11-12-Şu adamın işini bana bırak ki, kendisini yarattığımda yapayalnızdı.
13- Ona bol bol mal verdim.
13- Gözü önünden ayrılmayan evlatlar verdim.
14- Her işini yoluna koydum.
15- Böyleyken halâ daha çoğunu vermemi bekliyor.
16 Hayır, hayır! O ayetlerimize inatla karşı çıkıyor.
17- Onu sarp bir yokuşa saracağım.
18- O düşündü ve değerlendirme yaptı.
19- Kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?
20- Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?
21- Sonra baktı,
22- Sonra suratını astı ve kaşlarını çattı.
23- Sonra yüz çevirdi, büyüklük tasladı.
24- Ve dedi ki; “Bu Kur ân eskilerden aktarılan bir büyüdür.
25- O kesinlikle insan sözüdür.”
26- Onu Sakar a atacağım.
27- “Sakar” nedir, biliyor musun?
28- Geride hiçbir şey bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz.
29- Bütün insanların dikkatlerini üzerinde yoğunlaştırır.
30- On dokuz tane görevlisi vardır.
Elimizdeki birçok rivayete göre bu ayetlerde kasdedilen kişi Velid b. Muğire’dir. Nitekim ibn-i Cerir’in ibn-i Abdalâ, Muhammed b. Savra, Muammer, Ubbade b. Mansur kanalı ile ikrime’ye dayanarak verdiği bilgiye göre birgün Velid b. Muğire, Peygamberimize gelir. Rasulullah ona Kur’an okur. Bunun üzerine O’na karşı düşmanlık duyguları yumuşar gibi olur. Durum Ebu Cehillin kulağına gidince derhal Velid’in yanma koşar. Ona “Amca, hemşehrilerin aralarında senin için mal toplamak istiyorlar der. Velid in Niçin diye sorması üzerine ona şu karşılığı verir: “Sana vermek için. Çünkü sen Muhammed e varmış. Ondan sus payı sızdırmaya kalkışmışsın:’ Ebu Cehil bu sözleri ile Velid’in bam teline basıyor, onu en çok üstünlük tasladığı zenginliği konusunda tahrik etmek istiyordu. Nitekim “Kureyşliler benim en zenginleri olduğumu bilirler der.
Bunun üzerine Ebu Cehil kendisine “Öyleyse Muhammed hakkında öyle bir söz söyle ki, hemşehrilerin onun sözlerini reddettiğini, ona karşı sempati duymadığını anlasınlar” der. Velid bu isteğe şu karşılığı verir: “Onun için ne diyeyim ki? Vallahi aranızda benim kadar şiirden anlayanınız, onun recezini, kasidesini, cin kaynaklısını kısacası her türünü benim gibi iyi bileniniz yoktur. Vallahi Muhammed’in okudukları bunların hiç birine benzemiyor. Vallahi O’nun okuduklarındâ ayrı bir tat, ayrı bir çekicilik vardır. O önüne kattığını kırıp geçirir. O’nun okudukları üstündür, onların üzerine çıkmak mümkün değildir:’ Ebu Cehil, sözleri biten Velid’e “Vallahi, Muhammed hakkında bir söz söylemedikçe hemşehrilerini memnun edemezsin” der. Bunun üzerine Velid “Öyleyse beni bırak da O’nun için ne söyleyeceğimi düşüneyim” der. Bir süre düşündükten sonra “Muhammed’in okudukları, başkalarından aktarılmış bir büyüdür” der. Bunun üzerine bu surenin “Şu adamın işini bana bırak” ayeti ile başlayarak “On dokuz tane görevlisi vardır” ayetinin sonuna kadar süren bölümü iner.
Başka bir rivayete göre Velid’in Peygamberimize karşı yumuşaması üzerine ileri gelen Kureyşliler “Eğer Velid, dininden dönerse bütün Kureyşliler dinlerinden dönerler” derler. Bunun üzerine bu işi bana bırakın, hepiniz adına onu çözerim diyen Ebu Cehil, hemen Velid’in yanına koşar. Velid uzun uzun düşündükten sonra Peygamberimizden dinlediği Kur’an hakkında “O eskilerden aktarılmış bir büyüdür. Görmüyor musunuz, karı ile kocayı, evlad ile babayı, köle ile efendiyi birbirinden ayırıyor” der.
İşte rivayetlerin bize aktardıkları olay budur. Kur’an burada ona canlı ve etkileyici bir anlatımla değiniyor. Söze şu bel kırıcı, korkunç tehditle giriyor: “Şu adamın işini bana bırak.”
Ayet, Peygamberimize sesleniyor. Anlamı şu: Şu adamı bana bırak. Ben onu yaratırken yalnız başına idi. Şimdi gururlandığı bol servetin, gözünden ayırmadığı evlatların, şımarmasına ve daha çoğunu istemesine yol açan öbür dünya nimetlerin hiçbiri o zaman yanında yoktu. Onun işini bana bırak. Hileleri ve tuzakları ile kafanı yorma. Onunla doğrudan doğruya ben savaşacağım.
Bu ayeti okurken insanın tüyleri diken diken oluyor. Yüce Allah’ın ezici, kahredici gücünün harekete geçtiğini düşününce yüreklerde zelzele kopuyor. Çünkü bu ezici güç şu zavallı, miskin, güçsüz ve minnacık yaratığı tepelemek için harekete geçiyor. Ayet bu zelzeleyi bu zelzeleye tutulması sözkonusu olmayan okuyucunun ve dinleyicinin kalbinde kopardığına göre bu zelzeleye tutulan zavallının hâlini varın siz düşünün!
Ayetler bu zavallı yaratığın durumunu uzun uzun anlatıyor. Onun gerçeğe yüz çevirdiğini, Allah’ın ayetlerine inatla karşı çıktığını anlatmadan önce yüce Allah tarafından kendisine bağışlanan nimetlere parmak basıyor. Bu açıklamalara göre o yaratılırken yapayalnızdı, hiçbir şeyi yoktu, çırılçıplaktı. Sonra yüce Allah kendisine bol servet verdi, gözünün önünden ayırmaya kıyamadığı çok sayıda evladı oldu, o bu servet içinde ve evlatlar ortasında güvenli ve mağrur bir hayat yaşıyordu. Hayatı her yönden yolundaydı, her istediğini kolayca elde edebiliyordu. Buna rağmen;
“Halâ daha çoğunu vermemi bekliyor.”
Gözü bir türlü doymuyor, şükretmiyor, kendisine verilenlerle yetinmiyor. Belki de surenin sonuna doğru okuyacağımız “Aslında bunların her biri, kendisine okunmaya hazır kutsal sayfalar inmesini istiyor” ayetinde sözü edilenlerden biridir de kendisine vahiy indirilmesini, kutsal kitap verilmesini istiyor. Çünkü Peygamberimize peygamberlik verildi diye O’nu kıskananlardan biri idi.
Adam bu aşırı ihtirası yüzünden sert bir dille azarlanıyor, paylanıyor. Çünkü ne bir iyilik ne bir ibadet ne bir şükür yapmış ki, sahip olduğundan fazlasını istemeye yüzü olsun. Okuyalım:
“Hayır, hayır! O ayetlerimize inatla karşı çıkıyor.”
Ayetin orjinalinde geçen “kellâ” sözcüğü bir paylama, azarlama edatıdır. O gerçeği gösteren kanıtlara ve imana erdiren gerçeklere inatla karşı çıkmış, islam çağrısının önüne dikilmiş, Peygamber’e savaş açmış, kendini ve başlarını hak yoldan alıkoymuş, Kur’an ve islam hakkında asılsız iddialar ortaya atmıştır.
Bu paylamayı kolaylığı zorluğa, rahatı sıkıntıya dönüştüren bir tehdit izliyor. Okuyoruz:
“Onu sarp bir yokuşa saracağım.”
Burada hareket hâlinde sıkıntıyı donduran, somutlaştıran bir ifade ile karşı karşıyayız. Sebebine gelince yokuş çıkmak en sıkıntılı, en yorucu yolculuk türüdür. Bir de yokuş çıkmanın irade dışı bir itme ile yapıldığını düşünürsek çekilen sıkıntının ve duyulan yorgunluğun ne kadar artacağını kolayca kestirebiliriz. Bu ifade aynı zamanda somut bir gerçeği dile getirir. Çünkü düz, kolay ve iç açıcı iman yolundan ayrılan kimse sarp, sıkıntılı ve nefes kesici bir patikaya düşmüş olur; sürekli endişe, bunalım, gerilim ve baskı altında yaşar, sanki göğe tırmanıyor gibi nefesi tıkanır; susuz ve azıksız çıkılan bir yolculukta ıssız ve tehlikeli izlerde taban teper, üstelik yolunun sonunda varacağı bir amaç, kazanacağı bir huzur da göremez.
Sonra şu gülünçlük örneği eşsiz tablo canlandırılıyor. Bir de bakıyoruz ki, bu zavallı yaratık zihnini yoruyor, sinirlerini geriyor, alnını kırıştırıyor, yüz hatlarım ve mimiklerini oynatıyor. Bütün bunları Kur’an’da bir kusur bulmak, onu karalayacak bir söz hazırlamak için yapıyor. Okuyoruz:
“O düşündü ve değerlendirme yaptı. Kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı? Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı? Sonra baktı. Sonra suratını astı, kaşlarını çattı. Sonra yüz çevirdi, büyüklük tasladı. Ve dedi ki; `Bu Kur’an eskilerden aktarılmış bir büyüdür. O kesinlikle insan sözüdür.”
Ardarda sıralanan jest ve mimik görüntüleri. Birbirini izleyen beyin dalgaları ve sıra sıra hareketler seriliyor gözlerimizin önüne, Sanki anlam sunan sözcükler karşısında değil de resim çizen bir fırça karşısında, daha doğrusu kare kare görüntü sunan hareketli bir film şeridi karşısındayız.
Karelerin birinde adam düşünüyor, kafa yoruyor. Bunun yanısıra hüküm ifade eden bir beddua ile karşılaşıyor; “Kahrolası” diye. Ayrıca “Nasıl bir değerlendirme yaptı?” denilerek davranışı yadırganıyor, alay bombardımanına tutuluyor. Sonra vurgulama, mesajı pekiştirme amacı ile bu beddua ve yadırgama tekrarlanıyor;
“Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?”Başka bir karede adam yapmacık, zorlamalı, alaya aldıran, komiklik çağrısını yapan bir ciddiyetle şöyle şöyle bakıyor.
Bir diğer karede gülünç bir biçimde düşüncesini bir noktada yoğunlaştırmak amacı ile kaşlarını çatıyor, suratını asıyor.
Bütün bu komik çabalar, bütün bu maskaralıklar onu sağlıklı bir düşünceye erdiremiyor. Tersine adam ışığa sırt çevirerek ve gerçek karşısında büyüklük kompleksine yenik düşerek “Bu Kur’an eskilerden aktarılmış bir büyüdü
r. O kesinlikle insan sözüdür.”Ayetler bu canlı görüntüleri, resim fırçasının tuvale istediği manzaralardan daha kalıcı ve hareketli bir filim şeridinin gözler önüne serdiğinden daha estetik bir biçimde insan hayaline işliyor. Bu ayetler canlandırdıkları komik tipi sonsuza kadar hafızalarda kalacak bir gülünçlük örneği olarak somutlaştırıyor, kuşaklar boyunca ibret örneği olarak seyredilsin diye kahkaha ile güldüren portresini varlığın alnına kazıyor.
Sözkonusu komik yaratığa ilişkin bu canlı ve somut görüntüleri yine ona yönelik müthiş bir tehdit izliyor. Okuyalım:
“Onu Sakar’a atacağım.”
Sonra “Sakar”ın bilinmezliği vurgulanarak bu tehdidin korkunçluğu arttırılıyor. Okuyalım:
“Sakar nedir, biliyor musun?”
O anlaşılmaz ve kavranmaz derecede müthiş ve korkunç bir şeydir! Sonra onun bazı nitelikleri sayılarak uyandırdığı dehşet ve korku imajı güçlendiriliyor. Okuyoruz:
“Geride hiçbir şey
bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz.”O herşeyi silip süpürür, her şeyi yutuverir, herşeyi yok eder, önünde hiçbir şey duramaz, ardında hiçbir şey komaz, ondan hiçbir şey paçayı kurtaramaz. Ayrıca o bütün insanların dikkatlerini üzerine çeker, uzaktan belirgin bir şekilde görülür. Okuyalım:
“Bütün insanların dikkatlerini üzerinde yoğunlaştırır.”
Bu ayet, “Meariç” suresinde geçen
“Geri dönüp gidenleri kendine çağır” ayetinin anlamına yakın bir anlam taşır.” (Mearic 17).Yani herkesin dikkatini çeker. Sanki korkunç görüntüsü ile kalplerde korku uyandırmak ister gibidir.Bu “sakar” cehenneminin “on dokuz” güvenlik görevlisi vardır. Bu “on dokuz” rakamı sert ve acımasız meleklerin birey olarak sayısı mıdır, yoksa bu meleklerin oluşturduğu safların sayısı mıdır, yoksa cehennem güvenliği ile görevli meleklerin türleri ve kategorileri midir, bilmiyoruz. Sadece şunu biliyoruz: Bu
sayı, yüce Allah’ın verdiği bir bilgidir ve onu neden verdiği aşağıda açıklanacaktır.Müminler, yüce Allah’ın bu konuda verdiği bilgiyi, Rabblerine güvenen, Rabbi karşısında gerekli edebi takınan kullara yaraşır bir teslimiyetle karşıladılar. Yüce Allah’ın sözünü ve verdiği bilgiyi tartışma ve demogoji konusu yapmadılar. Müşrikler ise bu sayısal bilgiyi, imandan yana boş kalplerle, yüce Allah’a saygı duygusundan uzak bir küstahlıkla karşıladılar. Bu durumlarda gereken ciddiyeti göstermediler. Tersine bu açıklamayı alaya, maskaraya aldılar. Onu gırgır ve dalga geçme konusu yaptılar. Bu küstahlığın sonucu olarak aralarından biri “Sizin her onunuz bu cehennem görevlilerinden birinin hakkından gelemez mi?” dedi. Bir diğeri “Ona gerek yok. Siz hep birlikte onlardan birinin hakkından gelin, gerisinin tümünün hakkından ben tek başıma gelirim” dedi. Kısacası onlar bu yüce açıklamayı, böylesine körelmiş, gerçeğe kapalı ve bomboş ruhlarla karşıladılar.
Bunun üzerine az sonra okuyacağımız ayet indi. Bu ayette yüce Allah’ın bu sayısal bilgiyi niçin verdiği, gaybın sırlarının bu bölümüne niçin ışık tuttuğunu açıklıyor. Gayp alemine ilişkin bilgi yüce Allah’a havale ediliyor; “Sakar”dan ve oranın güvenlik görevlilerinden ne amaçla sözedildiği açıklanıyor. Okuyoruz: