İNSANLARA İYİLİĞİ EMREDİP KENDİNİ UNUTMAK
Gerçekten Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah’a sığınırız.
Allah (c.c), kimi hidâyette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiştir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah’dan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a) Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Salât ve selâm O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun. Allah cc Bakara suresi 44.Ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır;
اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
İnsanlara iyiliği emredip de kendinizimi unutuyorsunuz? Oysa kitabı okuyan sizsiniz, bu durama akıl erdirmiyor musunuz (Bakara – 44)
Sözlükte “iyilik, doğruluk” anlamına gelen birr kelimesinin, dinî ve ahlâkî bir terim olarak, iman ve ibadet başta olmak üzere her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, günahsızlık gibi mânalarda kullanılmaktadır. İniş sebebi her ne şekilde olursa olsun âyet-i kerîme, kendini unutup ihmal ederek insanlara iyiliği ve doğruyu emretmeye çalışan herkesi şumûlüne almaktadır. Âyet-i kerîmede “iyiliği emretmek” değil, başkalarına iyiliği emrederken kendini ihmal etmek ve söylediklerine ters düşmek yasaklanmakta ve bunun büyük bir akılsızlık olduğu bildirilmektedir. Gerçekte iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak, doğru olanı göstermek suretiyle başkalarını davet etmek dini yaşatma ve ayakta tutma mücadelesidir. Halbuki başkasını irşad edip de kendisini unutmak ve kendisini iyilikten, irşattan mahrum etmek, başkalarını selamete çıkarmaya çalışıp kendini ateşe atmak demektir. Bir kimsenin, insanlara ders ve öğüt vererek ilmini ortaya koyup da, kendi söylediğini bizzat kendisinin dinlememesi, söylediklerini fiilen kendisinin yalanlaması demektir. Bu tehlikeli durum Allah’ın kendilerine merhamet ettiği kullar hariç bir çok davetçinin, din hakkında konuşan kimselerin, yazıp çizenlerin maalesef ki içinde yüzdükleri bir durumdur.
Resûlullah (s.a.s.) Miraç gecesindeki bir müşâhedesini şöyle nakleder: “İsrâ gecesi dudakları ateşten makaslarla kesilen bir grup insan gördüm. «Ey Cebrâil! Bunlar kimdir» diye sordum. «İlâhî kitabı okuyup başkalarına iyiliği emrettikleri halde kendilerini unutan dünya ehli hatiplerdir» buyurdu.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 120, 231, 239
Yine Resûlullah (s.a.s.) bu hususta şu ibretli hâdiseyi haber vermektedir:“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun başına toplanır ve:«–Yahu sen dünyadayken iyiliği emredip kötülükten sakındırmaz mıydın?» diye sorarlar. O da:«–Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, kötülüklerden sakındırırdım, fakat kendim yapardım» der.” (Müslim, Zühd 51; Buhârî, Bed’ü’l-halk 10)
İbnu’l-Mübârek, Zühd’de, Şa’bî’den bildiriyor: «Cennetliklerden bir grup, Cehennemliklerden bir gruba bakıp: “Neden ceheneme girdiniz. Hâlbuki biz sizden aldığımız eğitim ve ilimle Cennete girdik?” derler. Cehenemdekiler:“Size hayrı emrediyorduk, ama biz onunla amel etmiyorduk” diye cevap verirler.
Taberânî, Hatîb, el-İktidâ’da ve İsbehânî, et-Terğîb’de ceyyid isnâdla Cündüb b. Abdillah’dan, Resûlullah‘ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “İnsanlara hayrı öğretip onunla amel etmeyen âlim, insanlara ışık saçıp kendini yakan kandil gibidir. “
İbn Merdûye, Beyhakî, Şuabu’l-îman’da ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs’a bir adam gelerek: “Ey İbn Abbâs! Ben iyiliği emredip kötülükten sakındırmak istiyorum” deyince, İbn Abbâs: “Sen bu dereceye geldin mi?” diye sordu. Adam: “Erdiğimi umarım?” karşılığını verince, İbn Abbâs: “Eğer Allah’ın Kitabın’daki üç âyete muhatab olmaktan korkmuyorsan yapabilirsin” dedi. Adam: “O âyetler hangileridir?” diye sorunca, İbn Abbâs: “Kitab’ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz. Düşünmez misiniz?” âyeti. Bu âyetin gereğini yerine getirdin mi?” diye sordu. Adam: “Hayır, peki ikinci âyet hangisidir?” karşılığını verince, İbn Abbâs: “Ey Mü’minler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur” âyetleridir. Peki, bu âyetlerin gereğini yerine getirdin mi?” dedi. Adam: “Hayır, peki üçüncü âyet hangisidir?” karşılığını verince, İbn Abbâs: “Sâlıh kul Şu’ayb’ın söyldiği şu sözdür: “…Size yasak ettiğim şeylerde, aykırı hareket etmek istemem…” Peki, bu âyetin gereğini yerine getirdin mi?” diye sordu. Adam: “Hayır” cevabını verince, İbn Abbâs: “O zaman nasihat etmeye kendinden başla” dedi.
Imam-ı Kurtubi: Sahih hadis ile âyetin lâfızları maruf ve münkeri bilip bunların her birisinin gerektirdiği görevi yerine getirmenin vücubunu bilen bir kimsenin, bunları bilmeyen bir kimseye göre cezasının daha ağır olacağını gösterir. Çünkü o bu şekilde yüce Allah’ın yasaklarını küçümsüyor, hükümlerini hafife alıyor gibidir. Ve böyle bir kimse kendi bilgisiyle yararlanamayan kimsedir.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet gününde azâbı insanlar arasında en çetin olacak kimse yüce Allah’ın kendisini bilgisiyle faydalandırmadığı ilim adamı olacaktır.” el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 185. Hadisi İbn Mâce Sünen’inde rivâyet etmiştir.
Şu halde insan, başkasına öğüt verirken, kendini unutmamalı, ele telkin verip de, kendi zakkum salkımı yutmamalıdır. İnanmış bir kalpten kaynaklanmayan söz ne kadar cazibeli, sarsıcı ve heyecanlandırıcı olursa olsun ölü ve soğuk bir ses yığınına dönüşmeye mahkûmdur. İnsanın söylediği söze gerçek anlamda inanmış sayılabilmesi için, kendi uygulamaları ile sözlerine tercüman olması, ağzından çıkan sözün davranışlarına yansıması gerekir. O zaman sözleri cazibeli ve etkili olmasa bile insanlar kendisine inanırlar, sözlerine güven duyarlar. O zaman onun sözleri gücünü cazibeli olmalarından değil, gerçek oluşlarından; güzelliklerini şimşek gibi çakmalarından değil, realiteye uygun olmalarından alırlar.
Enes b. Mâlik r.a.’tan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Kendiniz (tam manasıyla) yapmıyor olsanız da iyiliği emredin. Kendiniz hepsinden kaçınmıyor olsanız da kötülükten nehyedin.” (Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 7/277)
Sürekli öğreten, öğrenmeyi; sürekli nasihat eden, dinlemeyi; sürekli emreden, emir almayı; sürekli varlıklı olan, yokluğu; sürekli sağlıklı olan, hastalığı; gençler, ihtiyarlığı; kendini müstağni gören de Rabbini unutabilir. Öğreten ne kadar öğretse de öğrenmeyi, nasihatçi ne kadar nasihat etse de nasihat dinlemeyi, amir ne kadar emretse de emir almayı, varlıklı ne kadar varlıklı olsa da yokluğu, sağlıklı ne kadar sağlıklı olsa da hastalığı, gençler ihtiyarlığı, kul da Rabbini asla unutmamalıdır. Aklın dengesi bozulmadığı sürece bu böyledir. Terazinin ayarı bozulduğunda nasıl eksik veya fazla tartarsa, akıl da ayarı bozulduğunda karını-zararını bilemez olur. Davetçileri bekleyen en önemli tehlikelerden biri de budur: Kendini unutmak. Herkesi Allah’a çağırırken kendini unutmamalıdır.Kendini düzeltemeyenler, başkalarını nasıl düzeltebilirler ki? Mümin, kendimi düzeltiyorum diyerek başkalarını düzeltme sorumluluğundan kurtulamaz. Kamil mümin olacağım diye daveti de ihmal edemez. Kenara çekilipte beceriksizliğede kendini teslim etmez, Gücünün yettiğince Allah’tan korkar ölünceye kadar da yolundan dönmez.