KELİMELER VE KAVRAMLAR (109) VELİ-DOST
Veli –Dost
Dost, arkadaş, yardımcı, birinin işini üstlenen, yönetici, ermiş kişi. Çoğulu evliya.
Veli kelimesi Kur’ân’da hem Allah hem de diğer varlıklar için kullanılır. Allah’ın esmâü’l-hüsnâsından biri de el-Veliy’dir. Kelime Allah için kullanıldığında dost, yardımcı, işleri yürüten anlamlarını belirtir. Allah’ın velilik niteliği çeşitli âyetlerde dile getirilir. Buna göre Allah, iman edenleri karanlıklardan aydınlığa çıkaran (el-Bakara, 2/257), mülkünde, kudret ve yüceliğinde ortağı olmayan ve korumanın kaynağı olan (el-İsra, 17/111, Kehf, 18/26), rahmetini yayan, dostunu yücelten (eş-Şûrâ, 42/28), göklerin ve yerin yaratıcısı (el-En’am, 6/14), Kitab’ı indiren, barışseverleri kollayıp gözeten (el-A’râf, 7/196), yalnız dünyada değil, ölümle bizi bırakıp gidenlerin ardından da bizi kucaklayan sonsuz vefalı (Yûsuf, 12/101) bir velidir.
Yüce Allah’ın sıfatı olarak el-Veli; bütün varlıkların mutlak hükümdarı, yegâne mutasarrıfı, yardım edeni, yöneticisi, seven ve mahlûkat işlerini tekeffül edendir.
Mevla kelimesi ise; kendisinden yardım ve destek beklenendir. Allah mülkün gerçek sahibi olduğu için Mü’min kulun O’na sığınmaktan başka çaresi yoktur. Nitekim köle ancak sahibinden yardım bekler. Zira kölenin efendisine onun mevlası da denir. Her şeyin hakiki sahibi Allah olduğuna göre müminlerin hakiki Mevlasıda ancak Allah’tır. O’nun dışında ki Mevlalar ancak izafidir.
Allah ( c.c) bütün insanları ve cinleri yaratıp onlara sayısız nimetlerle bayat vermiştir, kulluk yapmalarını emretmiş ve imkânlarla yol göstermiştir. Kullara vermiş olduğu irade ile seçme yetkisi ve imkânını vermiştir. Rıza-i Bari’ye uygun olarak hareket edenlere dost olup onları saadeti dareyn ile müjdelemiştir. İsyan ve düşmanlık yolunu seçenlere ise dost olmayıp onları şiddetli azap ile uyarmıştır. Allah (c.c) haber verdiği azabı kulların üzerine indirdiği zaman O’na engel olabilecek hiçbir güç sahibi yoktur. Kâfirlerin dostları olan tağutlar da Allah’ın azabına karşı hiçbir şey yapmaya muktedir değillerdir. Allah’ın dostluğundan çıkmak en büyük hüsrandır.
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah Teâlâ hazretleri şöyle ferman buyurdu: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” [1]
“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kendi kavimlerine demişlerdi ki: Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında tapmakta olduklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir…”(Mümtehine 4)
Dosta dost düşmana düşman olmak inancın gereğidir; Bu konuda Seyyid KUTUB (Rah) şunları kaydetmektedir;
“Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ve ne de hıristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır.” İşte asıl sebep budur. Onların eksiği delil değildir. Onların eksiği senin haklı olduğuna, Rabbin tarafından sana gelen mesajın gerçek olduğuna inanmamak değildir. Onlara olanca delillerini sunsan, olanca sevgini önlerine sersen bunların hiçbiri ile hoşnutluklarını kazanamazsın. Ancak dinlerine uymakla ve yanındaki gerçeğe sırt dönmekle onların hoşnutluğunu kazanabilirsin.
Her dönemde ve her yerde somut olarak karşımıza çıkan sürekli anlaşmazlık konusu, değişmez çıbanbaşı budur. Bu çıbanbaşı inanç meselesidir. Yahudilerin ve hıristiyanların müslüman cemaate karşı verdikleri amansız savaşın gerçek mahiyeti budur. Bu mücadele, her ne kadar zaman zaman birbirleri ile çatıştıkları görülüyorsa da bu iki kamp ile İslam arasında kıyasıya devam etmektedir. Bazan aynı inanç kampının alt grupları arasında da sürtüşme olur. Fakat bu alt gruplar İslâm’a ve müslümanlara karşı her zaman eleledirler.
Dediğimiz gibi bu mücadele, temelde ve gerçek mahiyeti ile bir inanç savaşıdır. Fakat İslâm’ın ve müslümanların bu iki koyu düşman kampı, bu savaşa değişik renkler yakıştırırlar; olanca hilekârlıklarını, kurnazlıklarını, ikiyüzlülüklerini kullanarak bu savaş için çeşitli kılıflar uydururlar.
Onlar din sancağı altında müslümanların karşısına çıktıklarında onların dinleri ve inançları uğruna nasıl kahramanca çarpıştıklarını tecrübe etmişlerdir. Bu yüzden dinimizin bu tarihi düşmanları uyanmışlar ve savaşın rengini değiştirmişlerdir. Artık onlar bu savaşın asıl niteliğini ortaya koyarak inanç savaşı olduğunu açıkça söylemiyorlar. Öyle söyleseler müslümanların inançları uğruna gösterecekleri kahramanlıktan, bu kahramanlığın getireceği coşkunluktan korkuyorlar. Bunun yerine aradaki savaşa “toprak savaşı”, “ekonomik savaş”, “siyasi savaş”, “stratejik savaş” gibi adlar takıyorlar. Ayrıca aramızdaki aldanmış gafillerin beyinlerine sokmaya çalışıyorlar ki, inanç savaşı, artık anlamsız bir eski hikâye olmuştur, artık o sancağı havaya kaldırarak onun ismi altında savaşmak yersiz ve geçersizdir. Böyle bir şeye ancak tutucular, gericiler girişirler!
Onlar bu zehirli propagandayı inanç coşkunluğundan ve kahramanlığından kurtulmak için yapıyorlar. Oysa onlar, yani uluslararası Siyonizm, dünya Hıristiyanlığı ve bunlara ek olarak evrensel Komünizm soğukkanlı bir kararlılık içinde öncelikle bu granit kayayı parçalamak amacı ile müslümanlara karşı savaşmaktadırlar. O granit kaya ki, yüzyıllar boyunca ona toslamışlar ve her defasında tümünün kafatası parçalanmıştır. Bu savaş inanç savaşıdır.[2]
Velayetin siyasi görüntüleri:
İslam mü’minleri hangi renkten hangi ülkeden ve hangi soydan olurlarsa olsunlar veli ilan ediyor. Onların birbirleri üzerinde velayet hakları vardır. Onlar bu hakkını bir iman borcu olarak almaktadırlar. Şüphesiz küfredenler inanmamakta direnenler ve İslama karşı her araca başvurarak mücadele edenlerde birbirlerinin velileridir. (Tevbe 73) Onlar her türlü günah işinde birbirlerine destek olurlar birbirlerine yardım ederler. Dünyada iken Allah’y-tan başkasını veli edinenler hem dünyada hemde kıyamette bir veli ve yardımcı bulamıyacaklardır ( Nisa 173, Kehf 17, Ahzab 65)
İslami yönetim sisteminde Ulu’l Emr ‘in diğer adı Veliyyül emr ‘dir. İşin velisi anlamındaki bu deyim oldukça anlamlıdır. Mü’minlerin din ve dünya işlerinin emanetini yüklenen emir sahipleri onların velayetini almış onların velileri durumuna gelmiş kimselerdir. Bu velayet hakkınında gerçek veli olan Allah’ın hükümlerinin uygulaması işle elde edileceği açıktır. İman etmeyen Müslümanları gittiği yoldan gitmeyenlere bu işleri yapma veliliği (Veliyyul Emr) emaneti verilmez. [3]
[1] Buhârî, Rikak 38
[2] Fi Zilali’l Kur’an – (Bakara 120)
[3] H. Ece İslamın temel kavramları