TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 1 VE 2. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
1- Elif, Lâm, Mîm.
Bu harflere, “Huruf-ı Mukatta’a” denir. Bunların herhangi bir mânâ ifade edip etmediği, ediyorlarsa ne mânâya geldikleri hususunda çeşitli görüşler iler sürülmüştür. Bunlan şöylece özetlemek mümkündür.:
a- Katade, Mücahid ve İbn-i Cüreyc’den, bu harflerin Kur’an-ı kerimin isimlerinden biri olduğu rivayet edilmiştir.
b- Mücahidden nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu harfler, Kur’an-ı kerimin bazı surelerinin girişi mahiyetindedir, Allah teala bazı surelere bu harflerle başlamaktadır.
c-Abdurrahman b. Zeyd’den nakledilen bir görüşe göre ise bu harfler, başında bulundukları surelerin isimleridir.
d- Süddi ve Şa’bî’den nakledilen bir görüşe göre de bu harfler, Allah tealanın ism-i A’zamıdırlar.
e- Abdullah b. Abbas ve İkrimeden nakledilen bir görüşe göre ise bu harfler Allah tealanın, kendileriyle yemin ettiği isimlerindendir. Allah teala bunlarla yemin ederek sureyi başlatmaktadır.
f- Bu harfler, isim ve fiillerden kısaltılmış mukatta’a harfleridir. Herbirinin kendine göre mânâsı vardır. Birinin mânâsı, diğerine benzememektedir. Mesela: “Elif, Lam, mim’in mânâsı, “Ben her şeyi en iyi bilen Allah’ım” demektir. Burada Elif “Ben”, Lam “Allah”, Mim “İyi bilirim.,” mânâlarına gelmektedir. Bu görüş, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Mes’uddan nakledilmektedir.
g- Bu harfler, lisanda kullanılan normal hece harfleridir. Bu görüş te mücahidden nakledilmektedir.
h- Bu harflerin herbiri bir çok mânâya gelmektedir. Rebi’ b. Enesten “Elif, Lam, Mim” harfleri hakkında şunlar rivayet edilmektedir: “Bu harflerden her biri, Allah tealanın isimlerinden birinin baş harfidir. Mesela Elif, “Allah”, isminin. Lam, “Latif isminin, Mim “Mecid” isminin baş harfleridir. Bu harfler Allah’ın nimetlerini, musibetlerini, bir toplumun ne kadar yaşayacağını ve ecelinin ne zaman geleceğini gösterir. Hz. İsa’dan şunlar rivayet edilmektedir: Şaşarım İnsanlara ki onlar, Allah’ın isimlerini konuşurlar, nimetlerinin içinde yaşarlar, buna rağmen ona nasıl nankörlük ederler?”
Elif, “Allah” isminin baş harfidir. Lam, “Latif isminin baş harfidir. Mim de “Mecid” isminin baş harfidir.
Elif, “Allah’ın nimetleri”, Lam “Lütfü”, Mim, “Yüceliği” anlamına gelmektedir.
Hesaplamada Elif “bir sene”yi, Lam “Otuz sene”yi, mim de “Kırk sene”yi ifade etmektedir. Bu harflerin, kısaltılmış bir hesabı ifade ettiğini söyleyenler de vardır.
I- Bir kısım âlimler ise bu harfler için şunu söylemişlerdir: “Her kitabın bir sırrı vardır. Kur’an-ı kerimin sırrı da, bazı surelerin basında zikredilen bu harflerdir. Yine de en iyi ve doğrusunu bilen Allah’tır.
Surelerin Başında Bulunan Bu Harfler Hakkında Lügat Âlimleri İse Şunları Söylemiştir:
a- Bazıları, bu harflerin, yirmi sekiz hece harfinden bir kısmını teşkil ettiklerini, bu harflerden bazılarının, bir kısım surelerin başında zikredilerek diğerlerine gerek kalmadığını söylemişlerdir. Nitekim bir insan, hece harflerini anlatmak isterken, baştan bazılarını saymakla yetinerek hepsini söylemez. Bu durum da buna benzemektedir.
b- Diğer bazıları ise bu haillerin, müşriklerin, Kur’an-ı Kerimi dinlemeye kulaklarını açmaları için zikredildiklerini söylemişlerdir. Zira müşrikler birbirlerine, Kur’an-ı kerimi dinlememeyi tavsiye ediyor ve diyorlardı ki: “Bu Kur’anı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın belki bu yolla galip gelirsiniz..,
c- Bir kısım âlimler ise bu harflerin, surelerin başladığını ve butiğini gösteren birer işaret olduklarını söylemişlerdir.
Taberi diyor ki: “Anlatılan bu görüşlerden her birinin bilinen bir yönü vardır. “Elif, Lam, Mim”in, Kur’anın isimlerinden biri olduğunu söyleyenlerin sözlerinin iki anlamı vardır.
1- Bunlar, “Elif, Lam, Mim, Kur’anın isimlerinden biridir,” “Furkan” ismi gibidir.” demek istemişlerdir. Bu izaha göre “Elif, Lam, Mim” yemin ifade eder. Allah teala: “Kur’ana yemin olsun ki bu kitapta hiçbir şüphe yoktur.” demek istemiştir.
2- Bu âlimler: “Bu harfler, Kur’an-ı kerimin surelerinin isimleridir. Mesela: “Ben, Elif, Lam, Mim suresini okudum” diyen kimse o surenin ismini zikretmiş olur. Böylece dinleyici de o kimsenin, hangi sureyi okuduğunu anlamış olur. Her ne kadar “Elif, Lam, Mim” gibi harflerle başlayan sureler bir’den çok olsa da bu gibi harflerin yanında başka şeyleri de zikrederek bu harflerle sureleri birbirinden ayırd etmek ve o surelerin ismi olarak zikretmek mümkündür. Mesela: Bir kimse, Ben, Elif, Lam, mim, Bakarayı veya “Elif, lam, mim, Âl-i İmranı okudum.” der. Böylece anlatmak istediği sureyi tanıtmış olur. Nitekim, “Ahmet” veya “Muhammed” gibi isimlerle adlandırılan insanlar, bir’den çok olabilirler. Bu gibi insanları da birbirlerinden ayırd etmek için bir kısım sıfatlar zikredilir.
Bu mukatta’a harflerinin birer giriş olduklarını, Allah tealanın, kelamını bunlarla açtığını söyleyenlerin görüşlerinin izahı ise şöyledir: “Bu harfler, bir surenin başlayıp bittiğini ve başında bulunduğu diğer surenin başladığını gösterirler. Böylece Arap dilinde Bel kelimesi bir kasidenin başlayıp diğerinin bittiğini gösterdiği gibi bu harfler de sureleri bu şekilde birbirlerinden ayırdetmiş olurlar.” Bu hafrlerin bazılarının, Allah tealanın isimlerinin, diğer bazılarının da, Allah tealanın sıfatlarının kısaltılmış şekilleri olduklarını ve her bir harfin, kendisine göre bir mânâsı olduğunu söyleyenler ise şu şekilde izahlarda bulunmuşlardır. “Elif harfi “Ene” yani “Ben” zamirinin kısaltılmışıdır. Lam harfi “Allah” isminin kısaltılmışıdır. Mim harfi A’lemu yani “Ben bilirim.” kelimesinin kısaltılmışıdır. Böylece Elif, Lam Mim’in mânâsı: “Ben Ali ahım, bilirim.” demek olur. Bu şekilde izahta bulunanlar, Arapçada konuşan kimsenin Yâ Nuh, yerine Yâ Nu, Yâ Mâlik, yerine Yâ Mâl, dediği yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. İşte bu hafrler de bunlara benzer bir takım kısaltmaları ifade ederler.
Bu harfler bir kısım kelimelerin kısaltmalarıdır. Ancak “bu harflerden her birinin bir’den çok mânâsı vardır.” diyenler şunu kastetmişlerdir. Elif, Lam, mim deki Elif harfi sadece bir kelimeden değil bir çok kelimeden kısaltılmış bir harftir. Yani Allah kelimesinin birinci harfi, Âlâ, nimetler kelimesinin birinci harfi, Ebced hesabındaki (1) sayısının karşılığı olan ve ömürlerinden bir yıl kalanları gösteren kelimesinin birinci harfidir. Lam harfi, Allah tealanın Latîf, isminin birinci harfi, Lütuf sıfatının birinci harfi, yine Ebced hesabında 30 rakamını gösteren ve ömürlerinden otuz yıl kalanları gösteren bir harftir. Mim harfi Allah tealanın Mecid, isminin birinci harfi, Mecd, sıfatının birinci harfi, Ebced hesabında (40) rakamını gösteren ve ömürlerinden kırk yıl kalanları ifade den bir harftir. Allah Teala, bu harfleri tek başına zikredip bunların kısaltıldığı kelime ve cümleleri zikretmemiştir ki, bir harfle bir çok mânâ ifade edilmiş olsun. Böylece Allah teala, kelamına başlamadan önce, kendisinin her şeyden haberdar olan ezeli bir ilim sahibi olduğunu bildirmiş olmaktadır. Kullarına da konuşmalarının, mektuplarının ve önemli işlerinin başlarında bu yolu tutmalarını öğretmiştir. Nitekim diğer bir kısım surelere de kendisine hamd’i zikrederek, diğer bazılarına da kendisini tesbih’i beyan ederek başlamıştır. Böylece Kur’an-i kerimin bazı surelerinin grisini de kendisine hamd ile başlatmış, bazılarım teşbih ile başlatmış, bazılarını da ta’zim ile başlatmıştır. Başlarında mukatta’a harfleri bulunan surelerin bazılarında kendisini ilimle, diğerlerinde adaletle diğer bazılarında lütufla Överek veciz bir şekilde başlatmıştır.
Bu harflerin,, kısaltılmış bir hesabı ifade ettiğini söyleyenler ise şunu diyorlar: Biz, Mukatta’a harflerin, kısaltılmış bir hesabı ifade etme dışında bir mânâ taşıdıklarını bilmiyoruz. Allah tealanın, kullarına, anlayamadıkları ve düşünemedikleri şeylerle hitap etmesi caiz değildir. Bunlar, bu görüşlerine delil olarak, Abdullah b. Abbas’ın, Cabir b. Abdullah’tan naklettiği şu hadisi de delil olarak göstermişlerdir. Cabir diyor ki: “Resulullah Bakara suresinin girişi olan Zalikelkitabü Lareybe fin” âyetlerini okurken Ebu Ya-sir b. Ahtab onun yanından geçti ve Yahudilerle beraber bulunan kardeşi Huyey b. Ahtab’ın yanma vardı ve onlara “Biliyormusunuz, vallahi Muhammed’in, Aziz ve Celil olan Allah’ın, ona indirdiklerinden zali-kel kitabü âyetlerini okuduğunu işittim. Onlar, “Bizzat işittin mi?” diye sordular, Ebu Yasir “Evet” dedi. Bunun üzerine Huyey b. Ahtab, oradaki Yahudilerle birlikte Resulullah’a gitti ve ona: “Ey Muhammed, sana indirilenler içinde zalikel kitabü, okuduğun anlatılıyor doğru mu?” diye sordular. Resulullah: . “Evet.” dedi. Onlar: “Bunu sana Allah katından Cebrail mi getirdi?” dediler. Resulullah: “Evet.” dedi. Onlar: “Allah, senden önce de Peygamberler gönderdi. Allah, onlardan herhangi bir Peygambere, iktidarının ve ümmetinin ecelinin ne kadar olacağını beyan ettiğini bilmiyoruz. Bunu ancak sana bildirmiş.” dediler. Huyey b. Ahtab, arkadaşlarına yönelerek: “Elif (1) Lam (30) Mim ise (40) demektir. Bunların hepsi (71) senedir. Şimdi sizler kendi iktidarı ve ümmetinin eceli yetmiş bir yıl sürecek olan bir Peygamberin dinine mi gireceksiniz?” diye sordu. Sonra da Resulullah’a dönerek: “Ey Muhammed, bu zamana ilave olarak başka bir şey var mı?” diye sordu. Resulullah: “Evet.” diye cevap verdi. Huyey: “O nedir?” dedi. Resulullah: Elif, Lam, Mim, sa’dir” dedi. Huvey: “Bu daha uzun.” dedi. Elif (1) Lam (30) Mim (40) Sa’d (90)’dır. Hepsi (161) senedir. Bunun dışında başka bir şey var mıdır?” dedi. Resulullah: “Evet” dedi. Huyey: “Bu daha uzundur. Elif (1) Lam (30) Râ (200)dür. Bunların hepsi, (231) senedir. “Ey Muhammed, bundan başka bir şey yar mıdır?” dedi. Resulullah: “Evet” (,jı ) Elif, Lam, mim, Râ’dır.” dedi. Huyey :” Bu daha uzundur. Elif (1) Lam (30) Mim (40) Ra (200) dür. Bunların hepsi (271) yıldır.” dedi. Sonra şunları söyIedi:”Ey Muhammed, senin işin bize karışık geldi. Öyle ki, sana çok şey mi yoksa az şey mi verildi bilemiyoruz.” Bundan sonra Huyey kalkıp gitti. Ebu Yasir, kardeşi Huyey b. Ahtab ve onunla birlikte olan Yahudi hahamlarına şöyle dedi: “Ne biliyorsunuz, belki de Muhammed’e, bunların toplamı verilmiştir. Bunlar: 71 + 161+231+271= 734 yıl eder.” Onlar da şu cevabı verdiler: “Onun durumu bize karışık geldi.”
Mukatta’a harflerinin, kısaltılmış bir hesabı ifade ettiklerini zikreden âlimler şu âyetlerin, yukarıda rivayet edilen Huyey b. Ahtab ve benzerleri hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. “Sana kitabı indiren o’dur. Onun bir kısım âyetleri muhkemdir. Mânâsı açıktır. Bu âyetler, kitabın esasıdır. Diğer bir kısım âyetleri de müteşabihtir. Anlaşılması güçtür. Kalblerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve arzularına göre açıklamak niyetiyle müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa bunların açıklamasını sadece Allah bilir. İlimde ileri gitmiş olanlar ise “Biz bunlara iman ettik. Hepsi rabbimizin katındandır.” derler. Ancak akıl sahipleri düşünür.”
Evet, bu görüşte olanlar, yukarıda zikredilen hadisin, söylediklerinin doğruluğunu ve bunların dışındaki sözlerin fasit olduğunu gösterdiğini söylemişlerdir.
Taberi diyor ki: Bu görüşlerin doğru olanı” Bu harfler mukatta’a harfleridir, her birinin çeşitli mânâları vardır diyen görüştür. Öyle ki müfessirlerin zikrettikleri bütün izah şekillerini kapsamaktadırlar “Bu harfler yirmi sekiz alfabe harfinden birer harftir. Allah teala bu hailleri zikrederek surelerin bu gibi harflerinden oluştuğunu bildirmek istemiştir.” şeklindeki görüşü ihtiva etmemektedirler. Zira bu görüş, bütün sahabe ve tabiinin görüşlerinin dışında bir görüş olduğu için ve müfessirlerin görüşüne muhalif okluğu için fasit bir görüştür . Mevcut kesin delillerin bu görüşün aleyhine şehadet etmesi, bunun yanlışlığım ispatlamaya kâfidir. Ayrıca bu son görüşü ileri sürenlerin Zali-keMatabü’, ifadesinin sonunun ötreli (merfu) okunması hususunda tereddüt etmeleri bazen Zalike’nin mübteda Kitabü’nün haber olduğunu söylemeleri bazan da Zalikel kitabü, mübteda “Lareybe fıh’in haber olduğunu bazan da “zalikel kitabü’nün mübteda Hüden Lilmüttakîn’in haber olduğunu söylemeleri gösteriyor ki bunlar Elif-Lam, Mim harflerinin mübteda Zalikel Kitabü’nün de haber olduğu görüşlerinden vaz geçmişler ve “Bu harfler şu kitabın harfleridir” şeklindeki tevillerini bırakmışlardır.
Eğer denilcek olursa ki: “Mukatta’a harflerinden her birinin, değişik çeşitli mânâları kapsaması nasıl caiz olabilir?” Ona cevaben denir ki: “Nasıl ki Arapçada, bir kelimenin birden çok mânâsı olabilir, îek bir harfin de birden çok mânâsı olması mümkündür. Mesela Arapçada Ümmetün kelimesi, insanlardan oluşan bir cemaat” “Bir zaman dilimi” AUalıa itaat eden abıd kul anlamına gelmekte, “Din” kelimesi. “Karşılık” “Kısas” İktidar” “itaat” ‘ Boyun eğme” “Hesap” vb, manalara gelmektedir. İşte, Allah tealanın zikrettiği gibi mukatta’a harflerinin her birinin de, bütün müfessirlerin söyledikleri görüşleri ihtiva edecek kadar mânaları olduğunu söylemek mümkündür. Bu harfler aynı zamanda surelerin başlangıcıdır. Bu harflerin, Allah tealanın isim ve sıfatlarından kısaltılmış harfler olduklarını söylemek, bu haillerin, surelerin başlangıcı olmalarına engel değildir. Zira Allah teala, Kur’an-ı kerimin bir çok surelerini, kendisine hamd ederek, kendisini överek, kendisini teşbih ve ta’zim ederek başlatmıştır. Bu harflerin de, Allah tealanın sıfatlarının ve isimlerinin kısaltılmış şekilleri olarak surelerin başlarında bulundukları ve Allah tealanın bu sıfatlarına ve isimlerine yemin ederek sureleri başlattığını söylemek isabetlidir.
Aynı zamanda bu harfler, kısaltılmış birer hesabı ifade ederler, ve başlarında bulundukları surelerin birer alamet ve isimleridirler, evet bu harfler bütün bu mânâları kapsamaktadırlar. Şayet bu harfler, bir çok mânâyı değil de tek bir mânâyı ifade etmiş olsalardı, Resulullah (s.a.v.) o tek mânâyı, herhangi bir karışıklığa sebep olmayacak bir şekilde insanlara açıklardı. Çünkü Allah teala, Peygamberini, insanlara, ihtilaf ettikleri konulan açıklığa kavuşturması için göndermiştir. Resulullahın, bunların mânâlarını açıklamaması gösteriyor ki, bu harfler, yukarıda verilen mânâların sadece bir kısmını değil tümünü kapsamaktadırlar.
Taberi diyor ki: “Bu izah şeklini kabul etmeyenlere şunu sormak mümkündür: “Bir kelimenin bir çok mânâya gelmesini kabul ediyorsun da bir harfin bir’den çok mânâya gelmesini nasıl kabul etmezsin?” Veya “Bu harfleri sadece mânâlardan birine tahsis edip diğerine tahsis etmemenin sebebi nedir? Senin ileri sürdüğün gerekçelerle diğerlerinin ileri sürdükleri gerekçeleri birbirinden üstün kılan delil nedir? Bu sorular karşısında teslim olmaktan başka çare yoktur.
Bu harfleri Arap şiirindeki Bel, harfine benzeterek bunların surelerin başlangıç ve bitişlerini bildirme işaretleri olduklarını, bunlann başka bir mânâları bulunmadığını, sadece sözü uzatan harfler olduklarını söyleyen lügat âlimlerinin görüşlerine gelince: Bu görüş te bir kaç yönden yanlıştır.
Birinci olarak, bu görüş, Allah tealayı, Araplara kendi dillerinde bulunmayan, hatta hiçbir dilde bulunmayan bir ifade ile hitab etmekle sıfatlandırmaktadır. Zira Arapların, şiirlerinin başını Bel, harfiyle başlatmaları, kendilerince bilinen bir husustu. Fakat bunların, herhangi bir sözlerini gibi harflerle başlattıkları, bilinmeyen ve görülmeyen bir husustur. Allah tealanın, Araplara, bilmedikleri harflerle hiîabetttiğini söylemek, Kur’anın “Açıklayıcı” sıfatına ters düşer. Halbuki Allah teala, Kur’an-ı kerimi açık bir Arap diliyle indirdiğini beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Ey Muhammed, uyarıcılardan olasın diye bu Kur’an açık bir Arapça lisanı ile senin kalbine, ruhu! Emin olan Cebrail indirmiştir,
Allah tealanın. Kur’anı, açık bir Arapça lisanıyla indirdiğini beyan etmesi, yukarıda zikredilen görüşü çürütmeye yeterlidir ve Arapların, bu harflerin mânâlarını bildiklerine delildir.
İkinci olarak Allah tealanın, kullarına, faydasız ve anlamsız şeylerle hitap ettiğini söylemek, onu boş bir şeyle meşgul olmak şeklinde sıfatlandırmak olur ki bütün muvahhitler, Allah’a böyle bir şeyin isnad edilmesini reddederler.
Üçüncü olarak, Arapların, şiirlerinin başında zikrettikleri Bel, harfinin, Arapçada bilinen bir mânâsı vardır. O da “Daha doğrusu, bilakis” demektir. Bu itibarla, mukatta’a harflerinin Bel, harfine benzeterek herhangi bir mânâ ifade etmediklerini söylemek doğru değildir. Zira Bel’in, bir mânâsı olduğu gibi bunların da bir mânâsı vardır. Bu sebeple bunları Bel’e, benzetmek doğru değildir.
2- İşte o kitap, kendisinde hiç şüphe olmayan ve takva sahiplerine doğru yolu gösteren bir kitaptır.
Ey Muhammed, sana anlatıp açıkladığım bu Kur’anın, Allah katından geldiği hususunda hiçbir şüphe yoktur. Bu Kur’an, rablerinin, kendilerine emrettiği şeylerde ona tiaat ederek ve yasakladığı günahlardan da kaçınarak, Allah’tan korkan insanlar için, doğru yolu gösteren bir rehberdir.
Burada Kur’an-ı Kerimin rehberliğinin, sadece AHahtan korkanlara yani takva sahiplerine ait olduğu zikredilmektedir. Çünkü Kur’an, müminlerin kalb-leri için bir şifa, inkarcılar için de, onlann gözlerini kör eden bir perdedir.
Nitekim diğer âyet-i kerimelerde de Allah teala şöyle buyurmaktadır: “… Ey Mııhammcd, sen onlara şöyle de: “Kur’an, iman edenlere bir hidayet rehberi ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bîr ağırlık vardır. Onların gözleri Kur’ana karşı kördür. “Biz, Kur’anı iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur’an, zalimlerin ise ancak zararını artırır.”
Evet bu Kur’an, Allanın, kâfirlere karşı en mükemmel bir delilidir. Mümin bu Kur’ania doğru yolu bulur. Bu Kur’an kâfirin ise aleyhine bir delildir.
Ayet-i kerimede geçen “İşte o kitap” ifadesinden maksat, Mücahid, İkri-me, Suddî, İbr.-i Cüreyc ve İbn-i Abbas’a göre “Bu kitap” demektir.
Taberi diyor ki: “Nasıl olur da görünmeyen bir şeyi işaret eden ve “O” aniamına gelen Zalike zamirinin, görünene işaret eden ve “Bu” anlamına gelen Hazâ yerine kullanıldığı söylenir?” diye sorulacak olursa ona cevaben denir ki: “Geçmiş olan ve geçmesi yakın olan bütün şeyler, görünür gibi kabul edilir ve ona göre cümleler kullanılır. Mesela bir adam diğer bir kimseye hitabettiğinde, dinleyen kimse ona: “Vallahi o şey söylediğin gibidir. Vallahi bu şey söylediğin gibidir.” diye cevap verir. Böylece geçmiş şeyler hakkında bazan Zalike, yani “O” bazan da Hazâ, yani “Bu” zamiri kullanılır. Durum bu âyet-i kerimede de böyledir. Buradaki “O” zamiri mukatta’a harflere işaret etmektedir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: “Ey Muhammet, şimdi sana zikrettiğim ve açıkladığım bu harflerin kapsadığı mânâlar, kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır.”
Burada, harfler biraz önce zikredildiğinden bunlara, görünmeyene işaret eden zalike, ile işaret edilmesi caiz olmuştur. Zira zalike, yeni geçen haberler için işaret olarak kullanılmaktadır. Bu haberlere, gözönünde bulunan haberler gibi muamele yapılır.
Bazı müfessirlere göre buradaki “O” zamiri. Bakara suresinden önce Mekke ve Medinede inen surelere işaret etmektedir. Buna göre mânâ şöyledir: “Ey Muhammet), sana indirmiş olduğum surelerin kapsadığı âyetler, kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır.” Buna göre, her ne kadar âyette “O sureler” derime-mişse de, sureler de Kur’anın birer parçası olduklarından “O” zamirini “Bu” zamiri diye izah etmek uygun olmuş zalikel kitabü, ifadesinden maksadın hazel kitab, olduğu söylenmiştir.
Bazı âlimlere göre, buradaki “O” zamirinden maksat, Tevrat ve İncite işarettir. Bu izaha göre zalike’nin hazâ, mânâsına olduğunu söylemeye ihtiyaç yoktur. Zira zalike, tam kendi mânâsında, göz ile görünmeyene işaret etmiş olur.
Ayette geçen ve “Kendisinde hiç şüphe olmayan” diye tercüme edilen “La reybe fıh” ifadesi, Mücahid, Atâ, Süddî, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud ve Rebi b. Enes tarafından “kendisinde şek olmayan.” diye izah edilmiştir.
Yine âyette geçen ve “Doğru yolu gösteren.” diye tercüme edilen huden, kelimesi, Şa’bî tarafından “Sapıklıktan kurtaran” şeklinde. Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes’ud tarafından “Nur olan” şeklinde izah edilmiştir. Birinci izaha göre âyetin mânâsı “Takva sahiplerini sapıklıktan kurtaran” ikinci görüşe göre ise “Takva sahipleri için bir nur ve bir aydınlık olan” demektir.
Taberi diyor ki: “Eğer denilecek olursa ki “Allah tealanın kitabı, sadece takva sahipleri için mi bir nurdur ve sadece müminlere mi doğru yoiu gösterir?” Ona cevaben denilir ki: “Evet, Allah tealanın kitabı, onun vasıflandırdığı gibidir. Şayet o, takva sahibi olmayanlar için de bir nur olsa ve mümin olmayanlara da doğru yolu gösterecek olsaydı, Allah teala onu, “Takva sahiplerine doğru yolu göstermeye tahsis etmiş olmazdı. Tüm uyarılanlar için böyle olduğunu beyan ederdi. Doğrusu Kur’an, takva sahiplerine doğru yolu gösteren, müminlerin kalblerinde olan hastalıkları tedavi eden bir kitaptır. Kendisini yalanlayanların kulaklarında bir ağırlık, inkâr edenlerin gözlerini örten bir körlük, kâfirlere karşı Allanın kesin delilidir. Mümin, onunla doğru yolu bulur. Kâfir de onunla susturulur.
Âyette zikredilen ve “Takva sahipleri” diye tercüme edilen ( lil müttakin, ifadesi, Hasan-ı Basri tarafından “Kendilerine haram kılınanlardan kaçman ve kendilerine farz kılananları eda edenler.” diye izah edilmiştir. Abdullah b. Abbas tarafından da “Bildikleri hidayeti terketmeleri halinde, Allanın, kendilerini cezalandırmasından korkanlar ve Allanın gönderdiklerini tasdik ettikleri takdirde, onun merhametini umanlar.” şeklinde izah edilmiştir. Ebu Mâlik, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes’uddan nakledilen başka bir izaha göre de onlar bu ifadeyi “Müminler” diye izah eünişlerdir. Kelbî tarafından ise, “Büyük günahlardan kaçınanlar.” şeklinde izah edilmiş, Dehhak’ın Abdullah b. Abbastan rivayetine göre o da bu ifadeyi: “Allaha ortak koşmaktan kaçınan ve ona itaat eden müminler.” şeklinde izah etmiştir. Katade ise “Müttakiler”den maksadın, daha sonra gelen âyetlerde, “Gayba iman etme, namazı kılma, kendilerine verilen nzıklan intak etme,, sıfatları zikredilen kişiler.” olduğunu söylemiştir.
Taberi, bu izahlardan, en tercihe şayan olanın, “Takva sahiplerinden maksat. Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınan ve Allah’ın emrettiği şeyleri yerine getirerek ona itaat eden kimselerdir.” diyen görüş olduğunu söylemiş, âyetin genel ifadesinin bunu gerektirdiğini, âyeti takvanın herhangi bir dalına tahsis etmeye dair herhangi bir delil bulunmadığını beyan etmiş ve buradaki “Takva”dan maksadın, “Allaha ortak koşmaktan kaçınmak ve nifaktan beri olmak” diyenlerin görüşlerinin doğru olmadığını söylemiştir. Bu görüşte olanların “nifakı” “Allanın haram kıldığı şeyleri işleme ve farz kıldığı şeyleri yapmama.” mânâsına aldıkları takdirde, takvayı izahlarının doğru olabileceğini beyan etmiştir.