SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HUCURAT SURESİ 1 VE 3. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
1- Ey inananlar! Allah’ın ve peygamberinin önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
2- Ey inananlar! Seslerinizi, peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.
3- Allah’ın peygamberinin yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.
Sure hoş bir nida ve kalpleri coşturma ile başlıyor. Ey inananlar… Yüce Allah’tan kendisini görmedikleri halde kendisine inanan kimselere seslenme ile ve kalplerini kendisine bağlayan ve onlara kendilerinin o yaratıcıya ait olduklarını hissettiren niteliklerle kalplerini coşturma ile başlıyor. Yine bu sure onlara, yüce Allah’ın güzelliğini taşıdıklarını, onların şu gezegende O’nun kulu ve askerleri olduklarını bu arada kendilerinin O’nun planladığı ve istediği bir durum üzere bulunduklarını, kendisinden bir tercih ve onlara bir ihsan olmak üzere kendilerine imanı sevdirdiğini ve kalplerine güzel gösterdiğini hissettiren niteliklerle coşturuyor kalplerini…
O halde iman edenlerin yüce Allah nerede olmalarını istiyorsa orada durmaları ve yüce Allah’ın huzurunda gerek kendi haklarında gerekse başkaları hakkında hüküm ve yöneltmesini bekleyerek, emredileni yapmak, dağıtılandan hoşnud olmak hep O’na teslim edip O’na teslim olmak üzere beklemeleri gerekir.
“Ey inananlar! Allah’ın ve peygamberinin önüne geçmeyin, Allah`tan korkun. Şüphesiz Allah,işitendir, bilendir.”
Ey iman edenler! Ne kendiniz hakkında ve ne de çevrenizde yaşantınızla ilgili işlerde yüce Allah’a ve O’nun Peygamberine karşı öneride bulunmayınız. Bir konu hakkında yüce Allah Peygamberinin dili ile bir şey söylemeden önce sizler konuşmayınız. Sizler bir konu hakkında, yüce Allah’ın ve O’nun elçisinin sözüne başvurmadan hüküm vermeyiniz.
Bu ayetin tefsiri olarak Hz. Katade der ki: “Bize bazı `şu konuda şöyle şöyle bir ayet inseydi, şunun gibisi doğru olsaydı daha iyi olurdu’ şeklinde sözler sarfettikleri naklolundu da yüce Allah bu davranışları çirkin gördü: ‘ Avfi der ki: “İnsanlar O’nun huzurunda konuşmaktan yasaklandılar.”
Mücahid de: “Bir konu hakkında yüce Allah Peygamberinin dili üzere hükmünü verene kadar, Peygambere danışmadan kendi başınıza hareket etmeyiniz” der. Hz. Dahhak ise: Yüce Allah’ı ve Peygamberini bırakıp da dininizin hükümleri ile ilgili olarak hüküm vermeyiniz, der. Talha oğlu Ali İbni Abbas’tan naklederek: ayetin anlamı Kitap ve sünnete aykırı olarak bir şey söylemeyiniz, demektir, der.
Bu ayet Allah’a ve O’nun Peygamberine karşı takınılması gereken terbiyenin ifadesidir. Ve yine bu ayet emir alma ve yerine getirme konusunda bir sistemin ifadesidir. Ve bu ayet yasama (kanun koyma) ve aynı zamanda ona göre hareket etmeye dair prensiplerden birini oluşturmaktadır. Bu prensip yüce Allah’tan korkma prensibinden doğmakta ve sonunda yine ona bağlanmaktadır. Şu yüce Allah’ın çok işiten ve çok bilen olduğu bilincinden kaynaklanan Allah korkusuna bağlanmaktadır. Ve bütün bunlar, şu büyük ve köklü gerçekleri canlandıran ve onlara dokunan kısa bir tek ayette yeralıyor.
Mü’minler Rabb’lerine ve Peygamberlerine karşı terbiyelerini takınmışlar ve artık yüce Allah’a ve O’nun Peygamberine karşı içlerinden hiçbir kimse öneri getiremez, içlerinden hiçbir kimse Resulullah görüşünü belirtmesini istememiş ise görüş ileri süremez olmuştur. Artık mü’minlerden hiçbir kimse bir konuda veya bir hüküm hakkında kendi görüşü ile hüküm veremez olmuş, ancak daha önce o konuda yüce Allah’ın ve Peygamberinin sözüne başvurmak gereğini hissetmiştir.
