sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 16 VE 17. AYETLER

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 16 VE 17. AYETLER
18.10.2023
337
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

16- İşte onlar doğruluğa karşılık sapıklığı satın aldılar. Böylece tica­retleri kâr getirmedi. Doğru yolu da bulamadılar.

İşte onlar, sapıklığı satın alıp hidayeti bıraktılar. İman ile inkârı değiştir­diler. Böylece ticaretleri kâr etmedi, zarar ettiler. Bunlar, doğru yolu bulan kim­seler değillerdir. Sapıklığı hidayete tercihlerinde, imanla inkârı değiştirmelerin­de akıllılık yapmadılar.

Âyet-i kerimede geçen ve “Doğruluğa karşı sapıklığı satın aldılar.” diye tercüme edilen ifadsi müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud ve diğer bir kısım sahabiler, bu ifadeyi “Sapıklığı alıp hidayeti bıraktılar” şeklinde izah etmişlerdir.

Katade ise “Sapıklığı hidayete tercih ettiler” şeklinde izah etmiş Mücahid de; “Önce iman edip sonra kâfir oldular.” diye izah etmiştir.

Taberi diyor ki: “Âyet-i kerimeyi: “Sapıklığı hidayete tercih ettiler? şek­linde izah edenler, Arapların, “Satın alma” kelimesini “Tercih etme” mânâsına kullandıklarını dikkate alarak ve şu âyet-i kerimeyi de gözönünde bulundurarak âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. Âyette Duyuruluyor ki: “Semud’a gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar, körlüğü hidayete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları günahlar yüzünden o zelil edici azabın yıldırımı

Taberi diyor ki: “Her ne kadar bu izah tarzı yorumlardan biri ise de ben bu izah tarzını tercih etmiyorum. Zira Allah teala, âyetin devamında “Ticaretleri kâr getirmedi” buyurmaktadır. Bu da âyette zikredilen “Satın alma’-kelimesinin, “Bir şeyi verip karşılığında bir şeyi alma “mânâsında kullanıldığını gösterir ki, “Bir şeyi diğerine tercih etme” şeklinde yorumlanmasına müsait değildir.

… Âyet-i kerimeyi, “Önce iman edip sonra inkâra düştüler” şeklinde yorum­lamak ise kabule şayan bir yorum şekli değildir. Zira bu âyetten önce ve sonra zikredilen âyetlerden herhangi birinde, münafıkların, gerçekten iman ettiklerini gösteren hiçbir işaret yoktur. İşte bütün bu nedenlerdir ki, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes’uddan rivayet edilen “Sapıklığı alıp hidayeti bıraktılar” şeklin­deki izah, tercihe şayandır. Zira her kâfir, imam verip yerine inkârı almış olur. Böylece sanki bir eşyayı verip diğer eşyayı satın almış gibi bir davranışta bulu­nur. Nitekim buna benzer bir ifade de şu âyet-i kerimede zikredilmiştir. “Yoksa siz de peygamberinize daha önce Musaya sorulduğu gibi sormak mı istiyor­sunuz? Kim, îmanı inkâra değişirse şüphesiz doğru yoldan sapmıştır,

Evet, münafıklar ve kâfirler, hidayetle sapıklığı değiştirmişlerdir. Böyle­ce Allah onları saptırmış, hidayet nurunu onlardan çekip almış ve onların hepsi­ni küfrün karanlıkları içerisinde bırakmıştır.

Âyet-i kerimede, “Böylece ticaretleri kâr getirmedi” buyurulmaktadır. Çünkü kâfir ve münafıklar, körlüğü, şaşkınlığı, korkuyu ve ürkekliği basirete, istikamete ve güven içinde olmaya tercih ederek ,bu tür alış verişlerinde kâr et­meyip zarar etmişlerdir. Kendilerini âhirette şiddetli bir azaba sürüklemişlerdir.

Âyet-i kerimede, “Doğru yolu da bulamadılar” buyurulmaktadır. Yani, kâfirler, sapıklığı hidayete tercih ederek, imanı bırakıp inkârı alarak, müminliği reddedip münafık olarak akıllıca bir iş yapmamışlardır.

 

17- Onların durumu, aydınlanmak, için ateş yakan kimsenin duru­muna benzer. Ateş çevresini aydınlatınca, Allah onların ışıklarını giderdi ve onları karanlıklar içerisinde bıraktı. Göremez oldular.

Bu münafıkların, iman nuruyla kalblerini aydınlatma durumu, ateş yaka­rak kendisini aydınlatmak isteyen şu kişinin durumuna benzer: Ateşi yakan, onun ışığına alışıp karanlıklara karşı onun aydınlığından istifade ederek çevresi­ni görmeye başlar. Fakat sonra ateş söndürülür, o da şaşkın bir halde tekrar ka­ranlıklar içerisinde kalır. İşte ateş tutuşturanın, ateşi söndükten sonra şaşkın ve aptal bir halde karanlıklar içerisinde kalması gibi Allah ta münafıkları şüphe ve iki yüzlülük karanlıkları içerisinde bocalar vaziyette bırakır. Artık gerçeği göre­mez olurlar.

Bu âyet-i kerime müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiş­tir:

Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbasın bu âyeti şöyle izah ettiğini söyle­miştir: Allah teala, münafıkları bir misalle izah etmiştir. Münafıklar, hakkı gö­rürler, ve onu kabul etlilerini dilleriyle söylerler. Fakat inkarcılığın karanlığın­dan çıkmak üzere iken, kalblerinden yani içlerinden inkâr ederek hakkın nurunu söndürürler. Böylece de Allah onları inkârın karanlıkları içerisinde bırakır da onlar hidayeti göremezler ve doğru yolu bulamazlar.

Ali b. Ebu Talha da Abdullah b. Abbasın. bu âyeti şu şekilde izah ettiğini söylemiştir. O Allah teala bu âyet-i kerimeyi, münafıkların halini beyan etlen bir misal olarak zikretmiştir. Onlar dünyada iken İslamın izzet ve şerefinden fayda­lanırlar, müslümanlarla evlenirler. Onlara mirasçı olurlar, onlarla ganimetleri paylaşırlar, fakat öldüklerinde Allah onlardan İslamın lütuflarından faydalanma­larım keser. Aydınlanmak için ateşi yakan kimsenin ateşinin sönmesi halinde karanlıklar içinde kaldığı gibi, münafıklar da öldükten sonra azap içinde kalırlar.

Ebu Malik ve Ebu Salibin Abdullah b. Abbastan, Mürrenin de Abdullah b. Mes’uddan ve diğer bir kısım sahabilerden rivayet ettiklerine göre ise onlar bu âyeti izah ederken özelle şunları söylemişlerdir: Bir kısım insanlar, Resulullah’ın Medine’ye gelmesiyle müslüman olmuşlar daha sonra ise münafık olmuş­lardır. Böylece bu insanların durumu, aydınlanmak için karanlıkta ateş yakan, böylece çevresinde bulunan zararlı şeyleri gören daha sonra ise ateşi sönerek çevresindeki zarar veren şeyleri göremeyen kişinin durumuna benzetilmiştir. Evet, münafık kimse ateş yakan bu kimseye benzer. Daha önce inkarcılığın ka­ranlıkları içerisinde bulunur, görünüşte Müslüman olarak helali haramı hayrı ve şerri öğrenerek aydınlanmış olur. Fakat bunları kalben inkâr ederek helal haranı tanımaz, hayır ve şer bilmez. Böylece inkarcılığın karanlıkları içerisinde kalır.

. Katade de bu âyeti şöyle izah etmiştir: “Münafık, kelime-i şehadet getirir. Bu onun dünyasını aydınlatır. Zira o, bu sözüyle Müslümanlarla evlenir, onlara mirasçı olur. Onlara karşı kanını ve malını korumuş olur. Fakat ölünce mümin­lerin erişecekleri nimetlerden malınım kalır. Böylece Allah onun, dünyadaki nu­runu söndürmüş olur. Ve onu, karanlıklar içerisinde bırakır o artık göremez olur.

Dehhak diyor ki: “Âyette zikredilen ve “Işık” diye tercüme edilen oy ) kelimesinden maksat, onların, dilleriyle iman etmelerini söylemeleridir. O söz onlar için dünyada bir aydınlık ve bir ışıktır. “Karanlıklar” diye tercüme edi­len kelimesinden maksat, onların sapıklıkları ve inkarcılıklarıdır.

Mücahid: “Ateşin aydınlatmasından maksat, münafıkların müminlere ve hidayete yönelmeleridir. Işıkların giderilmesinden maksat ise inkarcılığa ve sa­pıklığa yönelmeleridir.” demiştir.

Rebi’ b. Enes ise bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: “ateşin aydınlat­ması ve ışığı, yandığı sürece mevcuttur. Sönünce ışığı ve aydınlatması sona erer. Münafık ta kelime-i şehadeti söyledikçe o kelime onu aydınlatır. Fakat inancı hakkında her şüphe ettiğinde de aydınlatan o kelimenin tesiri söner ve münafık kişi karanlıklar içerisinde kalır.

