İSRAİLOĞULLARININ ZİLLETİ TERCİH ETMESİ-2
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lütfuyla kâinatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (C.C)’a mahsustur.
İSRAİLOĞULLARI TİH ÇÖLÜNDE:
Yüce Allah, Firavun ve askerlerini denizin dalgaları arasında boğmak suretiyle helak edip İsrail oğullarını da çetin bir azaptan kurtarınca, Hz. Mûsâ (a.s)’a, İsrail oğulları ile birlikte Beytü’l-Makdis’e doğru gitmesini emretti.
Bu emir üzerine hemen yola koyuldular. Yolda gittikleri bir sırada İsrailoğulları şiddetli bir şekilde susadılar. Bunun üzerine sitemli bir şekilde Hz. Mûsâ (a.s)’a şikayette bulundular. Ondan, kendilerine su bulup getirmesini istediler. Allah’ta, Hz. Mûsâ (a.s)’a; asasıyla orada bulunan taşa vurmasını emretti. Hz. Mûsâ (a.s)’da asasıyla orada bulunan taşa vurdu. Taş, İsrail oğullarının içerisinde bulunan 12 boydan her birisinin ondan akan suyu içebileceği şekilde 12 gözeye ayrılıp, ondan su fışkırdı. Daha sonra Allah, onlara gayret ve zahmet çekmeksizin rızık olarak gökten “bıldırcın” ve “kudret helvası”nı gönderdi. Bak. Bakara: 57; A’râf: 160
Sonrada Allah, Hz. Mûsâ (a.s)’a; İsrail oğullarına vaat ettiği kutsal şehre onları sokmasını emretti.
Hz. Mûsâ (a.s) ile birlikte bulunan İsrailoğulları, Allah tarafından kendilerine vaat edilen kutsal şehre yaklaştıklarında orada Heysanlıların Tarihçiler, Heysanlılan, tarih kitaplarında geçen Hititler olarak kabul emektcdrler (ç) kalıntılarından ve Ken’anlılardan oluşan zalim bir kavmin yerleşmiş olduğu bir şehir buldular.
Hz. Mûsâ (a.s), onlara; şehre girmelerini, onlarla savaşmalarını ve onları kutsal şehirden çıkarmalarını emretti. Fakat onlar bunu yapmaktan kaçınıp cihattan kaçtılar ve düşmanlarıyla karşılaşmaktan korktular. İsrailoğulları, Hz. Mûsâ (a.s)’a karşı Allah’ın emrinden çıktıklarını gösteren şu sözleri söylediler:
“Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz. Şu halde sen ve Rabbin gidin (bizim yerimize onlarla siz) savaşın. Biz burada oturacağız. “ Maide: 24.
Tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Mûsâ (a.s), İsrail oğullarına bu kutsal şehre girmelerini istemezden önce şehir halkından haber getirmeleri için İsrail oğullarından birkaç kişiyi o kutsal şehre gönderdi.
Tefsirciler bununla ilgili olarak şöyle derler: “Hz. Mûsâ (a.s)’ın kutsal şehir halkından haber getirmeleri için şehre gönderdiği kimseler, 12 kişiydiler.”
Bu kişiler, o kutsal şehre gittiler. Şehre vardıklarında halkın iri ve cüsseli kimseler olduğunu gördüler. Şehir halkının bu halleri, onları korkuya düşürdü. Daha sonra onlar, -Hz. Mûsâ (a.s), onlara; gördüklerini İsrail oğullarına anlatmamalarını tembih ettiği halde yine de- gördüklerini İsrail oğullarına haber vermek için geri döndüler. Geri dönenler, şehir halkında ne gördülerse hepsini İsrail oğullarına anlattılar. Bunun üzerine İsrailoğulları düşmanlarının yanına varıp onlarla savaşmaya ve cihat etmeye dair kendilerinde güç ve kuvvet bulamadılar.
Zaten İsrailoğulları, Mısır’da, Kıptîlerin hakimiyeti altında kaldıkları müddetçe zillet ve zorluklara alıştıklarından dolayı böyle bir hayata razı olmuşlardı. İşte bundan dolayı Allah’ın emrini yerine getirmekten kaçındılar ve düşmanlarıyla da savaşmaktan korktular. Onların bu davranışları üzerine Allah, onları, Tih çölüne attı ve onları kırk sene çölde bıraktı. Böylece onlar çölde sersem sersem dolaşıyorlar yok oluyorlar, ölüyorlar, sağa-sola doğru göçüp gidiyorlardı ve daha sonra tekrar dönüp dolaşıp eski yerlerine geliyorlardı.
Nitekim Yüce Allah, İsrail oğullarının Tih çölünde kaldıklarına dair şöyle buyurmaktadır:
“Allah (Musa’ya): ‘(Cihat etmekten kaçındıkları için) orası onlara kırk yıl yasaklanmıştır. (Bu müddet içinde) orada şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sende yoldan çıkmış toplum için üzülme!’ dedi.” Maide: 26
Bu, Yüce Allah’tan onlara bir ceza idi. Bu ceza onlardan zillet ve zorluk üzere yaşamaya alışan bu ilk nesil yok olup gidinceye kadar devam etti.. Onların yerine, çölde hür yetişen ve izzetle yaşayan bir nesil geldi. Bu nesil, Yuşa b. Nûn ile birlikte kutsal şehre (Arzı Mukaddes’e) girdiler. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 432-435.
——————————-**********************——————————————
Ü. İsrailoğulları’na 40 Yıl Sürgün Cezası=Tih/Çöl Hayatı
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 485-488.
Nakipleri dinleyen İsrailoğulları’nın savaşmayı reddetmeleri üzerine, Hz. Musa (a.s.) onları ikna etmeye çalıştı. Bu toprakların Allah tarafından kendilerine yazıldığını, savaşı göze aldıkları takdirde orayı muhakkak fethedeceklerini söyledi. Ne var ki, onu destekleyen Yûşâ ile Kâleb, çoğunluğun tepkisine mâruz kaldılar. Savaşmamakta kararlı olan çoğunluk, bu iki nakibİ taşa tutmaya kalkıştılar. Bu durum karşısında onları ikna edemeyeceğini anlayan Hz. Musa (a.s.), Cenab-ı Hak’tan, kendisiyle fâsık kavminin arasını ayırmasını istedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, İsrailoğulları’nın kırk yıl süre ile Arz-ı mukaddes’e girmelerinin yasaklandığını ve bu müddet içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklarını bildirdi; ayrıca Hz. Musa (a.s.)’ı teselli ederek yoldan çıkmış bu toplum için üzülmemesini tavsiye etti:
“Musa, ‘Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebiliyorum; artık bizimle bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır.’ dedi. Allah, ‘öyleyse orası onlara kırk yıl haram kılındı; bu müddet içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış millet için tasalanma’ dedi.” Mâide sûresi, 25-26.
İsrailoğulları, bundan sonra geriye izlerine döndüler. Allah tarafından cezalandırılmanın bir sonucu olarak 40 yıl boyunca çölde evsiz-yurtsuz bir vaziyette şaşkın şaşkın dolaştılar. Her sabah bir yurt seçmek niyetiyle yola çıkıyorlar; ancak bir yerde karar kılamıyorlardı. Bu yıllarda Amâlikalılar, Amorîler, Moablar, Edomitler ve Medyenliler’in saldırılarına mâruz kaldılar. Bu müddet içinde, çok garip haller yaşadılar.
Bâzı ilim adamları, sürgün hayatının 40 yıl olmasının hikmeti hususunda çeşitli yorumlar yapmışlardır. Bu yorumlardan biri şöyledir:
İlmin olgunlaşması için 15 yıl gereklidir. Eğitim ve öğretim faaliyetlerini başlatan bir toplum, bunun semeresini 15 yıl sonra toplar. Ahlâkın olgunlaşması için ise 40 yıla ihtiyaç vardır. Bir ahlâkı benimseyen toplum, onun meyvelerini ancak 40 yıl sonra toplar. Allah Teâlâ, bunun için İsrâiloğulları’na 40 yıl sürgün cezası vermiştir. Bunun sebebi, bu 40 yıl içinde önceden esaret ve zillete alışmış, şahsiyetini kaybetmiş mevcut neslin tükenmesi, bu neslin yerine hür bir şekilde büyüyen, kölelik ve zillete asla razı olmayacak yeni bir nesil yetişmesi olmalıdır. Nitekim zillet ve köleliğe alışanlar, bu sürgün hayatı esnasında ölmüşlerdir. Onlardan hiçbiri, Arz-i Mukaddes’i fethedecek orduya katılmamış, hürriyete alışmış izzet sahibi yeni nesil ise, Yûşâ b. Nûn komutasında, Filistin’i fethetmiştir (Bu yorum için bkz. Neccar, 272-3).
Bu ceza, korkaklıkları ve Hz. Musa (a.s.)’ı düşman karşısında yalnız bırakmaları yüzünden İsrailoğulları’na, akıllarını başlarına almalarını sağlamak ve onları terbiye etmek için verilen sürgün hayatı veya sahrada geçirilen müebbet hapis mahiyetindedir. Onlar, zulüm altında ezilmiş olmanın ruhlarında tabiat haline getirdiği zilleti, korkaklığı, ihaneti ve dönekliği üzerlerinden atmaları İçin, böyle bir imtihana tabi tutulmuşlardır. Bu sayede, irade gücü, verilen vazifeyi kararlılıkla yerine getirme kabiliyeti ve davete icabet gibi üstün hasletler kazanmaları istenmiştir.
Çok kalabalık bir halde Sînâ yarımadasına girdiklerinde, başlarını sokabilecekleri evleri ya da çadırları olmadığı gibi, orada gölgesinde serinleyebilecekleri ağaçlar dahi bulunmuyordu. Bu durumda, Allah’ın yardımı olmaksızın çölün yakıcı sıcağından kurtulmaları, yiyecek ve içecek maddelerini temin etmeleri mümkün değildi. Benî İsrail, çölde başlarında bulunan iki peygamber sayesinde, kendilerine verilen terbiye maksatlı bu sürgün cezası esnasında da, çeşitli mucizevî nimetlerden istifâde ettiler. Allah Teâlâ, yapmış oldukları itaatsizliklere rağmen, onlara burada da çeşitli ikramlarda bulundu. Gerek kendilerinin gerekse hayvanlarının su içmesi için pınarlar, onları gölgeleyecek bulutlar, yiyecek maddesi olarak kudret helvasıyla bıldırcınlar ihsan etti. Ancak onlar, bu nimetlere nankörlük etmekten de çekinmediler, yine zulme başvurdular:
“Biz, onlan (İsrailoğullan’nı) oniki sıbta/kabileye, oniki topluluğa ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde, Musa’ya, ‘Asanı taşa vur.’ diye vahyettik. Taştan oniki pınar kaynayıp aktı. Böylece bu topluluklardan her biri, su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Onların üzerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvasıyla (el-menn) bıldırcın (es-selvâ) indirdik. Sonra da şöyle dedik: ‘Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz.’ Onlar (günahkâr davranışlarıyla} bize zulmetmiyorlar; fakat kendi kendilerine zulmediyorlar.” A’râf süresi, 7/ 160.
İsrailoğulları’nm çoğu, yine şükretmesini bilmiyordu. Bu nimetlerle yetinmeyerek Hz. Musa (a.s.)’a geliyorlar ve kendilerine ikram edilen bu nefis yiyeceklerden bıktıklarını açıklayıp, önceden yedikleri bakliyat cinsinden yiyecekler vermesi için Allah’a dua etmesini istiyorlardı:
“Musa, milleti için su aramıştı. ‘Asanla taşa vur!’ dedik; taştan oniki pınar fişkırdı her kabile su içeceği yeri bildi. Allah’ın rızkından yiyin, için, yalnız yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
‘Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin.’ demiştiniz de, Musa, ‘Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (öyleyse utanç ve zillet içinde) Mısır’a dönün, şüphesiz orada istediğiniz vardır.’ demişti. Onlara yoksulluk ve zillet damgası vuruldu, Allah’ın gazabına uğradılar. Bu, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi. Bu, isyan etmelerinden ve taşkınlık yapmalarından ileri gelmekte idi. Bakara sûresi, 60-61.