İmam Ahmet, Ebu Davut, Tirmizi ve İbni Mace Hz. Muaz’da naklederek anlatırlar: Resulullah kendisini Yemen’e vali olarak gönderirken ona sorar: “Ne ile hüküm vereceksin?” O da: “Yüce Allah’ın kitabı ile” karşılığını verir. Resulullah: “Ya aradığın hükmü onda bulamazsan?” diye sorar. Hz. Muaz: “Allah’ın Peygamberinin sünnetine başvururum” karşılığını verir. Resulullah tekrar sorar: “Ya onda da aradığın hükmü bulamazsan?” Hz. Muaz: “Kendi görüşüme göre ictihat ederim” deyince, Peygamber elini göğsüne vurarak der ki: “Hamdolsun Allah’a ki, Allah’ın Peygamberinin göndermiş olduğu elçiyi Allah’ın Peygamberini hoşnud kılacak bir şeye başarılı kıldı: ‘
Ve bu terbiye öyle bir noktaya varır ki, Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- onlara o günkü günlerini, bulundukları yeri sorar, onlar bunu gerçekten bildikleri halde, cevap vermekten çekinirler. Yüce Allah’ın ve O’nun elçisinin huzurunda “ileri gitme” durumuna düşmekten korktukları için sadece “Allah ve O’nun Resulü daha iyi bilir” diye cevap verirler.
Ebu Bekir’in naklettiği bir hadiste Sakif’li El Haris oğlu Nefi’ der ki: Resulullah veda haccında bizlere “Bu ay hangi aydır?” diye sorduğunda bizler: “Allah ve O’nun Peygamberi daha iyi bilir” dedik. Peygamber sustu. Bizler zannettik ki Peygamber o aya başka bir isim verecek. Resulullah devamla: “Zilhicce ayı değil mi?” diye sordu. Bizler de “Evet” dedik. Peygamber sordu: “Bu belde neresidir?” Bizler: “Allah ve O’nun Peygamberi daha iyi bilir dedik. Peygamber sustu. Bizler Resulullah oraya başka bir isim verecek zannettik. Bunun üzerine Resulullah: “Haram belde değil mi?” diye sorunca “Evet” dedik. Sonra Resulullah: “Bugün hangi gündür?” diye sordu. Bizler: “Allah ve O’nun Peygamberi daha iyi bilir” dedik. Peygamber bir süre sustu. Bizler zannettik ki O bu güne başka bir isim verecek. Peygamber: “Kurban bayramı günü değil mi deyince bizler “Evet” dedik.
İşte bu yüce Allah’a karşı edep, O’ndan çekinme ve takva manzarasıdır. Müslümanlar bu seviyeye, bu seslenişi, bu yönlendirmeyi ve çok işiten ve bilen Allah’tan korkmaya çağıran işareti duyarak yükselmişlerdi.
İkinci edeb ise, müslümanların Peygamberleri ile konuşmalarında, ona seslenişlerinde görülen ve kalplerinde ona besledikleri saygıdır. Bu öyle bir saygıdır ki, onunla konuşurken ses tonlarında ve seslenişlerinde ortaya çıkmalı, davranışlarında Resulullah’ın şahsını kendileri ile bir tutmamalı onun aralarında bulunduğu andaki davranışları farklı olmalıdır. Yüce Allah onları bu sevimli seslenişle bu terbiyeye çağırmakta ve bu korkunç uyarıya aykırı davranmamaları için onları sakındırmaktadır.
“Ey inananlar! Seslerinizi, peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.“
Ey inananlar… Kendilerini imana çağıran Peygambere saygı beslemeleri için… Siz farkına varmadan amellerinizin boşa gitmemesi için… Bu uyarı onlar bilmeden, hissetmeden amellerinin boşa gitmesi sonucunu doğurabilecek bu kaygan zeminden kaçınmaları ve korkmaları içindir.
Bu sevimli sesleniş, bu korkunç uyarı onları ruhlarında gerçekten derin ve şiddetli etkisini göstermişti.
İmam Buhari der ki: Bize Luhm kabilesinden Safvan oğlu Büsre nakletti. Ona Ömer oğlu Nafi, ona da Ebu Müleyke’nin oğlu haber vermiştir. Ebu Müleyke oğlu der ki: İki hayırlı kişi (Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer) az kalsın mahvolacaklardı… Hicretin dokuzuncu senesi, Resulullah’a Temim oğullarından bir heyet gelince bu iki hayırlı kişi Resulullah’ın huzurunda seslerini yükseltmişlerdi. Birisi, Temim oğullarına başkan yapsın diye Mücaşi oğullarının kardeşi olan Habis oğlu Akra’ı tavsiye eder. Diğeri başka bir kişiyi tavsiye eder. Nafi derki: Adını hatırlamıyorum. (Başka bir rivayette o kişinin Mabed oğlu Ka’ka olduğu yer alır) Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir Hz. Ömer’e “Senin maksadın sırf benim görüşüme aykırı davranmaktır” der. Hz. Ömer: “Hayır senin görüşüne aykırı davranmak değil gayem” der. Ve bu konuda sesleri yükselir. Ve yüce Allah şu ayeti indirir:
“Ey inananlar! Seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.”
