Hamd; Alemleri yoktan var eden, Rahman ve Rahim, Din günün sahibi, kendisinden başka bir ilah bulunmayan, yarattıklarını rızıklandıran, yegâne Hakimiyetin sahibi olan Allah (c.c)’ya mahsustur. Salat ve Selam; Alemlere rahmet olarak gönderilen, kendisine itaat edilmedikçe kurtuluşun asla mümkün olmayacağı, Allah (c.c)’ın dininden asla taviz vermeyen, , müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı ise şiddetli olan Rasulullah(sav)’a, aline, ashabına ve onun izinden giden müminlerin üzerine olsun inşaAllah.
İnsanlığın yaratılış gayesine uygun yaşayabilmesi, İslâmi bir hayatın başlaması ve tüm insanların İslâm ile tanışabilmesi ancak İslâm’a davet ile mümkündür. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette davet ile ilgili Nebi, Resül ve onların dışında kavimlerin kıssaları bizlere anlatılmıştır. Tüm bu kıssaların ortak özelliği İslâm davası ve bu davanın yeryüzünde hâkim kılınmasıdır.
Dava; sözlükte “çağırmak, seslenmek, duâ etmek, getirilmesini istemek” anlamına gelmektedir. Davet”, insanları hakka, hidâyete, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrıdır; dava da bu çağrıyı yaptıran bilince sahip olmaktır… O yüzden dava adamı olmadan davetçi olunmaz. Davetçi olmayan bir kimse de dava adamı sayılmaz.
Hangi dava? Kur’an’ın ifadesiyle, ‘dağların bile, üzerine aldığında korkudan parça parça olacağı’ (Haşr-21) dava… ‘İnsandan başka, her şeyin yüklenmekten çekindiği’ (Ahzâb-72) dava … Onun büyüklüğünün farkında olanları inim inim inleten, dizlerinin bağını çözen, mağaralarda inzivaya çektiren, çöllerin yalnızlığına sürükleyen dava… nasıl bir davaydı?
Evet, bu, kulluk davasıdır ki her şeyin sahibi olan Hz. Allah’ın (c.c.), insana yüklediği en büyük görevdir.
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım.” (Zâriyât-56) beyanı ile insana görevini bildiren Allah(c.c) bu ağır yükü insana vermiştir.
Kâmil insan, rehberimiz, önderimiz ve örneğimiz Hz. Muhammed’i(s.a.v); var olan acılara ilâve olarak daha büyük imtihanlara, hayatı boyunca büyük zorluklara sabrettiren dava, kul olma davasıydı. O, önce kul, sonra Resül’dü.
Bu öyle bir dava ki, tek önderimiz Peygamberimiz’e (sav): “Bir elime Güneş’i, diğer elime Ay’ı verseniz, bu dâvâdan vazgeçmem!” dedirtiyordu. Bu öyle bir dava ki, Hz. Ömer’e hicret esnasında: “İşte ben Medine’ye hicret ediyorum. Kim karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak istiyorsa, sabahleyin Mekke çıkışında beni takip etsin!” dedirten bir dava. Öyle bir dava ki; kılıçla başı kesilirken, “ben kazandım!” diye katiline haykırmayı öğreten bir dava. Bu öyle bir dava ki, “düşman askerleri toplandı, üzerinize geliyor, korkun onlardan” denilince imanları artıp “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” dedirten bir dava…Hz. Ebubekir’e: “Bunu Muhammed mi söylüyor? Öyleyse doğrudur!” dedirten dava…Allah yolunda, Allah için yaşayıp aynı gaye uğrunda şehit olmak..İşte dava bu…Allah’la alışveriş yaptıran, en kazançlı ticarete imza attıran İslam Davamız
İbn Teymiyye’ye şu sözü söyleten dava: “Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki? Benim cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gidersem o da benimle birliktedir. Eğer beni zindana koyarlarsa, zindanım bana halvet yeri olur… Beni öldürürlerse, öldürülmem şehâdet olur… Beni sürgün ederlerse, sürgünüm seyahat olur…”
Seyyid Kutub’a “Bin tane başım olsa bu dava uğruna hepsini seve seve veririm” dedirten dava…
Evet, bu öyle bir dava ki mallarını ve canlarını Allah’a sattıran, O’nu razı ve memnun etmek için her türlü acıya katlandıran dava
“Dava bilincine sahip kardeşim, vazifen, dikenler arasından güller toplamaktır. Ayağın çıplaktır, batacak. Elin açıktır, dikenler ısıracak. Buna sevineceksin. Çöllere sürülürsen kanınla ağaç yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak, yakacaklar, yıkacaklar. Sen, sana yakışan olgunlukla tavır koyacaksın. Bazen sabırla bazen kahırla, bazen susarak bazen gürleyerek hakkı gündemleştireceksin…Makamlar, servetler teklif etseler davanı satmayacak, kendini azaba atmayacaksın. Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse, kazma yok demeyecek ve iğne ile oyacaksın. Unutma! Nerede olursan ol, küfrün temelini çürüteceksin. Dava adamı Müslüman bilir ki, bu yol kıldan ince, kılıçtan keskincedir. Her kişinin yolu değil, “er” kişinin yoludur. Hak yolda tek başına da kalsan, Tevhid Bayrağını elinden bırakmayacak, onu teslim edeceğin birilerini yetiştireceksin. Hakkı anlatacaksın, Hak için, hakkı hakkıyla yaşayarak hak kitabın tercümanı olacaksın…
“(Gerçek) mü’minlere yardım etmek Bizim üzerimize haktır.” (Rum-47)
Selâm olsun, Allah’ın davasını seçen dava erlerine…
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN