TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 32. VE 33. AYETLER
32- Allanın, bir kısmınızı diğerinden üstün kıldığı şeylere tamah etmeyin. Erkeklere de hak ettiklerinden bir pay vardır. Kadınlara da hak ettiklerinden bir pay vardır, Allah, her şeyi çok iyi bilendir.
Allahın, sizlerden bir kısmınızı diğerinden üstün kıldığı hususlarda, üstün kılman kimseyi çekemezlik yapmayın. Herkes, Allahın kendisine taksim ettiği dereceye razı olsun. Erkeklerin de yaptıkları hayır ve kötülüklerden dolayı sevap veya cezalan vardır. Kadınların da yaptıkları iyilik ve kötülüklerden dolayı sevap veya cezalan vardır. Allahtan, sizi nzasına kavuştunnasi için yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah, kullan için neyin faydalı olduğunu çok iyi bilendir. O halde Allaha tevekkül edin, onun takdirine boyun eğin.
Müfessirler bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında iki görüş zikretmişlerdir.
a- Mücahid ve İkrimeye göre bu âyet-i kerime, Ümmü Seleme hakkında nazil olmuştur. Mücahid diyor ki:
“Üfnrnü Seleme şöyle dedi: “Erkekler cihad ediyor biz etmiyoruz. Mirastan da erkeğin payının yansını alıyoruz.” Bunun üzerine: “Allahın, bir kısmınızı diğerinden üstün kıldığı şeylere temah etmeyin.” âyeti nazil oldu. [1][89]
b- Süddiye göre ise bu âyet-i kerime, bir kısım insanların, Allah tealanın diğer insanlara, özellikle lütfettiği üstün derecelerin kendilerine de verilmesini istemeleri üzerine nazil olmuş ve onlara cevap venniştir. Zira bir kısım erkekler “Bizim mirastaki payımız, kadınların iki katı olduğu gibi, alacağımız sevaplann da kadınların iki katı olmasını istiyoruz.” dediler. Bir kısım kadınlar da: “Biz, sevaplarımızın erkeklerin sevabı kadar olmasını istiyoruz. Zira cihad edemiyor sevabını alamıyoruz. Şayet cihad etmek bize farz kılınmış olsaydı biz de savaşır ve sevabını alırdık.” dediler. Allah teala da bu âyeti indirerek “Allahtan Kitfunu isteyin ki size güzel ameller istemeyi nasibetsin. Bunu istemeniz sizin için daha hayırlıdır.” buyurdu.
Taberi diyor ki: “Tercihe şayan olan görüş, bu âyetin, erkek ve kadın bütün insanlara, bazılarına verilen üstünlüklere diğerlerinin tamah etmemesini emrettiğini söyleyen görüştür.
Âyet-i kerimenin devamında “Erkeklere de hak ettiklerinden bir pay vardır. Kadınlara da hak ettiklerinden bir pay vardır.” buyurulmaktadır. Müfessirler âyetin bu bölümünü iki şekilde izah etmişlerdir.
a- Bazılanna göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: “Erkeklere de yaptıkları iyilik ve kötülülkerin karşılığı vardır kadınlara da. Bu tıususta Katade diyor ki: “Cahiliye döneminde insanlar, kadınlara ve çocuklara mirastan hiçbir şey vermiyorlardı. Onlar mirası sadece işlerin zor olanlannı yapan, gelir sağlayan ve savaş yapan kimselere veriyorlardı. Miras paylannı belirten âyet-i kerime nazil olup kadınlara ve çocuklara da mirastan pay verip erkeklerin paylanın kadınla-nnkinin iki katı yapınca kadınlar: “Keşke bizim miras paylarımız da erkeklerin-ki gibi olsaydı.” dediler. Erkekler de: “Ümit ederiz ki mirasta kadınlardan üstün kilındığnız gibi âhiretteki sevaplanmızla da üstün kılınırız.” dediler. Bunun üzerine Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirdi. Kadın ve erkekten herbirinin yaptıkları amellerinin karşılıklarını göreceklerini beyan etti ve Allahtan lütfunu istemelerini emretti.
b- Abdullah b. Abbas ve İkrimeye göre ise bu ifadenin mânâsı şöyledir: “Ölenlerin miraslanndan erkeklerin de paylan vardır kadınların da.”
Taberi diyor ki: “Bu görüşlerden birinci görüş tercihe şayandır. Zira âyet-i kerimede “Hak etme” Yani kazanma ifadesi zikredilmektedir. Kazanılması beklenen şey hayır veya serdir. Miras, kazanılan bir şey değildir. Bu itibarla erkeklerin ve kadınların mirasta olan .paylarının açıklandığını söyleyen görüş isabetli değildir.”
Âyet-i kerimenin sonunda “Allahtan lütfunu isteyin.” buyurulmaktadır. Buradaki lütuftan maksat, Allahın muvaffak kılması ve yardımıdır. Bu da dünya işlerine ait değil Allaha kulluk etme ve itaatta bulunma ile ilgilidir. Allahtan lütfunu isteme hususunda Resulullah şöyle buyurmuştur:
“Siz Allahtan lütfunu isteyin. Zira aziz ve celil olan Allah, kendisinden talepte bulunulmasını sever. İbadetlerin efdali, sıkıntının kalkmasını beklemektir. [2][90]
33-Ana baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için mirasçılar tayin ettik. Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınızın paylarını da verin. Şüphesiz ki Allah her şeye şahittir.
Âyet-i kerimede zikredilen ve “Mirasçılar” diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve İbn-i Zeyd tarafından, asabe olan baba, kardeş vb. mirasçılar olarak izah edilmiştir.
Ayet-i kerimede geçen ve “Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınız” şeklinde-tercüme edilen cümlesinin zahiri mânâsı “Yeminlerinizin size bağladığı kimseler” demektir. Müfessirler bu kişilerden kimlerin kastedildiği ve bunlara verilecek payın ne olduğu hususunda farklı örüşler zikretmişlerdir.
a- İkrime, Hasan-ı Basri, Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbas, Katade ve Dehhaka göre bu âyette zikredilen “Yeminlerle bağlanan kimseler”den maksat, cahiliye döneminde, birbirlerine mirasçı olma hususunda yeminleşerek antlaşma yapan insanlardır. Âyetin, bunlara verilmesini emrettiği paylardan maksat ise bu antlaşma gereği kendilerine mirastan verilmesi icabeden paylardır. Âyet-i kerime, cahiliye döneminde birbirleriyle bu gibi antlaşma yapanlara, İslam geldikten sonra mirastan paylarım vermelerini emretmektedir. Ancak daha sonra gelen ve sadece akrabaların birbirlerine mirasçı olacaklarım beyan eden şu âyet-i kerime ile bu âyetin hükmü neshediimiştir. Âyet-i Kerimede buyunıluyor kî: “Alla-hın kitabında, akraba olanlar (miras hususunda) birbirlerine müminler ve muhacirlerden daha yakındır.. [3][91]
b- Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeydden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen “Yeminlerimizin size bağladığı kimseler”den maksat, Resu-lullahın, Mekkeden Medineye hicret ettiğinde Medineîilerle kardeş yaptığı Mekkeli muhacirlerdir. Bunlara verilmesi emredilen paylardan maksat ise, mirastan verilecek paydır. Ancak daha sonra Allah teala, miras hükümlerini belirten âyet-i kerimeleri indirerek bu hükmü neshetmiştir.
Abdullah b. Abbas diyor ki:
“Âyette geçen “Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınız” cümlesi, muhacirlerin Ensara mirasçı olmaları hadisesine işaret etmektedir. Muhacirler Medineye gelince Resuluîlah onları Ensar ile kardeş yapmıştı. Bu kardeşliğin sonucu olarak muhacirler, akraba olmadıkları halde Ensara mirasçı oluyorlardı. “Ana baba ve akrabalınn bıraktıkları her şey için mirasçılar tayin ettik…” hükmü inince, muhacirlerin Ensara mirasçı olmaları hükmü kaldırılmış oldu. Bundan sonra sözleşme ile mirasçı yapma ortadan kalktı ve bunlara ancak vasiyet yapma yolu açık kaldi. [4][92]
c- Abdullah b. Abbas, Mücahid, Ata, Said b. Cübeyr, İkrime ve Süddiden naklidüen diğer bir görüşe göre “Yeminlerinizin size bağladığı kimselerden maksat, cahiliye döneminde birbirleriyle yardımlaşma antlaşması yapan kimselerdir. Âyette bunlara verilmesi emredilen paydan maksat ise mirastan bir pay değil, antlaşmadan doğan yardım etme, öğütte bulunma, istişare etme, esirlerin fidyesine katkıda bulunma ve öldürülenlerin diyetlerini ödeme gibi haklardır. Bu görüşte olanlara göre âyet-i kerimenin bu bölümü mensuh değildir. Zira islam geldikten sonra da bu gibi güzel amelleri teşvik etmiştir.
d- Said b. el-Müsseyebe göre ise bu âyette zikredilen “Yeminlerinizin size bağladığı kimseler” ifadesinden maksat, cahiliye döneminde evlat edinilen başkalarına ait çocuklardır.Âyette bunlara verilmesi emredilen paylardan maksat ise bunlar için vasiyet yapmaktır. Allah teala, ölen kişinin terekesini mirasçılarına verince cahiliye döneminde evlatlık edinilen kimseler açıkta kalmışlar bu nadenle bunlara da vasiyet edilmesini emretmiştir.
Taberi bu görüşlerden üçüncü göreşün tercihe şayan olduğunu söylemiş burada “Yeminlerin bağladığı kimselerden maksadın, kendileriyle yardım antlaşması yapılan kimseler olduğunu, bunlara verilmesi emredilen paydan maksadm da mirasın dışında, yardımda bulunma, öğüt verme ve benzeri şeyler olduğunu beyan etmiştir. Zira, Arapların tarihlerini ve haberlerini bilen ilim adamlarına malumdur ki Araplar, aralarında yaptıkları antlaşmaları yemin ve ahitlerle yaparlardı. Âyette geçen “Yeminierinizin size bağladığı kimseler” ifadesi bunu beyan etmektedir. Resulullahm Ensar ile muhacir arasında kurduğu kardeşlik bağı ve cahiliye döneminde yapılan evlatlık muamelesinin yeminle alakası olmadığından, âyetin bunlara işaret ettiğini söylemek isabetli değildir. Diğer yandan cahiliye döneminde yapılan dayanışma antlaşma!annda, mirastan pay verilmesinin de kararlaştırıldığı oluyorduysa da âyet-i kerimede mirastan pay değil de mirasın daşındaki yardımların yapılması kastedilmiştir. Taberi âyetin bu bölümünün neshedilmediğini söylemiştir. Zira bu hususta Resulullahtan sahih haberler rivayet edilmiştir. Resulullah, İslam geldikten sonra artık cahiliye döneminde yapılan andlaşmalann olmayacağını, ancak cahiliye döneminde yapılmış olan andlaşmalann icaplarının yerine getirilmesi gereğini beyan etmiştir.
Abdullah b. Abbas, Resulullahm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“İslam, cahiliye döneminde yapılan her antlaşmanın ancak kuvvetini artırmıştır. [5][93]
Şube b. Tev’em diyor ki: Kays b. Asım, Resulullaha antlaşmanın hükmünü sordu. Resululah da:
“Cahiliye döneminde yapılan antlaşmalara bağlı kalın. Fakat îslamda antlaşma yoktur. [6][94] buyurdu.
Abdullah b. Amr b. el-Ass da Resulullahm, Mekkenin fethi gününde okumuş olduğu hutbesinde şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Siz, cahiliye döneminde yapılan antlaşmaları yerine getirin. Zira İslam onların ancak kuvvetini artırmıştır. Siz İslamda antlaşma içadetmeyin. [7][95]
Cübeyr b. Mut’im de Resulullahm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“İslamda (cahUye döneminde olduğu gibi) antlaşma yoktur. Ancak İslam, cahiliye döneminde yapılan herhangi bir antlaşmanın ancak kuvvetim artırır. [8][96]
Abdurrahman b. Avf, Resulullahm şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Ben, genç bir çocukken amcalarımla birlikte “Mutayyebîn”in[9][97] (güzel koku sürenlerin) antlaşmasında hazır bulundum. Ben, bu antlaşmayı bozmam karşılığında kırmızı renkli hayvanlara sahibolmami istemezdim, (bana çok kıymetli hayvanlar veya altın verseler bile ben bu antlaşmayı bozmak istemezdim) Hadisin devamında Zühri diyor ki: “Resulullah şöyle buyurdu: “İslam, kendisinden önce yapılmış olan her antlaşmanın ancak gücünü artırmıştır. Fakat artık İs-lamda (bu tür) antlaşmalar yoktur.” Resufuliah, hicret eöen Kureyşlilerle Ensan birbirleriyle kaynaştırmiştir.” [10][98]
Taberi diyor ki: “Resulullahtan rivayet edilen bu haberler sahih olduğuna göre, âyet-i kerimede geçen ve “Yeminlerinizin size bağladığı kimseler” şeklinde ifade edilen cümlenin hükmünün mensuh olduğunu söylemek caiz değildir. Zira bu âyetin mensuh olduğu hususu âlimler arasında ihtilaf konusudur, Ha-dis-i şerifler de bunun neshedilmediğini ifade etmektedirler. O halde buradaki “Yeminlerimizin bize bağladığı kimseler”den maksat, kendileriyle yardımlaşma, öğütleşme ve istişarede bulunma hususunda antlaşma yapılan kimselerdir. İslam geldikten sonra da bu tür antlaşmaların gereğinin yapılması emredilmiştir ve âyet muhkemdir.