Hz. Zübeyr’in oğlu der ki: Hz. Ömer bu ayetin inişinden sonra, Peygamber ona ne söylediğini sorup anlamaya çalışmadıkça, o kendi yanından sesini yükseltip de ona bir söz işittirmemiştir. Hz. Ebu Bekir’in de, “Bu ayet inince, ya Resulallah, vallahi seninle ancak sır kardeşim gibi (yani fısıltı gibi) konuşacağım dedim” diye söylediği rivayet olunur.
İmam Ahmet der ki: Bize Haşim, ona Muğira oğlu Süleyman, ona Sabit, ona da Malik oğlu Enes’ten naklederek der ki: “Ey inananlar! Seslerinizi Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider” ayeti inince, yüksek sesli olan Şemmas oğlu Kays oğlu Sabit der ki: Peygambere karşı sesini yükselten bendim. Ben cehennemliğim. Amelim boşa gitti. Ve Hz. Sabit üzüntü içinde evinde ailesinin arasında oturur, dışarı çıkmazdı. Bunun üzerine Resulullah onu arar ve birkaç kişi doğruca Hz. Sabit’e giderler. O’na: “Resulullah seni arıyor neyin var?” diye sorarlar. Hz. Sabit: “Resulullah’ın sesi üzerine sesini yükselten benim, ona karşı sesini yükseltip bağıran benim. Amelim boşa gitti. Ben cehennemliğim” der. Sabit’in evine gidenler, dönüp, onun söylediklerini Peygambere bildirince, Resulullah “Hayır, aksine o cennetliklerdendir” buyurur. Bu hadisi bizlere nakleden Hz. Enes der ki: “Bizler Hz. Sabit’i aramızda yürürken görür ve onun cennetliklerden olduğunu bilir ve öyle kabul ederdik…”
Böylece o insanların kalpleri bu sevimli seslenişin ve şu korkunç sakındırmanın etkisi altında işte böylece titremiş ve şiddetle sarsılmıştır. O insanlar, farkına varmadan amelleri boşa gider korkusu ile Resulullah’ın huzurunda böylece edeplenmişler, edebi elde etmişlerdir. Zaten amellerinin boşa gittiğinin farkına varsalar, durumlarını düzeltirlerdi. Ancak ne varki, kendilerine gizli kalan bu kaygan zemin onlara çok daha korkunç geliyordu, bunun için o zeminden korkmuşlar ve sakınmışlardır.
Yüce Allah onları takvaya ve seslerini Resulullah’ın huzurunda kısmaya hayret verici bir ifade biçimi ile çağırıyor.
“Allah’ın Peygamberinin yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.”
Takva büyük bir bağış ve büyük bir lütuftur. Yüce Allah onu, imtihandan, denemeden ayıklamadan ve deneyden sonra kalplere lütfeder. Yüce Allah takvayı, ona hazır olan ve onu hak etmiş olduğunu ispat eden kalbe yerleştirir. Seslerini Peygamberin huzurunda kısan kimselerin yüce Allah kalplerini denemiş ve bu bağışı (takva bağışını) almak üzere kalplerini hazırlamıştır. Ve yüce Allah takvanın yanında takva ile onlar için bağışlama ve büyük bir mükafat yazmıştır. Korkunç sakındırmadan sonra, derin bir teşviktir bu. Yüce Allah seçkin kullarının kalplerini bununla terbiye etmiş ve bu terbiye ve nurun yol göstericiliğinde ilk çağın (sahabe çağı) insanlarının yönelmiş oldukları büyük dava için onları hazırlamıştı.
Mü’minlerin önderi Hattab oğlu Ömer’den nakledilir ki, Peygamber, mescidinde yüksek sesle konuşan iki kişinin sesini duyar. Derhal gelerek onlara: “Siz nerede olduğunuzu biliyor musunuz?” Sonra: “Nerelisiniz?” der. Onlar da, “Taifliyiz” deyince, Hz. Ömer “Eğer siz Medineli olsaydınız, sizleri dövüp canınızı yakardım” der.
Bu ümmetin alimleri bunu bildiklerinden demişler ki, sağlığında Resulullah’ın huzurunda yüksek sesle konuşmak nasıl mekruh ise, her durumda ona hürmet etmek için kabrinin yanında da yüksek sesle konuşmak mekruh olur.
Sonra yüce Allah “Heyetler yılı” diye isimlendirilen hicretin dokuzuncu yılında Temim oğullarından bir heyetin Resulullah’a geldiği zaman meydana gelen bir olaya değinmektedir. Bu yıla “Heyetler yılı” denmesinin nedeni, Mekke’nin fethinden sonra her yerden heyetlerin gelmesi ve islama akın akın girmelerinin bu yıl gerçekleşmesi yüzündendir. Bu gelen insanlar, çölde yetişen bedevi ve kaba insanlardı. Bunlar, Peygamber mescidine açılan hanımlarına ait odaların girişinden bağırarak “Ey Muhammed! Gel yanımıza” diye sesleniyorlardı. Resulullah bu kabalığı ve bu rahatsız etmeyi hoş görmedi, bunun üzerine aşağıdaki ayet nazil oldu: