SEYYİD KUTUB’UN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA NAZİAT SURESİ 27. VE 33. AYETLER
27- Ey inkarcılar!Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?
28- Ki Allah onu bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir.
29- Gecesini karanlık yapmıştır. Gündüzünü aydınlatmıştır.
30- Ardından yeri düzenlemiştir.
31- Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir.
32- Dağları yerleştirmiştir.
33- Bunları sizin ve hayvanların geçinmesi için yapmıştır.
Bu bölüm, tartışma götürmeyecek biçimde tek cevabı bulunan bir soru ile başlıyor. “Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?” Göğü! Bir şey söylemeye ve tartışmaya gerek yok! Öyleyse gök sizden daha büyük bir yapıya sahip olduğu ve onu yaratan da ondan daha çok güçlü olduğuna göre sizi kendi gücünüze güvenmeye iten sebep nedir? İşte sorunun mesajlarından biri budur. Bir yönü daha var. Bu da şudur: Dirilişinizi zor görmenize yol açan nedir? Halbuki O göğü yaratmıştır. Gök ise, sizden daha zor bir şeydir. Dirilişiniz sizin tekrar yaratılmanızdır. Sizden daha önemli ve daha zor olan göğü yaratan, sizi haydi haydi yaratabilir. Çünkü bu diğerine göre daha kolaydır.
Bu göğü yaratmak hiç şüphesiz daha zordur. “Allah onu kurmuştur.” Yaratma, kuvveti ve durdurmayı bütünleştirmeyi ifade eder. Gök de aynen bunun gibi. bütünleşmiş durumdadır. Yıldızların ve hareket sistemlerinden dışarı çıkmamakta, dökülüp yıkılmamaktadır. Öyle ise o sağlam, köklü ve parçaları birbirine kenetlenmiş bir yapıdır.
“Ki Allah onu bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir.” Ayet-i kerimede geçen “semk” kavramı herşeyin boyu ve yüksekliği anlamına gelir. Gök, bir uyum içinde kenetlenmiş haliyle yükseltilmiştir. İşte düzenlemede budur: “Ona şekil verdi:’ Basiretini ve düşünme yeteneğini kaybetmemiş bir insan bu sınırsız ahenge rahatlıkla tanıklık eder. Bu korkunç büyüklükteki cisimlerin kenetlenmesi, etkileri ve etkilenmeleri arasında uyumun gerçek yasalarını öğrenmek bu ifadelerin anlamını genişletmekte, bu olağanüstü gerçeğin alanını, sınırsızlaştırmaktadır. insanlar kendi bilgileri ile şu anda bu yasaların ancak küçük bir kısmını anlayabilmişler ve onların karşısında Hayrete kapılmışlardır. Dehşete düşmüş, endişeye kapılmışlardır. Onları evirip, çeviren, planlayıp düzenleyen büyük bir kuvvetin varlığını kabul etmeden onları açıklamaktan aciz düşmüşlerdir. insan hiçbir dine inanmasa dahi onları yönlendiren bir kuvveti kabul etmekten başka çıkar yol bulamaz!
“Gecesini karanlık yapmıştır. Gündüzünü aydınlatmıştır.”
ifadede hem ses tonu hem de mana yönünden bir sertlik bulunmakta ve bu, güç ve sertlikten söz eden konu ile bütünlük arzetmektedir. Ayet-i kerimede geçen “ağtaşa leyleha” gecesini kararttı, “ahraca duhaha” da gündüzünü aydınlattı demektir. Fakat burada kelimeler surenin akışı ile uyum sağlayacak şekilde seçilmiştir. Karanlık ve aydınlık halleri, gecede ve gündüzün ilk saatleri olan kuşlukta birbirlerini izlemektedir. Bu herkesin gördüğü bir gerçektir. Her kalb ondan etkilenir. insan bu olayların sürekli tekrar edilmesi ve alışkanlık yapması sonucu bu canlılığı göremeyebilir. Fakat Kur’an duyguları ona yöneltmekle canlılığını tekrar geri getirmektedir. Bu olay sürekli olarak yenidir. Hergün yenilenmektedir. Ona beslenilen duygu ve onun etkisiyle oluşan tepki de sürekli yenilenmektedir. Bunların gerisindeki değişmez yasalar ise aynı büyüklükte ve aynı inceliktedir. Kendilerini tanıyanları korkuya ve dehşete düşürmektedir. Bu konuya ilişkin bilgi genişledikçe tanımanın çapı büyüdükçe bu gerçeğin kalpler üzerindeki etkisi ve tesiri daha da kökleşecektir.
“Ardından yeri düzenlemiştir. Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir. Dağları yerleştirmiştir.”
Ayet-i kerimede geçen “dahf” kavramı yerin düzenlenmesi ve kabuğunun düzleştirilmesidir. Üzerinin yürümeye uygun hale getirilmesi, bitkilerin yeşermesine müsait bir toprağın üzerinde oluşturulmasıdır. Dağların salıverilmesi yer kabuğunun düzene kavuşması ve sıcaklık derecesinin hayata elverişli olan bu normal hale düşmesi sonucudur. Yüce Allah yerden suyunu çıkarmıştır. ister bu kaynaklardan fışkıran su olsun, isterse gökten inen yağmur suyu olsun farketmez. Zira yağmur suyu da aslında yerin kendi suyudur. Önce buharlaşmış, sonra yağmur şeklinde tekrar yere inmiştir. Ayrıca yerden otlaklar çıkaran da O’dur. Burada mera hem insanların, hem de hayvanların yediği bitkileri ifade etmektedir. Canlıların yaşamları ya doğrudan ya da dolaylı olarak ona bağlıdır.
Bunların hepsi göğün yapılmasından, gecenin karartılmasından ve gündüzün aydınlatılmasından sonra olmuştur. Modern astronomi teorileri de Kur’an’ın bu hükmünün anlamına yakın bulunmaktadır. Bu teorilere göre yeryüzü düzeltilmeden, ekine elverişli hale getirilemeden ve yerkabuğu üzerindeki yükseklikler ve düzlükler ile istikrara kavuşmadan yüz milyonlarca sene önce dünya düzeni devam edip durmuş, gece ile gündüz birbirini izlemiştir.
Kur’ana Kerim tüm bunların amacını da açıklıyor: “Bunları sizin ve hayvanların geçinmesi için yapmıştır.” Böylece insanlara bir yönden Allah’ın yüce tedbirini hatırlatmış öbür yandan Allah’ın, mülkündeki yüce takdirine parmak basmıştır. Çünkü göğün bu şekilde kurulması ve yeryüzünün bu şekilde düzenlenmesi de tesadüf olarak rastgele olmamıştır. Herşey bir plana göre gelişmiştir. Yeryüzünde halifelik görevini üstlenecek insanın hesabı yapılmıştır. Çünkü insanın varlığı, gelişmesi ve ilerlemesi bu evrenin içinde özellikle güneş sistemi içinde daha özel bir anlam ile yeryüzünde uygun şartlara bağlıdır.
Kur’an-ı Kerim gerçeğin temeline ilişkin özlü, mesaj yüklü derin anlamlı işaret metoduna bağlı olarak bu yaşamaya uygun şartların birkaçını hatırlatmaktadır. Bunlar; göklerin kurulması, gecenin karaltılması, gündüzün aydınlatılması, yerin düzeltilmesi, suyunun ve merasının çıkarılması ve dağlarının salınmasıdır. Tüm bunlar, insanlar ve onların hayvanları için yapılmıştır. Bu ise herkese açık bulunan ilahi tedbir ve takdirin gerçek manzaralarından bazılarına parmak basan bir işarettir. Gözle görülen bu manzaralarla her çevrede yaşayan her insana hitap edilebilir. Bu konuda bilgi ve kültür derecesinin bir düzeyine ulaşmaya ihtiyaç yoktur. Nerede olursa olsun, insanın bu konudaki payı hak ettiğinden fazladır. İşte bu nedenle Kur’an tüm devrelerdeki ve her zaman dilimindeki bütün insanoğluna seslenerek hitabını genelleştirmektedir.
Bu düzeyin ötesinde sözkonusu büyük gerçeğin daha başka boyutları ve ufukları vardır. Bu koca evrenin özündeki takdir ve tedbir gerçeğine, bu evrenin açıkça haykırdığı tesadüfün ve gelişi güzelliğin bu işleyişten tamamen uzak olduğu gerçeğine işaret edilmektedir. Zira tesadüfün doğası bunca Hayret verici uygunlukların bir araya gelmelerini imkansızlaştırmaktadır.
Dünyanın da kendisine bağlı olduğu güneş sisteminin oluşumundaki uygunluktan başlayan bu uyum ve ahenk yüz milyonlarca yıldız kümesinin içinde gerçekten nadir rastlanan bir düzene sahiptir. Dünya da güneş sistemi içindeki yeri ve konumu açısından gezegenler içinde eşsiz bir yapıya sahiptir. İşte bu eşsiz yapı dünyayı insan hayatı için elverişli kılmaktadır. Şu ana kadar insanlar binlerle ifade edilen, bu zorunlu uygunlukların herhangi bir gezegende buluştuğunu öğrenebilmiş değiller!
“Hayat şartları bu gezgende bütünüyle gerçekleşmiştir. Uygun bir hacim normal bir uzaklık, maddenin elementlerinin hayatın hareketine elverişli bir oranda buluşup oluşması.
Uygun bir hacmin bulunması gerekmektedir. Zira gezegenin etrafını kuşatan hava atmosferinin orada kalması ondaki çekim gücüne bağlıdır.
Normal bir uzaklığın olması da şarttır. Zira güneşe yakın olan kütleler çok sıcaktır. Cisimler orada bütünlüklerini ve bağlarını koruyamazlar. Güneşe uzak olan kütleler ise çok soğuktur. Cisimler oraya giremezler.
Ayrıca hayatın hareketine ve şartlarına uygun bir biçimde elementlerin belli bir oranda buluşup oluşumlar meydana getirmesi de zorunludur. Zira bu belli oranda bitkinin yetişmesi ve buna bağlı olarak da hayatın meydana gelmesi için kaçınılmaz bir şarttır.
Dünyanın konumu hayat için vazgeçilmez olan bu şartların hepsini kendisine toplayan konumların en müsait olanıdır. Şu ana kadar tanıyabildiğimiz ve başka şeklini öğrenemediğimiz tüm şartları burada bir arada bulunmaktadır.”
Bu koca evrenin özündeki tedbir ve takdir gerçeğine, yaradılışında ve evirilip çevirilmesinde insanın konumunun hesaba katılması gerçeğine dikkat çekilmesi insanın kalbini ve aklını ahiret gerçeğine, oradaki hesaba çekilme ve karşılık görme gerçeklerine güven ve teslimiyetle çevirmektedir. Evrenin yaradılışı ve insanın yaradılışı gerçekten böyle olup bunların bütünü ile tamamlanmaması ve karşılıklarını bulmaması mümkün değildir. Bu düzenin ve bu sistemin fani dünyadaki bu kısa hayat döneminin sona ermesiyle noktalanması mümkün değildir. Kötülüğün, zalimlerin ve batılın bu yeryüzünde bütün cinayetleriyle çekip gitmesi, iyiliğin, adaletin ve hakkın bu dünyada onca haksızlıklara uğrayarak geçip gitmesi sağduyu ile izah edilemez. Böyle bir ihtimal doğası itibariyle koca evrenin özündeki apaçık takdir ve tedbirin tabiatına aykırıdır. İşte bu bölümde surenin akışı içinde kéndisine temas edilen bu gerçek suredeki ana konuyu oluşturan ahiret gerçeği ile bütünleşmektedir. Kalblerde ve akıllarda bu gerçeğe bir giriş niteliğini kazanmaktadır. Ve hemen ardından tam yerinde ve zamanında “Büyük Baskın” gerçeği yer almaktadır.