TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 103. AYET
103- Hep birlikte Allahın ipine sımsıkı sarılın ve sakın ayrılığa düşmeyin. Allanın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz, birbirinize düşman idiniz, Allah, kalblcrinizi birbirine ısındırıp kaynaştırdı da onun ni-mctiyle kardeşler oldunuz. Siz, bir ateş çukurunun kenarında idiniz, Allah sizi oradan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor ki hidayete eresiniz. ‘
Ey iman edenler, hep birlikte, Allahın size, sımsıkı sarılmayı emrettiği di-dine, kelamına yapışın. Allahın dini hususunda sakın ayrılığa düşmeyin. Ona itaatte birleşin ve kaynaşın. Allahın, üzerinizde olan lütfunu ve nimetini hatırlayın. Bir zaman sizler, cahiliye döneminde, birbirinizi öldüren düşmanlardınız. Allah, İslam dini sayesinde kalblerinizi birbirine ısındırıp kaynaştırdı da onun İslam dini nimetiyle samimi kardeşler oldunuz. Artık aranızda kin ve çekemez-lik kalmadı. Daha önce sizler, bir ateş çukurunun kenannda bulunuyordunuz. İman etmeniz suretiyle Allah sizi oradan kurtardı. Alan size ayetlerini işte böyle açıklar ki doğru yolu bulmuş olsanız ve hak yolundan sapmayınız.
Âyette zikredilen “Allahın ipi”nden maksat, Abdullah b. Mes’ud ve Şa’biye göre, İslam topluluğudur. Katade, Süddi, Mücahid, Ata, Abdullah b. Mes’ud ve Ebu Said el-Hudriden nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen “Allahın ipi”nden maksat, Kur’an-i Kerim ve onda bulunan emirlerdir. Bu hususta Zeyd B. Erkanı, Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
“Aziz ve Celil olan Allahın kitabı, onun gökten yeryüzüne doğru uzanan ipidir. Kim ona uyacak olursa doğru yolda olur. Kim de onu terkedecek olursa sapıklığa düşmüş olur.
Ebu Âliye ve ibn-i Zeyde göre ise burada zikredilen “Allahın ipi”nden maksat, Allahı samimi bir şekilde birlemektir.
Âyet-i kerimede, Müminlere, ayrılığa düşmamaleri emredilmektedir. Bu hususta Katade şöyle demiştir: “Allah, sizlerin ayrılığa düşmenizi çirkin görmüş, sizi ondan sakındırmış ve size onu yasaklamıştır. Buna mukabil Allah sizin dinleyip itaat etmenizi, birbirinizle kaynaşmanızı ve bir cemaat olmanızı istemektedir. Sizler de gücünüz yettiği kadar kendiniz için» Allahın razı olduğu durumu seçin. Kuvvet ancak Altaha aittir.
Enes b. Mâlik te Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Şüphesiz ki İsraioğulları yetmiş bir fırkaya ayrılmışlardır. Ümmetim ise yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Onların hepsi cehennem ateşinde olacak sadece bir fırkası olmayacaktır. O da cemaat halinde olan fırkadır.
Âyet-i kerimede zikredilen “Allahın nimeti’nden maksat, İsi amin, mü-minleri kaynaştırması ve bir araya getirmesidir. Ayette zikredilen “Düşman-hk”tan maksat ise savaş düşmanlığıdır. Zira bu âyet-i kerime, müslüman olmadan önce yüz yinm yıl birbirlerini yok edercesine savsan Evs ve Hazreç kabilelerine işaret etmektedir. İslam gelince, birbirleriyle savaşan bu iki kabile İslama girip kardeş olmuşlar ve öteden beri süregelen savaşa son vermişlerdir.
Evs ve Hazreç kabilelerinin nasıl müslüman oldukları hakkında, özetle şunlar zikredilmektedir:
îbn-i İshak bu hususta şunları rivayet etmiştir: Evs kabilesinden olan Sü-veyd b. Samit, Hac veya umre yapmak için Mekkeye gelmişti. Süveyd sabırlı ve metanetli, şair, şerefli ve soylu bir kimse olduğu için kavmi ona “Mükemmel” mânâsına gelen “Kâmil” adını vermişti. Onun Mekkeye geldiğini duyan Resu-lullah onun Önüne çıktı, onu Allaha ve İslama davet etti. Bunun üzerine Süveyd: “Ey Muhammed, belki de sende bulunan şey bende bulunan gibidir.” dedi. Re-sulullah ona, “Sende ne var?” diye sordu. O da “Bende Lokmanın sahifeleri (Yani ona verilen hikmetler) mevcuttur.” dedi. Resulullah: “Onu bana gösterir-misin? dedi. Süveyd, sahifeleri Resulullaha gösterdi. Resulullah “Bu, güzel bir sözdür. Fakat bende bulunan bandan daha üstündür. O, Allahın bana gönderdiği Kur’andır. O, bir hidayet ve bir nurdur.” dedi. Resulullah ona, Kur’andan âyetler okudu ve onu İslama davet etti. Süveyd İslama soğuk bakmadı ve “Şüphesiz bu güzel bir söz.” dedi. Sonra ayrılıp gitti. Medinede kavminin yanına varınca çok zaman geçmeden, Hazreç kabilesinden olanlar onu öldürdüler. Süveydin kavminden olan bir kısım insanlar, onun hakkında şöyle diyorlardı. “Bize göre Süveyd, müslüman olarak öldürüldü.” Süveydin öldürülüşü, Evs ile Hazreç arasında geçen Buas harbinden önce idi.
İbn-i İshak, Hazreçlilerin, Mekkeye gelip Resuîullah ile görüşmelerini ise şöyle izah etmiştir: Enes b. Rafı’, Abdül Eşhel oğullarından, içlerinde İlyas b. Muazın da bulunduğu bazı gençlerle birlikte Mekkeye gelmişlerdi. Bunlar, kavimleri Hazreçin aleyhine, Kureyş kabilesiyle anlaşma yapmak istiyorlardı. Re-sulullah bunlann geldiği duyunca yanlanna vanp oturdu ve onlara “Siz, elde etmek için geldiğiniz şeyden daha hayırlısını istermisiniz?” dedi. Onlar da: “O nedir?” diye sordular. Resuİullah: “Ben, Allanın peygamberiyim. O beni, kullarına gönderdi. Ben, kulları, yalnızca Allaha kulluk etmeye, her hangi bir şeyi ona ortak koşmamaya davet ediyorum. Allah bana kitap indirdi.” dedi. Resuİullah, sözlerine devam ederek onlara islamı anlattı ve Kur’andan âyetler okudu. Bunun üzerine yeni yetişen gençlerden, İl^as b. Muaz şunları söyledi. “Ey kavim, vallahi davet edildiğiniz bu şeyler, elde etmek için geldiğiniz şeyden daha hayırlıdır.” Bunun üzerine Enes b. Rafi’, Batha’nm topraklarından bir avuç alarak İlya-sın yüzüne serpti ve ona “Sen bu işlere karışma. Yemin olsun ki biz, bundan başka bir şey için geldik.” dedi. Bunun üzerine İlyas sustu. Resuİullah kalkıp gitti. Medineliler de oradan ayrılarak Medineye döndüler. İşte bundan sonra Evs ile Hazreç kabileleri arasında Buas savaşı meydana geldi. Aradan çok zaman geçmeden İlyas b. Muaz öldü. Ölürken tehlil ve tekbir getirdiği, Aliaha hamde-dip teşbih ettiği nakledilmektedir. Onun Müslüman olarak ölmesinde kavmi şüphe etmemektedir. Evet, böylece İlyas, bulunduğu mecliste Resulullahtan duyduğu sözler sayesinde İslamı hissetmişti.
İbn-i İshak diyor ki: “Aziz ve Celil olan Allah, dinini açığa çıkarmayı, Peygamberini Aziz kılmayı ve vaadini yerine getirmeyi dileyince Resuİullah Ensarla karşılaştığı dönemde Mekkede, dışardan gelen insanlara dini tebliğ etmeye başladı. Her mevsimde yaptığı gibi, Ensar ile görüştüğü mevsimde de Arap kabilelerini dine davet etti. O, Akabe mevkiinde bulunurken Hazreç kabilesinden, Allanın kedileri için hayır dilediği bir toplulukla karşılaştı. Resuİullah onlara “Sizler kimlersiniz?” diye sordu. Onlar da “Bizler Hazreç kabilesinden bir topluluğuz” dediler. Resuİullah “Sizler, Yahudilerle anlaşması bulunan kim-selerdenmisiniz?” diye sordu. Onlarda “Evet” dediler. Resuİullah, “Oturmazmı-sınız?, sizinle biraz konuşalım, “dedi.” Onlar da: “Evet olur.” dediler. Resuİullah ile birlikte oturdular. Resuİullah onlan, Aziz ve Celil olan Allaha davet etti. Onaîara İslamı teklif etti ve Kur’an okudu. Allah tealanın, onların İslama girmeleri için sebep kıldığı meselelerden biri de şuydu: Hazreçliler memleketlerinde Yahudilerle birlikte yaşıyorlardı. Yahudiler, kitap ehli ve bilgi sahibiydiler. Hazreçliler ise Allaha ortak koşan ve putlara tapan kimselerdi. Bunlar memleketlerinde, Yahudilere galip durumdaydılar. Aralarında bir olay çıktığında Yahudiler onları tehdit ederek şöyle diyorlardı: “Şüphesiz ki pek yakında bir Peygamber gönderilecek, onun zamanı gelmiştir. Biz ona tabi olacağız. Onunla birlikte sizleri Âd ve İrem gibi öldüreceğiz. “Resuİullah bu topluluğa konuşup onları Allaha davet edince onlar birbirlerine şöyle demişlerdi: “Ey kavim, vallahi sizler biliyorsunuz ki işte bu Yahudilerin sizi kendisiyle tehdit ettikleri Peygamberdir. Buna sizden önce Yahudiler iman etmiş olmasınlar. “Bunun üzerine Re-sulullahın davetini kabul ettiler. Onu tasdik ettiler ve Resulullahın kendilerine teklif ettiği İslamı kabullendiler. Ve şöyle dediler: “Biz, geride Öyle bir kavim bıraktık ki onların arasındaki düşmanlık ve kötülük hiçbir kavmin arasında yoktur. Umulur ki senin sayende Allah onları birleştirir. Şimdi biz, onların yanma döneceğiz. Onları senin emrine çağıracağız ve senin davetinle kabul ettiğimiz bu dini onlara da arzedeceğiz. Şayet onlar da bu din üzerinde birleşecek olurlarsa artık senden daha güçlü bir kimse olamaz.” Bundan sonra Hazreçliler, mümin olarak Resulullahın yanından ayrılıp gittiler. Onlar altı kişiydiler. Bunlar Medineye gidip kavimlerinin yanına varınca onlara Resulullahı anlattılar ve kendilerini İslama davet ettiler. Böylece aralarında İslam yayılmaya başladı. Öyle ki, Ensann evleriden hiçbir ev kalmadı ki orada Resuİullah anılmış olmasın.
Ertesi yıl olunca aynı mevsimde Ensardan on iki kişi geldi. Resuİullah ile “Akabe” denen yerde buluştular. Burada birinci Akabe lbiatını yapülar. Medine-li Ensar, Resuİullah ile “Kadınların biati” diye adlandırılan bir biatta bulundular. Bu da Müslümanlara henüz savaşın farz kıhnmadığı bir zamanda idi.
Bu âyette Allah teala, kâfirliği bir cehennem çukuruna, kâfirleri de o çukurun kenarında bulunup oraya düşmeye mahkum olanlara benzetmiştir. İslamı ise o çukura düşmeye engel olan sebep olarak vasıflandirrnıştır. Allah, iman edenleri kurtaracak, kâfirler ise layık oldukları cezaya çarpılacaklardır.
Âyet-i kerime, müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmaları lazım geldiğini emretmekte ve parçalanmayı, çeşitli hiziplere bölünmeyi yasaklamaktadır. Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) de bir hadisi şerifinde:
“Benden sonra fitne ve fesat olacaktır. Kimin cemaatten ayrıldığını ve Muhammed ümetinin işlerini karıştırdığım görürseniz onu Öldürün. O şahıs kim olursa olsun. Zira, Allanın yardımı cemaatle birlikte olanlaradır. Cemaatten aynlan kişi ile de Şeytan beraber koşar.” buyurmuştur.