl sistemi reddetmiştir. Kavmi onunla tartışmaya içinde bulundukları sistemle onu tehdit etmeye başlayınca onlara “ALLAH(C.C)’ın size hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden ne diye korkayım.” (Enam 81) diyerek asıl korkulması gereken merci ALLAH(C.C) olduğunu yalnızca O’nu dikkate alacağını ifade etmişti. Bu ifadeler şirki reddeden Tevhidi ortaya koyan kavimlerin her türlü tehditlerine rağmen asla mücadeleden ayrılmayacaklarını bu yolda taviz vermeyeceklerini anlatan sözlerdir. Hz. Peygamber(sav)’de onların takipçisi olarak Tevhid ile ortaya çıkmış ve asla küfre boğun eğmemiş onların uzlaşma tekliflerini kabul etmemiştir. Bu tavizsiz dik duruş ilk günden itibaren Müslümanların olaylar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini öğretmiştir. Ilımlı veya aşırı olmadan dengeli olmayı gerektiren nebevi metod sayesinde Müslümanlar ne dinlerinden taviz veriyor ne de saldırganca bir tutum izliyorlardı. Mekke’nin zor şartlarına rağmen gösterilen bu izzetli tavır ashabın şahsiyetini şekillendirmiş, bu Rabbani metot sayesine Ebubekirler, Ömerler, Aliler yetişmiştir.
Musa(a.s) zamanında asa mucizesi gören Firavun onu yenmeleri için şehrin en ünlü sihirbazlarını getirtmişti. Bunlarında mucize karşısında ki iman etmeleri ve imanın kişiye nasıl şahsiyet kazandırdığının en bariz örneğidir bu kıssa…
Onların imandan sonraki bu sebatkar tavırları Müslümanca duruşa güzel bir örnek iken yıllarca Firavunun zulmü altında köleleşmiş İsrailoğullarının Musa(a.s)’ya tavırları ise tam bir ezik örneğidir. Firavun zulümden kurtulan İsrailoğullarına çölde bıldırcın eti ve kudret helvası ikram ediliyordu. Bir süre sonra artık bunu beğenmeyip yerin bitirdiği sebze, meyvelerden istediklerinde kendilerine Arz-ı Mukaddes’e girmeleri emredilmişti. Fakat oradaki kavimden çekinip savaşmak istemediler ve “Ey Musa Sen ve Rabbin gidin savaşın biz burada oturacağız dediler.”(Maide 24) Bir tarafta yeni Müslüman olan sihirbazların izzetli duruşları, diğer tarafta Hz. Musa(a.s)’nın eğitiminden geçmiş ancak kalplerindeki buzağı sevgisini atamamış İsrailoğullarının zillet içerisindeki halleri…
Sonuç olarak İslam’ın hayat içindeki her türlü olaya karşı bir sözü bir duruşu vardır. Olması gereken tavrı göstermek hem İslam’ın izzetini muhafaza hem Müslüman kimliğinin muhafazası açısından önem arz etmektedir.
Kaybedilen gerçek kazanılması gereken Müslüman kimliğini yeniden kazanmak ümidiyle…
Selam ve Dua İle