Abılurrahman b. Zeyd ise şöyle demiştir: “Bu, önceleri iman edip sonra da inkâra düşen münafıkları vasıflandıran bir âyettir. Onlar iman ettikleri zaman ateşin, çevresini aydınlattığı gibi iman da onları aydınlatıyordu. İnkâra düşünce de, ateşin sönmesiyle ışığının kesilmesi gibi onların da iman nurları kesildi, ka­ranlıklar içerisinde kaldılar ve hakkı göremez oldular.”

Taberi bu izahlardan, Katade ve Dehhaktan nakledilen ve Ali b. Ebi Tal-hanını, Abdullah b. Abbastan naklettiği izahın tercihe şayan olduğunu söyle­miştir. Yani âyet-i kerime, görünüşte iman ettiklerini söyleyip te İslamın dünya­daki nimetlerinden faydalanan ve gerçekte iman etmeyerek âhirette Allah’ın müminlere vereceği nimetlerden mahrum edilecek olan münafıkları tasvir et­mekte, onları, çevresini aydınlatmak için ateş yakan, daha sonra da ateşi söne­rek karanlıklar içerisinde kalan kimselere benzetmiştir.

Taberiye göre âyet-i kerimenin, önce hakiki bir şekilde iman edip te daha sonra inkâra düşenleri tasvir ettiğini söylemek doğru değildir. Zira bu âyetten önceki ve sonraki âyetler, “İman ettik” diyerek açıkça Allahı ve müminleri kan­dırmaya çalışan münafıkları anlatmaktadır.

Taberi (özetle) diyor ki: “Tercih edilen bu görüşe göre âyetin mânâsı şöy­ledir: “Münafıklar, dilleriyle Rasulullahi kabul ediklerini söyleyerek mü­minlere: “Biz, Allah’a, kitaplarına, Peygamberlerine ve âhiret gününe iman ettik” diyerek geçici dünyada mallarını ve canlarını koruma yönünden, güven içinde yaşama, müminlere mirasçı olma ve onlarla evlenme bakımından, haklarında İslamın hükümlerinin tatbik edilmesini sağlamaları ve İslamdan isti­fade etmeleri, Öyle bir kimsenin haline benzetilmiştir ki o kişi, çevresindeki kö­tü şeylerden korunmak için ateş yakıp onunla etrafını aydınlatır. Fakat ateş de­vam etmez söner. Böylece tekrar karanlığa düşer. Münafık ta ölünce dünyada istifade ettiği İslami nimetler sona erer. Âhirette de müminlerin istifade edeceği nimetlerden mahrum kalır. Halbuki o, âhirette de, diğer müminler gibi ilahi ni­metlerden istifade edeceğini sanardı. Dünyadaki aldatmasının âhirette de geçerli olacağını zannederdi. Bu husus şu âyette de beyan edilmektedir: “Allah onla­rın hepsini dirilttiği gün dünyada size yemin ettikleri gibi ona da yemin edecekler ve kendilerine bir fayda getireceğini sanacaklardır. İyi bilinmeli­dir ki onlar, yalancıların ta kendileridir.”Münafıklar, dünyada iken mü­min okluklarını söyleyerek canlarını mallarını kurtardıkları gibi âhirette de aynı şeyi söyleyerek kendilerini ilahi azaptan kurtaracaklarını sanırlar. Fakat bu tahminlerinin boş olduğu ortaya çıkacak, Allah onların nurlarını söndürecek karan­lıklar içinde kalacaklar, müminlerden, kendilerini aydınlatmalarını isteyecekler fakat hiçbir fayda elde edemeyeceklerdir. Bu hususta diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: “O gün münafık erkek ve kadınlar, müminlere: “Bize bakın da nurunuzdan istifade edelim.” derler. Onlara: “Arkanıza dö­nün de nur isteyin.” denilir. Müminlerle münafıklar arasına, kapısı olan bir sur çekilir. Onun içinde rahmet, dış tarafında da azap vardır.” Münafıklar müminle­re: “Dünyada biz sizinle beraber değil miydik?” diye çağırırlar. Müminler de: “Evet fakat siz kendinizi fitneye kaptırdınız, müminlerin bir belaya uğramasını beklediniz. Din hususunda şüpheye düştünüz. Allah’ın emri gelinceye kadar boş emeller sizi aldattı. Sizi, Allah’a karşı, aldatıcı şeytan aldattı.” derler. “Bu-,gün ne sizden ne de kâfirlerden, kurtulmanız için hiçbir fidye kabul edilmeye­cektir. Yeriniz cehennemdir. Dostunuz da o’dur. O ne kötü bir yerdir.

Görüldüğü gibi Taberi, münafıkların, âhirette karanlıklar içerisinde kala­caklarını zikretmektedir. 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.