YÂ RABBİ! BEN HALİD’İN YAPTIĞINDAN BERİYİM !
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (C.C)’a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve O’nun yolunu izlemeye çalışan ümmetinin üzerine olsun.
Hırs: Şiddetle arzu etmek, üzerine çok düşmek anlamına gelen bir ahlak terimi… Eşya için kullanıldığında “şiddetli arzu ve büyük rağbeti” anlatan hırs, insanlara yönelik bir tutum söz konusu olduğunda “acımak, şefkat etmek, iyiliğine çalışmak” gibi anlamları ifade ediyor.
Kur’ân-ı Kerim’de kelimenin türevinin kullanıldığı beş âyet-i kerime’nin anlamları şöyledir:
İlk dört ayette “acımak, şefkat etmek, iyiliğine çalışmak” manasında kullanılmıştır.
“Sen ne kadar yürekten istesen de, İnsanların çoğu inanmazlar” (Yûsuf, 103).
“Ne kadar uğraşsanız da kadınlar arasında adalete gücünüz yetmez” (Nisâ, 129).
“Onların doğru yolda olmaları için ne kadar çırpınsan yine de Allah saptırdığını doğru yola iletmez; onların yardımcıları da yoktur” (Nahl, 37).
“Ey inananlar, andolsun ki, size içinizden sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün (üzerinize hırs ile titriyor), inananlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir” (Tevbe, 128).
Görüldüğü üzere, ilk dört âyette, hırs kelimesiyle kökdeş sözcükler olumlu bir tutumu anlatmak için kullanılmış. Ancak Bakara Suresi 96. ayette dünyaya rağbet anlamı ifade edilmiştir.
“Doğrusu, onların (Yahudilerin) hayata diğer insanlardan, hatta müşriklerden daha düşkün (daha hırslı) olduklarını görürsün. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa, uzun ömürlü olması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını görür” (Bakara, 96)
Hırs’ın iyi yönde de kötü yönde de kullanımı vardır.
Yalnız değinmek istediğimiz mesele, iyi bir niyetle gerçekleşen hırsın, dosdoğru yol ve metottan yani sıratı müstakimden sapmadan uygulanmasıdır.
Birilerinin hidayetine vesile olacağız diye sıratı müstakimden (dosdoğru yoldan) sapmamak gerekir. Evet, bütün müminler İslam’ın hakimiyeti için hırslı bir şekilde çalışmalıdır. Yalnız kontrolsüz ve ilimsiz aşırı hırs İslam davasına fayda değil zarar verir. Oysaki davanın gerçek maslahatı sıratı müstakimden ayrılmamaktır.
Peygamber (sav) Mekke’nin fethinden sonra, Halid b. Velid’i, Mekke’ye yakın bazı Arap kabilelerine gönderdiğinde ona şöyle demişti:
«Seni davetçi olarak gönderiyorum, savaşçı olarak değil…» Kılıcı; Rasulullah (s.a.v.)’ın emrini yerine getirmesine engel olmuş ve onu, Rasulullah’ın (s.a.v.) tavsiye ettiği davetçi rolünü bırakarak savaşçı rolüne itmişti. Halid’in yaptığı hareketi duyduğu zaman Rasulullah (s.a.v.) üzüntü ve acıdan sarsılmış, kıbleye yönelip ellerini kaldırarak Allah’tan şöyle özür dilemişti: «Yâ Rabbi! Ben Halid’in yaptığından beriyim…» Daha sonra Rasulullah (s.a.v.) Hz. Ali’yi gönderip o kabilelere telef olan can ve malları için diyet ödemişti.
İslam adına ne yapılırsa yapılsın, İslam’a faydalı olmak istiyorsak, dünya da zafer, ahirette mükafat almak istiyorsak nebevi metottan sapmadan, sıratı müstakimden ayrılmadan yapmalıyız.
SELAM ve DUA ile…
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN