sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 196. AYET-İ KERİME

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 196. AYET-İ KERİME
09.04.2024
184
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

196-Haccı ve Umreyi Allah içirt tamamlayın. Eğer Hacdan men oiu-nursanız, size gücünü/ün yettiği bir kurban gerekir. Kurban yerinc^ar-madan başınızı tıraş etmeyin. Sizden kim hasta olur veya başında bir ra­hatsızlık bulunursa tıraş olabilir ve bunun için, oruç tutmak veya sadaka vermek veya kurban kesmek suretiyle fidye verir. Eğer emniyet içindeyse­niz, Hac zamanına kadar Umre yapana, gücünün yettiği bir kurban gere­kir. Kurban bulamayan kimseye, Hac sırasında üc gün, döndüğünüzden sonra da yedi gün oruç tutması gerekir. Bu tam on gündür. Bu hüküm, ai­lesi Mescid-i Haram çevresinde oturmayan kimse içindir. Allah’tan kor­kun ve bilin ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.

Allah’ın emrettiği gibi ve onun rızasını kazanmak için Haccı bütün farz ve sünnetleriyle. Umre1 yi de bütün hüküm ve sünnetleriyle tamamlayın. Eğer hapis, düşman korkusu ve hastalık gibi bir sebeple engellenir de Kâbeye ulaşa-mazsanız, ihramdan çıkmak için, gücünüzün yettiği bir kurban kesmeniz gere­kir. Bu kurban yerine varmadan başınızı tıraş etmeyin. Sizden kim, bir hastalık veya baş ağrısı yahut herhangi bir haşereden dolayı başını tıraş etme zorunda kalırsa bunun için ceza ve fidye olarak üç gün oruç tutması yahut her fakir için yanm sa’ ölçüsüyle altı fakiri doyurması yahut da bir koyun kurban etmesi gere­kir. Başını tıraş etme zorunda kalan bu kişi, bunlardan istediğini yapmakta ser­besttir. Eğer korkudan emin olmuş veya hastalığınız geçmişse ve Umreyi yap­tıktan sonra Hac gününe kadar ihramdan çıkmışsanız en az bir koyun kurban et­meniz gerekir. Bu halde kim kurban bulamazsa, üç gün Hac sırasında, yedi gün de memleketine döndüğü zaman oruç tutar. Kurban bulamadığınız takdirde tu­tacağınız orucun sayısı böylece on gün eder. Bu hüküm, Hareme yakın okiuklan için namazı seferi olarak değil de tam kılan kişiler için söz konusu değildir. Ailesi, Mescid-i Haram çevresinde oturmayanlar içindir. Allahm emirlerine ita­at edip yasaklarından kaçınarak ondan korkun ve kesin olarak bilin ki, Allanın, yasaklarına uymayanlara karşı cezası pek şiddetlidir.

* Bu âyet-i kerimede Hacla ilgili çeşitli hükümler zikredilmektedir. Bun­ları ayrı ayn izah etmek faydalı olacaktır. Önce kısaca Hac ve Umre ile ilgili bazı açıklamalar verip sonra da âyetin bölüm bölüm izahını görelim:

HAC: Belirli zamanda, Arafatta vakfe yaparak Kâbeyi ziyaret edip diğer menasiki eda etmektir.

UMRE: Belli bir vakte bağlı olmaksızın, usulüne göre ihrama girdikten sonra Kâbeyi tavaf edip Safa ile Merve arasında sa’y etmekten ibarettir. Tavaf ve Sa’y den sonra tıraş olarak ihramdan çıkılır. Böylece Umre tamamlanmış dur.

Haccın Eda Ediliş Şekilleri

Hacca İfrat: Hacc-ı İfrat, Umresiz yapılan Hacdır. Hac ayları için­de Hacdan önce umre yapmaksızın sadece Hac menasikini eda edenler Hacc-ı İfrat yapmış olurlar. Hacc-ı ifrat yapmak üzere sadece Hac niyetiyle ihrama gi­renler, Hac menasiki sona ermeden ihramdan çıkamazlar. Bunlann, Hac esna­sında şükür kurbanı kesmeleri vacip değildir.

Hacc-I Kıran: Hacc-ı Kıran, hac ve Umreye aynı zamanda niyetle­nip ikisini bir ihramda birleştirerek yapılan hacdır. İhrama girerken Umre ve Haccm her ikisine de niyet ederek Hac ayları içinde Önce Umre yapıp ihramdan çıkmadan Hac menasikini eda eden kimse Hacc-ı kıran yapmış olur. Hacc-ı kı­ran yapanların tıraş olup ihramdan çıkmadan şükür kurbanı kesmeleri vaciptir.

Hacc-I Temettü: Aynı yılın Hac aylan içnde Umre ve Haccı ayrı ayrı niyet ve ihramlarla eda etmektir. Hac aylan içinde usulüne göre Umre ya­pıp ihramdan çıktıktan sonra Hac günlerinde yeniden ihramlanarak Hac menasi­kini eda eden kimseler Hacc-ı Temettü yapmış olurlar. Hacc-ı Temettü yapacak olanlar, mikatta umre için ihrama girerler. Umreyi yaptıktan sonra tıraş olupih-ramdan çıkarlar. Terviye gününe kadar Mekkede ihramsız olarak beklerler. Ter-viye günü Hac niyetiyle Mekke’de yeniden ihrama girerek Hac menasikini eda ederler. Hacc-ı Temettü yapanların, Hacdan sonra tıraş olup ihramdan çıkmadan şükür kurbanı kesmeleri vaciptir.

Bu Hac şekillerinin hangisinin daha faziletli olduğu hususunda çeşitli gö­rüşler vardır: Ebu Hanifeye göre, bunlardan en faziletlisi, Hacc-ı Kıran sonra Hacc-ı İfrat sonra Hacc-ı Temuttudur. Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre ise bun­ların en faziletlisi, Hacc-ı Kıran sonra Hacc-ı Temettü sonra Hacc-ı İfrattır. İmam Şafnye göre ise bunların en faziletlisi, Hacc-ı ifrat sonra Hacc-ı Temettü sonra Hacc-ı Kırandır. Ancak Şafüye göre Hacc-ı ifratta da Umre yapmak lazımdır.

Ayet-i kerimenin başında: “Haccı ve Umreyi Allah için tamamlayın.”

buyurulmaktadır. Müfessirler bu ifadeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.

a- Alkame, İbrahim en-Nehai, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Rebi’ b. Enes’ten nakledilen bir rivayete göre, onlar âyetin bu bölümünü şöyle izah et­mişlerdir: “Ey müminler, sizler Haccı bütün menasik ve sünnetler iyi e, Umreyi de tayin edilen şekli ve sünnetleriyle eda edin. Her ikisini de Beytullah’ı tavaf ederek tamamlayın.”

b- Hz. Ali, Said b. Cübeyr ve Tavus ise: “Burada zikredilen “Haccı ve Umreyi tamamlayın.” ifadesinden maksat kişinin Hac ye Umreden her biri için ailesinin bulunduğu evinden başlamak üzere ayrı ayrı ihrama girmesidir.” de­mişlerdir.

c- Katade ve Kasım b. Muhammed’den nakledilen başka bir görüşe göre burada zikredilen “Haccı ve Umreyi tamamlayın” ifadesinden maksat, Umrenin tek basma, hac aylan dışında yapılması, Haccın da tek başına bütün menasikiyle yerine getirilmesi ve Hacc-ı Kıran veya Temettudan doğan kurban kesmenin gerekli olmamasıdır. Bunlara göre Hac aylarında yapılan Umre tam Umre sayıl- • maz. Buna Hacc-ı Temettü denir.                                           d- Süfyan es-Sevriden nakledilen başka bir görüşe göre burada zikredilen “Haccı ve Umreyi tamamlayın” ifadesinden maksat, Hac ve Umre yayan kim­senin, ailesinden sırf bunları yapmak üzere ayrılıp yola çıkmasıdır. Bunları yap­makla birlikte ticaret veya bir ihtiyacı gidermek gibi başka bir maksat güden in­san Hac ve Umresini tam yapmış olamaz.

e- İbn-i Zeydden nakledilen diğer bir görüşe göre “Haccı ve Umreyi ta-mamlamak”tan maksat, bunlara başladıktan sonra bırakmadan bitirmektir.

Müfessirler, Haccın farz olduğu hakkında ittifak etmişler: “Oraya gitme­ye gücü yeten herkese, Allah için Kâbeyi haccetmek farzdır.  âyetine daya­narak Haccın farz olduğu hakkında ittifak etmişler ancak Umre’nin farz mı yoksa sünnet mi olduğu hakkında iki görüş zikretmişlerdir.

1- Bir kısım müfessirlere göre Hac gibi Umre yapmak ta farzdır. Bu gö­rüş, Ebu Bürde, Mesruk, süddi, Şa’bi ve Hz. Ali’den nakledilmiştir. Onlar, gö­rüşlerine delil olarak “Haccı ve Umreyi Allah için tamamlayın” hayetini zikret­mişlerdir. Çünkü bunlara göre “Tamamlayın” ifadesinden maksat, ‘”terine geti­rin, ayakta tutun.” demektir. Bu ifade namaz için kullanıldığında nasıl ki nama­zın farz olduğunu beyan ediyorsa Hac ve Umre için kullanıldığında onların her kanaatine vardıkları şu hadislerin de Umre’nin farz okluğunu gösterdiklerini söylemişlerdir.

Ebul müntefik diyor ki: “Ben, Arafatta Resulüllah’ın yanına varıp ona yaklaştım. Öyle ki benim bineğimin boynuyla onun bineğinin boynu yan yana gelmişti. Biri diğerinden daha öndeydi. Dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, sen ba­na, beni Allah’ın azabından kurtaracak ve beni cennete koyacak bir ameli bil­dir.” Resulullah da buyurdu ki: “Allah’a kullak et hiçbir şeyi ona ortak koş­ma, Farz olan namazı kıl, farz olan zekâtı ver, Hac yap ve Umre yap.

Ebu Rezin diyor ki:

“Dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, babam yaşlı bir ihtiyar. Hac ve Umre yapmaya, yolculukta bulunmaya gücü yetmiyor. “Resulullah buyurdu ki: “Ba-babnın yerine Hac ve Umre yap.

Ebu Kılade, Resulüllah’ın, hutbe okurken şunları .söylediğini zikretmiştir: “Allah’a kulluk edin ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Zekatı verin, Hac ya-pm.Umre yapın, doğru olun, size de doğru davramlsın.”

2- Diğer bir kısım müfessirler ise Umre’nin farz olmayıp nafile bir ibadet olduğunu “Haccı ve Umreyi Allah için tamamlayın.” âyet-i kerimesinin Umre­nin farziyetini ifade etmediğini söylemişlerdir. Ancak bir insanın Umre’ye baş­ladıktan sonra onu bitirmeden bırakacak olursa onu tamamlama mecburiyetinde olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, Abdullah b. Mes’ud İbrahim en-Nehat ve Şa’bi gibi âlimlerden rivayet edilmiştir. Her ne kadar Şa’biden bir önceki görüş te rivayet edilmişse de bu görüşte olduğunu söylemek, tercihe şayan olanıdır. Taberi de bu görüşü tercih etmiş. Umre hakkında ihtilaf edilmesine rağmen, farziyetini iddia edenlerin kesin delilleri bulunmadığını, bir kısım zayıf senetli hadislerle Umre’nin farz olduğunu söylemenin doğru olmayacağım bildirmiş, ayrıca Umre’nin bir nafile ibadet olduğunu belirten şu gibi hadislerin bulunduaynca Umre’nin bir nafile ibadet olduğunu belirten şu gibi hadislerin bulundu ğunu da zikretmiştir.

Cabir b. Abdullah diyor ki:

“Resulullah (s.a.v.)den, Umre hakkında “O farz mıdır?” diye soruldu. Resulullah da: “Hayır fakat Umre yapmanız daha cfdaldir.” buyurdu,

Talha b. Ubeydullah diyor ki:

“Resulullah buyurdu ki: “Hac cihaddır Umre ise nafile.

Ayet-i kerimede: “Eğer Hac’dan men olunursanız size gücünüzün yet­tiği bir kurban gerekir.” buyurulmaktadir. Âyetin bu bölümünde geçen ve “Haccdan men olunmak” diye tercüme edilen ifadesinden ne­yin kastedildiğini ve Hac’dan men olunmanın, ne şekilde olduğu takdirde kur­ban kesmek icabettiği hakkında müfessirler iki görüş zikretmişlerdir:

1- Mücahid, Ata, Katade, Urve, İbrahim en-Nehai ve Abdullah b. Ab-bas’tan nakledilen bir görüşe göre burada, insanları Hac yapmaktan alıkoyan ve kurban kesmelerini gerektiren engelden maksat, aslında insan eliyle olmayan hastalık, bineğinin veya kendisinin sakatlanması, düşman korkusu vb. engeller­dir. Ancak düşmanın fiilen engel olması ve herhangi bir kişinin diğerini hapset­mesi de kıyas yoluyla bu engellerden sayılmıştır. Yani bunlara göre netice itiba­riyle Hac yapmak isteyen insanı Hacdan alıkoyan her türlü engel bu âyette zik­redilen engele dahildir. Herhangi bir engelle karşılaşıp ta Hac yapamayan kimse kurban gönderip yerinde kestirdikten sonra ihramdan çıkabilir. Bu görüşte olan âlimler demişlerdir ki: kelimesinin asıl mânâsı, insana engel olan hastalık vb. şeylerdir. Düşmanın zorla engel olmasına ise değil denir. Bununla birlikte düşmanın engel olması da, kişiyi Hacdan alıkoy­ması dolayısiyle sayılmıştır.”

2- Yine Abdullah b. Abbas ve İmam Mâlikten nakledilen diğer bir görü­şe göre bu âyette zikredilen, Hacca engel olan ve kurban kesmeyi gerektiren en­gelden maksat, insan gücüyle ortaya çıkan bir engeldir. Düşmanın engel olması veya herhangibir kişinin başkasını hapsedip tutması gibi bir engelle karşılaşan Hacı adayı, gücünün yettiği bir kurbanı gönderip yerinde kestirdikten sonra ihramdan çıkar. Bu görüşte olanlara göre hastalık, yaralanma ve bir yerin kırılma­sı gibi bedeni arızalar bu âyette zikredilen Haccm engellerinden sayılmazlar. Bunlar, görüşlerine delil olarak bu âyet-i kerimenin, Resulullah’ın Hudeybiye’de Umre yapmasına engel olunması üzerine nazil olmasını delil göstermişlerdir. Zira Resulullah herhangi bir korku veya hastalık yahut bir âfet yüzünden değil bizzat Kureyş müşrikleri tarafından insan gücüyle engellenmiştir. Bu da âyet-i kerimede olarak zikredilmiştir. Bu itibarla hastalık vb. şeyler sayılmaz. Bu gibi hallere maruz kalanlar ihramdan çıkmak için gereğini yapar ve ihramdan çıkarlar.

Taberi birinci görüşü tercih etmiş ve Özetle şunları söylemiştir: Âyette zikredilen engel her ne kadar düşmanın dışındaki engeller ise de düşman engeli de düşman engeli de kıyas yoluyla bu gibi engellerden sayılır. Bu itibarla Hacca gitmekte olan kimse^düşman korkusu, hastalık, âfet ve bizzat düşmanın veya herhangi bir insanın engeî olmasıyla karşılaşacak olursa gücünün yettiği bir kur­banı göndererek yerinde kestirir ve ihramdan çıkar.

Bu hususta mezheplerin görüşleri de şöyle özetlenmiştir:

a- Ebu Hanifeye göre, Hac yapmaya düşman engel olabileceği gibi, has­talık, acizlik, sakatlık ve yol şaşırma gibi şeyler de engel teşkil edibilir. Böyle bir engelle karşılaşan kişi, Haccını eda edemezse kurban kesip ihramdan çıkar ve gelecek Hac mevsiminde Haccını eda eder. Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kimin bir yeri kırılır veya sakat olur da ihramdan çıkmak zorunda kalırsa ertesi yıl ona Hac yapmak gerekir.

b- İmam Şafii, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise Hac yapana, sadece düşmanın mani olması engel sayılır. Hastalık, sakatlık ve yol şaşırma gi­bi haller Hacca engel teşkil etmez. Bunlara maruz kalan kişi bu sebepler ortadan kalkıncaya kadar ihramh olarak sabretmeli ve bunlar ortadan kalkınca Haccını tamamlamalıdır.

Bu görüş, Abdullah b/Abbas ve Abdullah b. Ömer’den rivayet edilmekte­dir. Ancak bunlara göre ihrama girerken: “Herhangi bir engelle karşılaştığım takdirde ihramdan çıkacağım.” diye niyet eden kişi müstesnadır. Böyle diyen bir kimse kurban kesip ihramdan çıkabilir. Ve Haccını gelecek mevsimde eda eder. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki:

“Zübeyirin kızı Dubae Resulullah (s.a.v.)e geldi ve : “Ey Allah’ın Resulü, ben bu sene Hac yapmak istiyorum, (fakat mazeretim var) buna dair bir şart ko­şayım mı?” dedi. Resulullah buyurdu ki: “Evet.” Dubae “Ne diyeyim?” diye sordu. Resulullah buyurdu ki: “Lebbcyk AHahümme Lebbcyk, ey Allah’ım, nerede benim Hac yapmama bir engel yaratırsan orada ben ihramdan çık­mış olayım.”

Miifessirler, bu âyette zikredilen “Gücünüzün yettiği kurban” ifade­sinden nasıl bir kurbanın kastedildiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Abdullah b. Abbas, Hasan-ı Basri, Katade, Atâ, Süddi, Alkame, İbra­him en-Nehai, İmam Mâlik ve Hz. Aliye göre burada zikredilen Kurban’dan maksat, koyundur.

b- Abdullah b. Abbastan nakledilen ikinci bir görüşe göre burada zikredi­len kurban’dan maksat, koyun, koç, keçi, teke, inek, öküz, dişi deve, erkek de­ve’den herhangi biridir. Bir koyun kesmekle yetini lebi Ieceği gibi büyüğünü kes­mek daha evladır.

c- Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, Hz. Aişe, Tavus, Mücahid ve Urve b. Zü-beyrden; nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen kurban’dan mak­sat Deve ve sığırdır. Âyetteki “Kolayınıza gelen” ifadesinden maksat, “Deve ve sığırdan kolayınıza gelen” demektir. Yani, deve ve sığırdan değeri daha dü­şük olanları kurban edebilir.” demektir.

Taberi birinci görüşü tercih etmiş “Kolayınıza gelen bir kurban gerekir.” ifadesindeki kurban’dan maksadın koyun olduğunu söylemiştir. Zira âyette “Kurban” kelimesi “Hediye” olarak ifade edilmiştir. Hediye ise aslında hediye etmek isteyen kimsenin hür türlü hediyesini kapsar. Ancak Allah teala, kurban olacak hediyelerin belli sınıf hayvanlardan olacağını beyan ettiğinden o hayvan­lardan hediye sunulur. Hediye edene bu hayvanlardan en kolay gelecek olanı ise koyundur.

Âyet-i kerimede: “Kurban yerine varmadan başınızı tıraş etmeyin.”

buyurulmaktadır. Müfessirler bu âyette zikredilen “Kurbanın yerinin” neresi ol­duğu hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- “Hac için engel ancak düşman engelidir.” diyenler, “Kurbanın yerinin düşmanın engellediği yer olduğunu söylemişlerdir. Buranın, Haram bölgesi ve­ya Harem dışı olması farketmez. Nitekim Resulullah (s.a.v.) Umre yapmak için yola çıktığında Kureyş müşrikleri Hudeybiyede Resulullah’ın önüne çıkmışlar ve onun Umre yapmasına engel olmuşlardır. Resulullah Hudeybiye sulhunu yaptıktan sonra kurbanını orada kesmiş, tıraş olup ihramdan çıkmış, sahabileri-ne de aynı şeyi yapmalarını emretmiştir. Hudeybiye Harem bölgesi olmadığı halde kurbanların orada kesilmesi göstermiştir ki önemli olan kurbanların, ken­dilerinden faydalanılacak yerde kesilmeleridir. Orasının Harem bölgesi veya Harem dışı bir yer olması önemli değildir. Kurban, düşmanın,engel olduğu yer­de kesilir. Âyette zikredilen “Kurba’nın ycri”inden maksat, kesilen kurbanla­rın etlerinin yendiği ve kendilerinden fayda sağlanan yerdir. Nitekim Resulul-lah’tan, bu görüşün doğru olduğunu göstererî şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir:

Ümmü Atıyye el-Ensari diyor ki:

“Bir gün Resulullah Hz. Aişe’nin yanına girdi ve ona ” (Yiyecek) bir şe­yiniz var mı?” dedi. Hz. aişe: “Hayır yok. aneka senin Nüseybeye gönderdiğin sadaka koyundan onun bize gönderdiği bir parça et var.” dedi. Bunun üzerine Resulullah: “Şüphesiz ki o sadaka yerine ulaşmıştı.” buyurdu. Yani Resulullah “Sadaka yerine ulaştı.” derken “Sadaka kendisinden faydalanacak kişiye verildi o da ondan bir miktar hediye etti.” demek istemiştir. Âyet-i keri­mede de “Kurbanların yerine varması” ifadesi bu anlamdadır.

Bu görüşte olan âlimler, ihrama girmiş olan bir insanın, düşmanın engel­lemesi dışında herhangi bir sebepten dolayı Haccını veya Umre’sini yerine geti­rememesi halinde Kâbeyi tavaf etmedikçe ve Safa ile Merve arasında sa’y yap­madıkça ihramdan çıkamayacağını söylemişlerdir. Zira bunlar, hastalık, sakat­lanma vb. şeyleri Hacca engel olan şeyler saymamışlar, dolayısıyle böyle olan kişilerin kurban keserek ihramdan çıkabileceklerini kabul etmemişlerdir. Bu göengellemesi sonucu kurban keserek ihramdan çıkan kişinin Hac veya umre’sini kaza etmesi gerekmez. Ancak farz olan Hac bunun dışındadır.

b- Diğer bir kısım âlimlere göre ise, herhangi bir sebeple Haccı yapama­yan ihramh kişi, bu ihramından, kurbanını harem bölgesinde kestirerek çıkabi­lir. Bunlara göre Hac yolunda hastalanan veya bir yeri kınlan yahut düşman ta­rafından engellenen insan, yanında bulunuyorsa kurbanını gönderir yoksa kur­banının değerini gönderip kurban aldırır ve harem bölgesinde kesilmesini ister. Ancak kurban kesildikten sonra ihramdan çıkabilir. Bu görüş Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas. Ata, Süddi vb. âlimlerden nakledilmiştir. Bu görüş­te olan âlimler, Hudeybiye hadisesinde Resulullah’ın, kurbanları harem bölgesi dışında kestiğinin kesin olmadığını , Naciye b. Cündeb el-Esleminin, Resulullah’ın kurbanını alıp götürerek Harem bölgesinde kestiğini söylediğini bu nedenle kurbanların harem bölgesi dışında kesildiğini bildiren haberin kesin­lik ifade etmediğini, nitekim Abdullah b. Mes’udun da benzer bir hadisede kur­banı harem bölgesi dışında kesmeyi kabul etmediğini söylemişlerdir.

Bu hususta Abdurrahman b, Yezid diyor ki: “Amr b. Said en-Nehai Umre için ihrama girdi. “Zatüşşükuk” denen yere varınca kentlisini yılan soktu. Arka­daşları yola çıkıp insanları gözetliyorlardı. Bir de baktılar ki Abdullah b. Mes’ud geliyor. Olayı kendisine anlattılar. O da: İşınlan kişi bir kurban göndersin. Ara­nızda belli bir gün tesbit edin kurban kesilince o ihramdan çıksın. Ancak o kişi­nin, Umre’sini kaza etmesi gerekir.” dedi.

Başka bir rivayette ise, Abdurrahman b. Yezid olayı şöyle anlatmaktadır: “Biz, umre için ihramı giyip yola çıkmıştık. İçimizde Esved b.Yezid de bulunu­yordu. Biz, “Zatüşşükuk” denen yere gelip konaklayınca, içimizden bir arkada­şımızı yılan soktu. O, bundan dolayı çok sıkıntıya düştü. Ne yapacağımızı bile­mez olduk. Bazı arkaduşlanmız yola çıktılar. Bir de baktık ki içlerinde Abdul­lah b. Mes’udun da bulunduğu bir kervan geliyor. Ona eledik ki: “Ey Ebu Ab­durrahman, bizden birini yılan soktu. Şimdi onun durumu ne olacak? Abdullah b. Mes’ud dedi ki: “O, sizinle birlikte bir kurban değeri göndersin. Siz, aranızda belli bir gün tayin edin. Kurbanın kesildiği gün o ihramdan çıksın. Ancak gele­cek yıl Umre’sini kaza etsin.”

c- Diğer bir kısım müfessirler ise bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: “Ey müminler, şayet sizler. Hac için ihrama girer de bir hastalık veya düşman kor­kusu sebebiyle Haccınızı devam ettiremez ve Arafatta vakfeye dunnayı kaçıra­cak olursanız size Haccınızı yapamayışınıza karşılık kolayınıza gelen bir kurban gerekir. Aynca eda edemediğiniz haccı da kaza etmeniz gerekir.” Bu görüşte olan âlimlere göre gerek hastalık gerekse herhangi bir sebepten dolayı Hac ya­pamayan insanların, sonradan Haccın menasikinî yapabilecek güce sahip olma­ları halinde haclannı mutlaka yapmalım gerekir. Arafatta vakfeye dunnayı kaçılan halinde haclarını mutlaka yapmaları gerekir. Arafatta vakfeye durmayı kaçı-nriarsa onun için bir kurban keserler. Fakat bununla ihramdan çıkamazlar, İh­ramdan çıkabilmeleri için Kâbeyi tavaf etmeleri ve Safa ile Merve arasında sa’y etmeleri şarttır. Ertesi yıl Haclarını da kaza ederler. Bu görüşte olan âlimlere göre, Umrede ihsar (Umre’nin engellenmesi) diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü Umre her zaman yapılabilir. Umre yapan kimse bu âyet~i kerimenin ifa­desine dahil değildir. Umre yapan kimsenin böyle bir engelle karşılaştığı za­man, Umre’sinin geriye kalan menasikini yapmasıyla ihramdan çıkabilir. Bu gö­rüşte olan âlimler, düşmanın engel olması durumunda, hastalık halinde de oldu­ğu gibi, ihramlı kişinin, ihramından çıkabilmesi için mutlaka tavaf ve sa’y yap­masının gerekîi olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir:

a- Bazılarına göre, artık bugün tavaf ve sa’y yapmadan önce ihramdan çıkmayı caiz kılacak bir düşman engelinin olmayacağını söylemişlerdir. Bunlar, “Herhangi bir hastalık böyle bir engel sayılamayacağı gibi artık bugünden son­ra herhangi bir düşman engeli de sözkonusu olmaz.” demişlerdir. Bu görüş, Ab­dullah b. Abbas ve Hz. Aişeden nakledilmiştir.

b- Diğer bir kısım müfessirler ise “Düşmanın Hacca engel olması, bugün de geçerlidir. Bugünden sonra da olabilecektir.” demişlerdir. Bu görüş, Abdul­lah b. Ömer’den nakledilmiştir. Bu hususta, Abdullah b. Ömer’in şunları söyle­diği rivayet edilmektedir: “Kim, Hac için ihrama girer de, Haccina devam etme­sine düşman korkusu veya bir hastalık, yahut kendisini taşıyan binek veya ben­zeri bir şey engel olacak olursa o, bu engelden dolayı kendisi için gerekli olan her şeyi yapabilir. Ancak, hanımına yaklaşmak ve koku sürmek helal olmaz. O, bu engelden dolayı, Allah’ın, kendisine emrettiği oruç veya sadaka yahut kurban kesme fidyelerinden birini yerine getirir. Şayet engellenmiş halde, Haccın bütün menasikini veya Arafatta vakfeye durmayı kaçıracak olursa artık Haccı geçmiş olur. O, haccını Umre’ye çevirir. Mekke’ye gider. Kâbeyi tavaf eder. Safa ile Merve arasında sa’y eder. Yanında kurbanı varsa Mekke’de, Mescid-i Harama yakın bir yerde onu keser. Sonra tıraş olur veya saçını kısaltır. İşte bundan son­ra o kişiye, hanımına yaklaşmak, koku sürmek ve diğer şeyler helal olur. Bu ki­şinin, ertesi yıl Hac yapması bir de kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir.

Taberi diyor ki: “Bu âyet-i kerimenin tefsirinde zikredilen görüşlerden daha doğru olanı, şöyle söyleyen görüştür: “Herhangi bir insan, ister Umre yap­mak için isterse Hac yapmak için ihrama girecek olur da Haccını veya Umre’si-ni yerine getirmesine bir düşman, hastalık yahut benzeri bir şey engel olacak olursa o kimse, engellendiği yerde, kolayına gelen bir kurban keser, ihramdan çıkar ve Haccını veya Umresini imkân bulduğunda kaza eder. Kurbanın kesildi­ği yerin, Harem bölgesi olması şart değildir. Taberi sözlerine devamla diyor ki: “Bu görüşün doğru oluşunun sebebi şu hadisenin Resuluüah’tan tevatür yoluyla nakledilmiş olmasıdır. Resulullah ve sahabileri, Umre yapmak maksadıyla ihmüşrikleri tarafından engellenmişlerdir. Hem Resulullah hem de sahibileri kur­banlarını orada kesmişler ve Kâbeye gidip tavaf etmeden ihramlarından çıkmış­lar, ertesi yıl ise tekrar ihrama girerek Umrelerini kaza etmişlerdir. Hiçbir siyer âlimi veya diğer âlimler Resulullah’ın ve sahabilerinin Hudeybiye hadisesinde Kâbeyi tavaf etmeden ve Safa ile Merve arasında sa’y yapmadan ihramdan çık­madıklarını iddia etmemiştir. Amellerin en iyisi de Resulullah’a tabi olunarak yapılan amel olduğuna göre ihtilaf edilen bu meselede, tercihe şayan olan görüş, bizim zikrettiğimiz görüştür.

Her ne kadar bu olay, sadece Umre’nin kaza edildiğini ifade ediyorsa da, herhangi bir engelden dolayı Hac için ihrama girenin Haccım eda edememesi halinde onun da Haccım kaza etmesi gerektiği şu hadisten, anlaşılmaktadır; Haccac b. Amr el-Ensari diyor ki:

“Resulullah şöyle buyurdu: “Kimin bir yeri kırılır veya sakatlanacak olursa o kimse ihramdan çıkar ve ertesi yıl Haccetmek onun üzerine bir borçtur.” îkrime diyor ki: “Ben, Abdullah b. Abbas ve Ebu Hureyreden bu ha­disi sordum. Onlar da: “Haccac b. Amr doğru söylüyor.” dediler.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: “Nafile bir Hac yapmak için ihrama giren kimse, düşman engelinden dolayı ihramından çıkacak olursa ona haccım kaza etmek gerekmez. Düşman engeli dışında hastalık gibi herhangi bir şeyden dolayı ihramdan çıkacak olursa onun, Haccım kaza etmesi gerekir.” diyen kim­selere denir ki: “Her ikisi de ihramdan çıktığı halde birisinin, haccım kaza et­mekle mükellef olduğuna, diğerinin ise Haccım kaza etmekle mükellef olmadı­ğına hükmetmenizin sebebi nedir? Şayet derlerse ki: “Âyet-i kerimenin nüzul sebebi, düşmanın engel olmasıdır. Bunun için âyetin hükmü bu engelle tahsis edilmiştir.” Cevaben denilir ki: “Diğer engelleri, düşman engeline kıyaslamaya mani olan nedir?” Zira her ikisinde de illet benzerliği vardır. O da Haccın eda edilmesine engel olunmasıdır.”

Taberi diyor ki: “Umrede engel diye bir şey yoktur, sadece Hacda engel olabilir” diyenlere cevaben denilir ki, “Sizler, Resulullahın Umre yapma yolunda engellendiğini ve engelden dolayı ihramdan çıktığını bilmiyor musunuz? O halde.mrede engel diye birşey yoktur.” şeklindeki sözünüzün delili nedir. Eğer bir kimse size karşı aksini iddia eder ve diyecek olursa ki: “Aslında Hacda engel diye bir şey yoktur. Çünkü Resulullahın hayatında böyle bir şey meydana gel­memiştir. Sadece Umrede engel vardır. Zira böyle bir olay bizzat Resulullahın hayatında vuku bulmuştur.” Buna cevabınız ne olacaktır?

İmam Şafii, Haccın engellenmesinden dolayı kesilmesi icabeden kurba­nın, harem dışında da olsa, engelin ortaya çıktığı yerde kesilip ihramdan çıkabi­leceğini söylemiş Ebu Hanife ise bu kurbanın dahi ancak Harem bölgesinde ve tercihan Minada kesilmesi gerektiğini söylemiştir. Buna göre Hacdan engelle­nen kişi, kurbanını Minaya gönderip kestirdikten sonra ihramdan çıkabilir.

Âyet-i kerimenin devamında: “Sizden kim hasta olur veya başında ra­hatsızlık bulunursa tıraş olabilir. Ve bunun için oruç tutmak veya sadaka vermek veya kurban kesmek suretiyle fidye verir.” buyurulmaktadır.

Müfessirler, âyet-i kerimenin bu bölümünün izahında çeşitli yönlerden farklı şekillerde izahlarda bulunmuşlardır. Mesela: Âyetin bu bölümünün de, Haccı engellenen kişiyle mi ilgili olduğu yoksa müstakil bir hüküm mü ifade et­tiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.

Bir kısım âlimler, burada zikredilen hükmün, Haccı engellenen kişiye ait olduğunu ileri sürmüşler ve şöyle demişlerdir: “Haccı engellenen kişi ihramdan çıkabilmek için bir kurban gönderip kestirmelidir. Şayet kurban kesilmeden ön­ce hasta olur veya başında bir rahatsızlık bulunur da tıraş olursa bu kimse, hem âyette zikredilen üç fidyeden birini verecek hem de engellenme kurbanı kese­cektir. Yani: Hem başını tıraş ettiği için oruç tutacak hem de engellenme kurba­nı kesecek veya hem başını tıraş ettiği için sadaka verecek hem de engellenme kurbanı kesecek yahut ta başını tıraş etme kurbanı hem de engellenme kurbanı kesecektir.”

Çocuğunluğun görüşüne göre ise âytin bu bolümü müstakil bir bölümdür. Hac için ihrama giren kişi hasta olur veya başında bir rahatsızlık bulunursa tıraş olabilir. Bunun için de ya üç gün oruç tutar veya herbirine yanm sa ölçüsüyle altı fakiri doyurur yahut ta bir ceza kurbanı keser. Bu bölümün Haccın engellen­mesiyle alakası yoktur.

Yine müfessirler, ihramlı iken Hac yapmaktan engellenen kişinin ihram­dan çıkmak için kesmekle mükellef olduğu kurban, yerine varmadan her hangi bir hastalık veya rahatsızlıktan dolayı başını tıraş edecek olursa bu tıraş için ve­receği fidyeyi tıraştan önce mi vermelidir yoksa sonra mı vermelidir? Yahut da fidyede belirtilen üç şıktan bazılarını tercih edecek olursa onu tıraştan önce yapmalıdır. Diğer bazılarını tercih edecek olursa onları tıraştan osnra yapmalıdır.” şeklinde çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Bazılarına göre, Hacdan engellenen kişi ihramdan çıkabilmesi için ke­silecek bir kurban gönderdiği sırada henüz kurban kesilmeden bir rahatsızlıktan dolayı veya başında bulunan bir hastalıktan dolayı tıraş olmak isterse, kurban yerine varmadan, Önce tıraş olur daha sonra fidye verir ki bu da ya oruç tutmak veya sadaka vermek yahut da kurban kesmektir.

b- Diğer bir kısım âlimlere göre ise eğer bu duruma düşen biri kişi kur­ban kesme veya sadaka verme hususlarından birini tercih edecek olursa önce bunlardan birini yapar daha sonra tıraş olur. Şayet, oruç tutmayı tercih edecek olursa önce tıraş olur daha sonra orucunu tutabilir. Bu görüş, Hasan-ı basri ve Alkame’den rivayet edilmiştir.

c- Başka bir kısım âlimlere göre ise bu duruma düşen kişi başını tıraş et­meden Önce, belirtilen fidyelerden birini yerine getirir, ondan sora tıraş olur. Bu, görüş, Abdullah b. Abbas ve Ata’dan rivayet edilmiştir.

Taberi fidyenin, başı tıraş ettikten sonra verilmesi gerektiğini söyleyen görüşün daha doğru olduğunu söylemiştir. Taberi âyet-i kerimenin bu bölümü­nün Kâ’b b. Ucre isimli sahabinin Hudeybiye sulhu esansında başında meydana geldiği görülen bitlenmeden dolayı nazil oldugnu ve Resul ullah’m, Kâ’b’e, başı­nı tıraş ederek fidye vermesini emrettiğini bu fidyenin de oruç tutmak veya fa­kirleri doyurmak şeklinde sadaka vermek yahut kurban kesmek olduğunu beyan ettiğini söylemiştir Âyette zikredilen “hastahk”tan maksat, iyileşmesi için başın tıraş edilmesini gerektiren hastalıktır. Yine insanın vücudunda görülen ve ancak içinde güzel kokular bulunan ilaçlarla tedavi edilebilen hastalıklardır. Baştaki rahatsızlıktan maksat, ise baş ağnsı, başın yaralanması vb. şeylerdir. Keza, bit ve diğer haşeratın insanın başında bulunması da bu tür rahatsızlıklardan sayıl­maktadır. Nitekim Kâ’b b. Ucre, bundan dolayı başını tıraş etmiş bu âyet te bu­nun üzerine nazil olmuştur. Kâ’b b. Ucrenin, bu olayı bizzat kendisinden, Ab­dullah b. Ma’kilden, Abdurrahman b. Ebi Leyla dan, oğlu Muhammet! b. Kâ’b dan, Ebu Vâilden, Abdullah b. Amr b. el-As’dan ve diğer bir kısım ravilerden ri­vayet edilmiştir.

Bu hususta, ihramii iken hastalanan Kâ’b b. Ucre şöyle diyor:

“Beni alıp Resulullah’a götürdüler, Bitler yüzümden dökülüyordu. Resu-lullah* beni görünce şöyle buyurdu: “Bu kadar perişan olacağını tahmin etmez­dim. Bir koyunun var mı?” “Hayır” dedim. “Öyleyse üç gün oruç tut veya her-birine yanm sa’ ölçüsüyle altı fakire yiyecek ver ve başını tıraş et.” buyurdu. İş­te bunun üzerine bu âyet benim hakkımda nazil oldu. Fakat sizin hepiniz için geçerlidir. Bu hususta daha farklı rivayetler de vardır.

Müfessirler, bir zaruretten dolayı başını tıraş eden ihramlı kişinin tutacağı orucun ve vereceği sadakanın miktarı hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Ebu Mâlik, Atâ, İbrahim en -Nahai, Mücahid, Abdullah b. Ma’kıİ, Süddi, Rebi1 b. Enes, Said b. Cübeyr, Muhammed b. Kâ’b, Alkame ve Hz. Ali’den nakledilen bir görüşe göre bu hale düşen insanın tutacağı orucun miktarı üç gün, vereceği sadakanın miktarı da altı kişiyi doyuracak kadar üc sa’ ölçüsü yiyecektir. Her fakire yarım sa’ yiyecek verir. Kurban ise bir koyundur.

b- Hasan-ı Basri ve İkrimeden nakledilen diğer bir görüşe göre ihramlı iken başını tıraş eden kimsenin tutacağı orucun miktarı on gün, doyuracağı faki­rin sayısı da on’dur. Bunlar bir hastalık veya eziyetten dolayı başını tıraş edecek olan insanın, kurban kesmeyi bırakıp oruç tutma veya fakirleri doyurma şıkla­rından birini tercih etmesi halinde Haccı temettü yapanın kurban kesmemesi ha­lindeki oruç tutma durumuna benzediğini söylemişlerdir. Allah teala, Hacc-ı Temettü yapanın, keseceği bir kurbanı bulunmaması durumunda on gün oruç tutacağım beyan etmiştir. Binaenaleyh ihramlı iken başını tıraş edenin tutması icabeden oruç ta on gün olmalıdır. Fakirleri doyurmak ta oruç tutmanın alterna­tifi olduğuna göre, her günün karşılığında bir fakiri doyurması icabeder. Zira Allah teala Ramazan orucunu tutmaktan âciz olana her gün için bir fakiri doyur­masını emretmiştir. Burada da durum böyledir.

c- Said b. Cübeyr ve Mücahidden nakledilen başka bir görüşe göre, ih­ramlı iken başını tıraş etmek mecburiyetinde kalan kişinin, varsa kurban kesme­si gerekir. Kurban yoksa bir kurban değeri kadar yiyecek alır ve fakirlere sadaka olarak verir. Bu da yoksa kurbanın değeri ile alınacağı farzedilen yiyeceklerden her yanm sa’ karşılığında bir gün oruç tutar. Görüldüğü gibi bunlar, başını tıraş edene gereken fidyelerden birinin verilmesinin ihtiyari olmadığını, belli bir sı­ralamaya uyulması gerektiğini söylemişlerdir. Ancak diğer bir çok âlimler bu fidyelerden herhangi birinin verilmesinin seçenekli olduğunu söylemişlerdir.

Mesela Mücahid, Ata, Amr b. Dinar, Abdullah b. Abbas ve İkrime: “Kur’an-ı kerimde şu veya şu şeklinde ifade edilen her şey seçeneklidir. Mükellef olan ki­şi onlardan birini yerine getirebilir. Kur’an-ı Kerimde “Kim bunu bulamazsa diğerini yapsın.” şeklinde zikredilen her hükümde ise, sıralamayı tekibetme mecburiyeti vardır.” demişlerdir.

Taberi diyor ki: “Bu hususta doğru olan görüş, Resulullah’tan, te’yidli bir şekilde rivayet edildiği tesbit edilen, Kâ’b b. Ucre olayıdır. Bundan anlaşılıyor ki ihramh iken başında bir hastalık veya rahatsızlık meydana gelen, bu sebeple başını tıraş etmesi icabeden kimse dilerse bir koyun keser dilerse üç gün oruç tutar, dilerse altı fakirden herbirine yanm sa’ ölçüsünde yiyecek tasudduk eder. Bu kişi bunlardan herhangibirin yapmakta serbesttir. Zira Allah teala, herhangi bir sıra takibetme mecburiyeti getirmemiştir.

“Tıraş olmadan önce keffaret verip sonra tıraş olmalıdır.” diyenlere ce­vaben denilir ki: “Hacc-ı temettü yapan, önce kurban kesip sonra mı Haca Te­mettü yapar yoksa önce Hacc-ı Temettü yapıp sonra mı kurban keser? Keza, ye­min için keffaret, yemin etmeden önce mi verilir yoksa yemin ettikten sonra mı verilir? Eğer “Önce verilir.” derse, ümmetin ittifak ettiği bir konuda ihtilafa düş­müş olur. “Sonra verilir” diyecek olursa, başını tıraş edenin keffaretinin de tıraş­tan Sonra yerine getirileceğini kabul etmiş olur.

İhramh iken başını tıraş edeni, Hacc-ı Temettü yapana kıyaslayarak on gün oruç tutması veya on fakiri doyurması gerektiğini söyleyenlere denir ki: “Sizler bu hususta, Resulullah’tan gelen sahih bir hadis-i Şerife muhalefet edi­yorsunuz.”

Müfessirler, ihramh olan kimsenin bir hastalıktan veya başındaki bir ra­hatsızlıktan dolayı başını tıraş etmesi için kurbanı nerede keseceği, orucu nerede tutacağı, fakiri nerede doyuracağı hususunda da farklı görüşler zikretmişlerdir:

a-Hasan-ı Basri, Tavus, Ata ve Mücahide göre kurban kesme ve fakirleri doyurma, mutlaka Mekkede yapılmalıdır. Mekke’nin dışında yapılmaları halin­de fidye borcu ifa edilmiş olmaz. Fakat orucu her yerde tutmak mümkündür.

b- İbrahim en-Nehai, Mücahid ve Abdullah b. Cafer’den nakledilen diğer bir görüşe göre, ihramlı iken başı tıraş etmenin fidyesi olan oruç tutma veya fa­kiri doyurma yahut kuban kesme hadisesi, fidye verenin dilediği yerde yapılabi­lir. Bunlar, görüşlerine delil olarak, Hz. Alinin oğlu Hz. Hüseyin’in ihramh iken “Sakya” ile “Arc” denilen yerler arasında hasta olması üzerine, Hz Ali’nin, götü­rüp Harem bölgesi dışında onun başını tıraş etmesi ve bundan dolayı da bir de­ve kesmesidir. Bu deve harem bölgesi dışında kesilmiştir.

c- Ata’dan nakledilen başka bir görüşe göre başını, zaruretten dolayı tıraş edenin, varmekle yükümlü olduğu fidyelerden kurbanı seçmesi halinde onu mutlaka Mekke’de kesmesi lazımdır. Oruç tutma veya fakirleri doyurma şıkla­rım tercih ettiği takdirde ise bunları herhangi bir yerde yerine getirebilir.

Taberi âyet-i kerimenin genel ifadesine bakarak, başını tıraş etmek mec­buriyetinde kalan ihramlının fidyelerinden herhangibirini dilediği yerde yerine getirebileceğini söylemiştir.

Müfessirler, belli bir hastalık veya sıkıntı nedeniyle ihramlı iken başını tı­raş eden kimsenin, tıraş etmesine fidye olarak kurban kesmesi halinde, kurbanı­nın etinden yeyip yiyemiyeceği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Ata, Mücahid ve Tavus’a göre böyle bir insan fidye olarak kestiği kur­banın etinden yiyemez. Bu hususta Ata ve Mücahidin, şunu söyledikleri rivayet edilmektedir. “Üç çeşit kurbanın etinden, onu kurban eden kimse yiyemez: İh­ramlının işlediği bir suçtan dolayı kesilen kurban, ihramlı iken başın tıraş edil­mesinden dolayı kesilen kurban ve adak kurbanı.

b- Abdullah b. Ömer, Hammad ve Hasan-ı Basriden nakledilen diğer bir görüşe göre ihramlı iken bir zaruretten dolayı başını tıraş eden kimse bu sebeple kestiği kurbanın etinden yiyebilir. Zira bu da, diğer kurbanlar gibi bir kurbandır.

Taberi böyle bir kurbanı kesenin sadece kesmekle emrolunmayıp aynı za­manda onu tasadduk etmekle emredildiği düşünüldüğünden, kestiği kurbandan yemesinin serbest olduğunu söylemiş ve bu kurbanın maldan verilen zekata benzediğini bildirmiştir.

Ayeti kerimenin devamında: “Eğer emniyet içindeyseniz, Hac zama­nına kadar Umreden faydalanan kimseye kolayına gelen bir kurban gere­kir.” buyumlmaktadır. “Eğer emniyet içindeyseniz.” ifadesinden maksat, Alka-me ve Urveye göre “Eğer sizler, sizi Haccınızdan ve Umrenizden alıkoyan has­talığınızdan şifa bulduysaniz.” demektir. Katade ve Rebi’ b. Enese göre ise: “Eğer sizler, düşman korkusundan kurtulup emniyet içinde olursanız” demektir. Taberi de: Kur’anda “Emniyet” kelimesinin kullanılması dolayısiyle bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü emniyet, hastalıktan kurtulmada değil, korkudan kurtul­mada söz konusu olur. Keza bu âyet-i kerime Resulullah’a ve sahabilerine, Ku-reyş müşrikleri tarafından engellendikleri bir zamanda inmiştir. Bu itibarla, düş­man korkusundan emniyet söz konusudur.

Âyet-i kerimenin “Hac zamanına kadar Umrc’dcn faydalanan kimse­ye kolayına gelen bir kurban gerekir, bölümündeki “Umrcdcnm faydala­nan” ifadesinden neyin kastedildiği hususunda müfessirler çeşitli görüşler zik­retmişlerdir:

a- Bazılarına göre burada şu husus kastedilmekledir: Kim korku veya hastalık gibi herhangi bir sebepten dolayı Haccım tamamlayamaz Mekke’ye gi­dip Umre yaptıktan sonra ihramdan çıkarsa, gelecek Hac zamanına kadar ihramsız olarak yaşamaktan faydalanır ve Hac zamanı gelince de Haccını yaparsa bir kurban kesmekle yükümlüdür. Abdullah b. Zübeyr bu görüştedir. İshak b. Sü-veyd diyor ki: “Ben, Abdullah b. Zübeyrin hutbe okurken şunları söylediğini işttim. “Ey insanlar, Hac zamanına kadar Umreden faydalanmak sizin yaptiğniz gibi değildir. Buradaki faydalanmaktan maksat, Hac için ihrama giren kimse, düşman tarafından veya bir hastalık yahut bir kırık sebebiyle ya da hapsedilme yüzünden Hac yamaktan alıkonur ve Hac günlerini geçirecek olursa o Haccını Umre’ye çevirir. Gelecek yıl Hac yapıncaya kadar ihramdan çıkıp faydalanır. Ertesi yıl Haccını yapar ve bundan dolayı bir kurban keser. İşte Hacca kadar Umre’den faydalanmak budur.

b- Diğer ballarına göre ise âyetin bu kısmının izahı şöyledir: “Hacdan en­gellendiğiniz zaman, gücünüzün yettiği bir kurban keserek ihramdan çıkın, gü­vene ulaştığınız zaman da, engellendiğiniz Hac için giymiş olduğunuz ihramdan Umre yapmaksızın çıkacak olursanız,Umre yapmayı da ertesi yıla bırakır, erte­si yıl Hac aylarında Umre yaparak Hac aylarına kadar ihramdan çıkarsanız, gü­cünüzün yettiği bir kurban kesmeniz gerekir. Yani, Hacdan engellenen kişi kur­ban keser, sonra da Umre yaparak ihramdan çıkar. Şayet Umre yapmadan, ih­ramdan çıkacak olursa, hem umresini hem de Haccını kaza etmesi gerekir. Erte­si yıl, Hac aylarında Umre yapar da ihramdan çıkar ve tekrar Hac günlerinde ih­rama girecek olursa kaza edilen Hac ile kaza edilen Umre arasını ihramsiz ge­çirmesinden dolayı onun, bir kurban kesmesi gerekir. İbrahim en-Nehai, Kata-de ve Hz. Ali’nin bu âyeti bu şekilde izah ettikleri rivayet edilmiştir.

c- Diğer bazılarına göre de, âyetin bu bölümünün izahı şöyledir: Kim hac için niyet eder sonra da Haccjnı Umreye çevrir ve Umreyi yapıp, gelecek yıl Hac yapıncaya kadar ihramdan çıkarsa o kimseye , gücünün yettiği bir kurban kesmesi vaciptir. Bu görüş, Suudi’den nakledilmiştir.

d- Bir diğer görüşe göre ise âyetin bu bölümünün izahı şöyledir: “Kim Hac aylarında Umre yapar, Umresini yaptıktan sonra ihramdım çıkar ve Mek­ke’de ihramsiz durur daha sonra da ihrama girip o senenin Haccını yapacak olursa o kimsenin bir kurban kesmesi vaciptir. Bu görüş, Mücahid Abdullah b. Ömer, Said b. el-Müseyyeb, Ata ve benzeri âlimlerden nakledilmiştir. Nâfi di­yor ki: “O ve Ömer’in oğlu Abdullah, Şevval ayında birlikte yola çıkmışlar. Mekke’ye vannca da Hacca kavuşmuşlardır.Bunun üzerine Ömerin oğlu Abdul­lah: “Kim bizimle birlikte Şevval ayında Umre yapmak için yola çıktı sonra ila Haccını yaptıysa o, Hacc-ı Temettü yapmıştır. Onun, kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurban bulamıyorsa. Hac günlerinde üçgün oruç tutması, yedi gün de ailesine döndüğünde oruç tutması gerekir.

Taberi diyor ki: “Bu âyetin izahında tercih edilen görüş, şunu söyleyen görüştür: “Ey müminler, siz Hac için ihrama girdiğinizde size engel olunursa koyaymıza gelen bir kurban keser daha sonra da kendinizi güven içinde hisse­dince Haccınızı kaçırdığınız için ertesi yıl Umre yapıp daha sonra da Hac ayla­rına kadar Umre için girmiş olduğunuz ihramdan çıkacak olursanız size de kola­yınıza gelen bir kurban kesmek veya on gün oruç tutmanız gerekir. Daha sonra Haccınızı kaza edersiniz. Taberi devamla diyor ki: “Her ne kadar bu âyet-i keri­me, Haccı engellenmiş olmayan ve normal Hac aylarında Umre yapıp Hacdan önce Umre ihramından çıkan ve tekrar Hac için ihrama girenler hakkında da hü­küm ifade ediyorsa da âyet-i kerimenin ilk kısmında Haccm engellenmesinden bahsedildiğinden, âyetin bu bölümünü de Haccı engellenen kişi hakkında yo­rumlamak daha evladır.

Âyet-i kerimede “Kurban bulamayan kimseye Hac sırasında üç gün, döndüğünüzden sonra yedi gün oruç tutması gerekir.” buyuru! m aktadır. Müfessirler âyet-i kerimede zikredilen, Hac sırasında tutulacak üç günlük oru­cun Hac ayının hangi günlerinde tutulacağı hususunda farklı görüşler zikretmiş­lerdir.

a- Bazılarına göre Arefe günü bitmesi şartıyla Hac günlerinin içinde tu­tulmasıdır. Bu görüş, Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Urve b. Zübeyr, Hasan-ı Basri – Hakem, İbrahim en – Nehai, Said b. Cübeyr, Ata, Âmir eş-Şa’bi, Katade, Süddi, Rebi’ b. Enes, Tavus ve Ebu Caferden rivayet edilmiş­tir. Bunlara göre Temettudan dolayı, kendisine kurban gereken kişi kesecek kur­ban bulamayacak olursa terviye gününden bir gün, önce, terviye günü ve Arefe günü oruç tutarak Hacda üç gün oruç tutmuş olur. Bunlara göre. Zilhiccenin bi­rinci gününden başlayarak Arefe gününe kadar (Arefe dahil) kurban yerine oruç tutmayan kimse, artık Hac günlerini kaçırmıştır. Ertesi yıla kadar bir daha Hac günü bulamaycaktır. Çünkü Resulullah.kurban bayramı gününde oruç tut­mayı yasaklamıştır. Bayramdan sonra devam eden ve namazların arkasından tekbir getirilen teşrik günleri de bayramın devamı mahiyetindedir. İşte bütün bu nedenlerle Arefe gününe kadarüç gün oruç tutmayan kimse, âyetin zikrettiği Hac günlerini kaçırdığı için kurban kesmek mecburiyetindedir. Başka çıkar yolu yoktur.

b- Diğer bir kısım âlimler ise. Hacda tutulacak üç günlük orucun, Mina günlerinin sona ermesiyle biteceğini söylemişler, bayramdan önce oruç tutama­yanların bayramdan sonra Mina günlerinde üç gün oruç tutabileceklerini söyle­mişlerdir. Bu görüş te Hz. Aişe, Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Urve b. Zübeyr ve Ubeyd b. Umeyr’den nakledilmiştir. Bunlar, görüşlerini şöyle izah etmişlerdir: “Kendisine temettü kurbanı gereken insan, kurbanını daha önce elde etse dahi bayram gününde kesmek zorundadır. O gün kurban bulamazsa, oruç tutması ge­rekir. Bayram günü oruç tutmak haram olduğu için oruç tutamayan kişinin oruç­larını Mina günlerinde tutmaktan başka çaresi yoktur, Aynca, Mina günlerini Hac günlerinden saymamak doğru değildir. Zira o günlerde de Şeytan taşlanarak Hac menasikini yerine getirmeye devam edilmiş olur. Diğer yandan bu hu susta Hz. Aişe ve Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, demişlerdir ki:

“Teşrik günlerinde oruç tutmaya dair kimseye izin verilmemiştir. Ancak kurban kesemediği için oruç tutmakla yükümlü olan müstesnadır.

Müfessirler, temettü kurbanı bulamadığından dolayı oruç tutan kimsenin veya kendisine temettü kurbanı gerekli olmadığı halde Hacda oruç tutmak iste­yen kimsenin orucuna ne zamandan itibaren başlayabileceği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Bir kısım müfessirlere göre, gerek temettudan dolayı oruç tutacak kimse gerekse nafile olarak oruç tutmak isteyen kimse Şevval, Zilkade ve Zil­hiccenin herhangi bir gününde oruca başlayabilir. Yeter ki sona ermesi gereken günde bitirmiş olsun. Bu görüş Mücahid ve Tavus’tan nakledilmiştir.

b- Diğer bir kısım müfessirlere göre ise Hacda oruç tutacak olan kimse­nin, Zilhiccenin ilk on gününde başlayıp bitirmesi gerekir. Bu görüş ise. Ata ve Ebu Cafer’den nakledilmiştir.

c- îkrime ve Ata’dan nakledilen başka bir görüşe göre, onlar, Hac’da oruç tutmakla yükümlü olan kimsenin, ihrama girmesinden önce dahi orucuna başla­yabileceğini söylemişlerdir.

d- Abdullah b. Abbas ve abdullah b. Ömer’e göre ise Hacda oruç tutma mecburiyetinde olan kimsenin orucuna mutlaka ihramh olarak başlaması gere­kir.

Taberi diyor ki:: “Bu görüşlerden doğru olanı şudur: “Umr ile Hac arasın­da ihramdan çıktığından dolayı kurban kesmekle yükümlü olan kimsenin, kese­ceği bir kurban bulamaması durumunda tutacağı üç günlük orucun başlangıcı, Umrenin bitiminden sonra Hac ihramına girmekle başlar. Ve Hac ibadetlerin­den sayılan Mina günlerinin bitimiyle sona erer. Ancak bayramın birinci günü hariç. Zira o günde oruç tutulması haramdır.

Âyet- i kerimede: “Döndüğünüzden sonra da yedi gün oruç tutması gerekir.” Duyurulmaktadır. Tabari diyor ki: “Eğer denilecek olursa ki: Temettü kurbanı bulamayan kimsenin, yükümlü olduğu on günlük orucundan üçünü Hacda tuttuktan sonra yedisini de Hacda devam ederek tutamaz mı? Onlan mutlaka memleketinde mi tutması gerekir?” Cevaben denilir ki: “Onun üzerine farz olan on gün oruç tutmaktır, ancak bu on günün üç gününü Hacda tutmak mecburiyetindedir. Geriye kalan yedi günü dilediği yerde tutabilir. Fakat Allah teala, hasta ve yolcu olana, Ramazan ayında, oruçlarını yeyip daha sonra tutma­larına ruhsardiği gibi, temettü kurbanı bulamayana da yedi günlük orucunu Hacda tutmayıp memelketine döndükten sonra tutabileceğine ruhsat vermiştir. Böyle bir kimse dilerse orucunu yolda da tutabilir. Memleketine varması şart değildir. Nitekim Mücahid, Mensur, Ata, İbrahim en-Nehai, âyetin bu bölümü­nü bu şekilde izah etmişlerdir. Âyet-i kerimede: “Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram çevresinde oturmayan kimse içindir.” buyurulmaktadır. Yani, Umre yaptıktan sonra, ihramdan çıkıp. Hac için ihrama girme gününe kadar ihramsız duran kimsenin gücünün yettiği bir kurban kesme ile yükümlü olması hükmü, sadece mescid-i Haram çevresinde yaşamayan müminler için geçerlidir. Orada yaşayanlar için böyle bir hüküm yoktur. Müfessirler, “Mescid-i Haramın çevre­si” ifadesinden nerelerin anlaşıldığı hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Bazılarına göre, burada zikredilen “Mescid-i Haamın çevresi” ifade­sinden maksat, Harem bölgesidir. Oranın halkından maksat da orada yaşayan insanlardır. Harem bölgesi dışıda yaşayan insanlar temattudan dolayı kurban kesmek zorundadırlar. Bu görüş, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Yahya b. Said el-Ensari ve Katade’den nakledilmiştir.

b- Diğer bir kısım mü fes s iri ere göre “Mescid-i Haramın çevresi” ifade­sinden maksat, Harem bölgesi ve ihrama girilen inikatların içinde kalan bölge­dir. Harem bölgesi halkından maksat ise, Harem bölgesinde ve inikatlar dahilin­de yaşayan insanlardır. Bu görüş Mekhul, ve Ata’dan nakledilmiştir.

c- Başka bir kısım müfessirlere göre ise Mescid-i Haramın çevresi’nden maksat, Harem bölgesi ve Harem bölgesine yakın olan yerlerdir. Buralarda ya­şayan insanlara temettü kurbanı gerekmez. Mesela: Arafat, Mer, Arene, Dac-nan, Reci ve Nahletan, hareme yakın olan bölgelerdir.

Taberi diyor ki: “Bu görüşlerden, bize göre doğru olanı şöyle diyen gö­rüştür: “Mescid-i Haram çevresinde yaşayanlardan maksat, Mescid-i Harama, seferi olmayacak kadar bir uzaklıkta yaşayanlardır. Zira, âyette Mescid-i Ha­ramda hazır bulunanlar” şeklinde ifade edilmiştir. Arapçada “Hazır bulunan” ifadesi “Misafir olanın aksi” olarak kullanılmaktadır, bundan da “Misafir olanın bu hükmün dışında kaldığı” anaşılrnaktadır.

Taberi diyor ki: “Mescid-i Haramın gölgesinde yaşayanların, Umre yap­tıktan sonra ihramdan çıkmaları ve tekrar Hac için ihrama girmeleri halinde te­mettü kurbanı kesmekle yükümlü, olmamalarının hikmeti, onların uzak mesafe­lerden gelen Hacılar gibi olmamalarıdır. Zira uzaktan gelen hacılar ihramdan çıkmalarına rağmen vatanlarına dönmemekte ve Harem bölgesinde ikamet etmektedirler ve tekrar orada Hac için ihrama girebilmektedirler. İşte bu imkanı kullandıklarından dolayı bir kurban kesmekle yükümlüdürler.

Bu âyet-i kerimenin izahında Buhari Abdullah b. Abbas’tan şunu nakletmiştir. Abdullah b. Abbas’tan Hacc-i Temettü sorulmuş o da şunları söylemiştir:

Muhacirler, Ensar ve Resuullah’ın hanımları Veda Haccında tekbir ve tehlillef getirerek, biz de dahil olmak üzere yola çıktık. Mekke’ye gelince Resu-Iullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kurbanlarına gerdanlık takanlar dışındakiler Hac niyetlerini Umreye çevirsinler.” Bunun üzerine Biz Kâbeyi tavaf ettik. Safa ile Merve arasında sa’y yaptık, ihramdan çıkıp hanımlarımızın yanına gel­dik, elbiselerimizi giydik. Resulullah buyurdu ki: “Kim daha önce kurbanına gerdanlık takmış idiyse (Hacda kesmek üzere kurbanını süsleyerek yanın­da getirdiyes) kurban yerine varıncaya kadar ihramdan çıkmasın. Sonra Resulullah terviye günü akşamleyin bizlere, Hac için niyet etmemizi emret­ti. Biz, Haccın diğer menasikini bitirince gelip Kâbeyi tavaf ettik, Safa ile Merve arasında sa’y yaptık. Böylece Haccımız tamamlanmış oldu. Sadece Allah tealanin şu âyetinde kesmemizi emrettiği kurbanımız kaldı. “Eğer emniyet içindeyseniz, Hac zamanına kadar Umre yapana, gücünün yettiği bir kurban gerekir. Kurban bulamayan kimse Hac sırasında üç gün, döndüğünden sonra da yedi gün oruç tutması gerekir. Bu, tam on gündür.”

. Âyet-i kerimede beyan edilen “Döndüğünüz den sonra” ifadesindeki dönülecek yerden maksat “memleketiniz” “demektir. “Gücünüzün yettiği bir kurban” dan maksat ise “asgari bir koyun.” demektir. Böylece bir yılda Hac ve Umre birlikte yapıldı. Çünkü Allah teala bunu kitabında bildirmiş, Re-suluUah (s.a.v.) de bizzat yapmış, Mekke halkı dışındaki insanlara da mubah kılmıştir.Bu hususta Allah teala: “Bu nüküm, ailesi Mcscid-i Haram çevre­sinde oturmayan kimse içindir” bu vurmuştu

MİKAT: Mekke’ye gelen afakilerin (Mekke’de oturmayan yabancıların) ihramsız olarak geçemeyecekleri sınırları belirleyen noktalardır.Bu noktalar, Medine istikamitnde bulunan “Zulhuleyfe” veya “B’i-ri Ali”, Irak tarafından bu­lunan “Zat-ı Irak”, Mısır tarafında bulunan “Cuhfe”, Taif tarafında bulunan “Karn”, Yemen tarafında bulunna “Yelemlem”, Cidde tarafında bulunan “Hu-deybiye”dir.

HAREM: Mekke ve etrafında, bitkileri kopanlmamak ve hayvanları av­lamamak üzere sınırları belirlenmiş bölgedir. Harem bölgesinin sınırlan Cebrail (a.s.) in göstermesiyle Hz. İbrahim tarafmtlan belirlenmiş, bu sınırlan gösteren işaretler, Resulullah (s.a.v.) tarafından da yenilenmiştir. Bu sınırlar, Cidde isti­kametinde bulunan Hudeybiye, Medine istikametinde bulunan Ten1 im ve Taif tarafında bulunan Cirane’den geçer. İşte bu yerler içerisinde kalan kısma Harem bölgesi denir.

HILL: Harem bölgesi ile Mikat sınırlan arasında kalan bölgedir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.