MARİFETULLAH (ALLAH’I TANIMAK) | Akaid Programı – 14. Bölüm
MARİFETULLAH (ALLAH’I TANIMAK)
Marifetullah: Allah’ı tanımaktır. Allah’ı tanımak; zatının ve sıfatlarının keyfiyetini bilmek değil, bilakis isim, fiil ve sıfatlarının manalarını ve tecellilerini akılların kapasitesince bilmektir. Ayrıca kullar Allah’ı ne kadar bilirse bilsin ancak bu bilme, kulun bilgi ve sıfatlarının kapasitesiyle sınırlıdır. Allah’ı tam olarak bilmek ise sonsuz ve sınırsızdır. Sınırlı bir akıl ile sınırsız olan ilmin ölçülmesi mümkün değildir.
Bununla beraber Allah’ı bilmek; hilkatin ğayesi ve ilimlerin en şereflisidir. Çünkü Allah’ı tanımayan esasen hiçbir şeyi tanımamıştır. Kendi kendisini bile tanıyamamıştır. Allah’ı tanımak ise; eşyayı değeriyle gerçek manada tanımaktır. Allah’ı tanımanın ilmi, meleklerin bile ibadetinden efdaldir. Zira Allah (c.c) Âdem (a.s)’ı ilim ile meleklere tafdil kılmıştır.
Mahlûkat içerisinde Allahu Teâla’yı en çok tanıma kapasitesiyle yaratılan âlem insandır. İnsanlar içerisinde Allah’ı en çok bilenler şüphesiz ki âlimlerdir. Bu hususu beyanla Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da böyle çeşitli renkleri var. Allah’dan, kulları içinde, ancak (kudret ve azametimi bilen) âlimler korkar: Şüphe yok ki Allah Aziz’dir (her şeye gâlibdir), .Ğafûr’dur (çok bağışlayıcıdır.)[1]
Kişi Allahu Teâla’yı ne kadar tamrsa o nisbette Allah’ı sever ve tanıdığı kadar Allah’tan korkar. Kulun kıymeti ise, Allah sevgisi ve korkusunun hâkim olduğu ölçüdedir. Kişinin hayatına değer veren özellik de, onun Allah’ı bilmesi, O’nu sevmesi ve O’ndan korkmasıyla O’nun rızası istikametinde yaşamasıdır.
Buna rağman insan Allah’ı hakkıyla bilmekten, verdiği bütün nimetlere şükretmekten ve tam manasıyla O’na kulluk etmekten acizdir. Bu itibarla Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır;
Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Mûsâ’nın İnsanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?” (Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları batakta oynayadursunlar.[2]
Okumuş olduğumuz ayet-i kerimede “ve ma kaderullahe” ifade-i celilesini bazı âlimler, Allah’ı tanıyamadılar şeklinde izah etmişlerdir. Nitekim Ebû Ubeyde’nin, ayeti “Allah’ı hakkıyla tanıyamadılar, bilemediler” şeklinde açıkladığını görmekteyiz.[3] Bu durumda kullar tam manasıyla Allahu Teâla’yı tanıyamadıkları gibi kulluk yapanlar da Allah’ı tanıdıkları kadar ancak kulluk görevlerıni İfa edebilirler.
Yaratılışın ve ilmin gayesi, Marifetullah’tır, aynı zamanda Marifetullah ilmin ve hayatın dengesini ve ölçüsünü belirler. Marifetullah’tan sonra Muhabbetullah hâsıl olur, Muhabbetullah Allah’a kulluğun iştiyakini meydana getirir, bu iştiyak ile fedakârlık yapıp bütün zorlukları aşar. Marifetullah’ın diğer bir faydası da Heybetullah’tır, Heybetullah ise kalbe hâkim olduğu vakit Allah’ın gazabından korkarak, O’nun yasakladığı ve rızasının olmadığı bütün şeylerden sakınmayı gerektirir. Fertler ve toplumlar ancak Marifetullah ile saadetidareyn’e erişebilirler.
Marifetullah hususunda İslam ûlemasının çok çeşitli izahları olmuştur. Hatta bu hususta müstakil kitap yazanlar dahi vardır. Ancak özetle birkaç cümle aktarmayı uygun bulduk.
Marifetullah’ın asıl konusu tevhid ilmidir. Çünkü tevhid ilminin ğayesi de Allah’ı zatında, sıfatlarında, fiillerinde ve isimlerinde birlemektir.
“Tevhid, ezelî olanı hadis (sonradan yaratılan varlıktan) ayrı tutmak; yaratılandan yüz çevirip ezelî olana yönelmektir. Öyle ki, başkası bir yana kendisini bile görmemektir.
Eğer kul, Yüce Allah’ı birleme halinde, kendi nefsini veya başkasını görürse, Yüce Allah’ı ezelî, zâtı ve sırf kendisine hâs sıfatlarıyla birlemiş olmaz, aksine O’nunla birlikte ikinci bir varlık kabul etmiş olur.
Sonradan yaratılan varlıklar şu sıfatlara sahiptirler: Birbirine benzerlik, denklik, birbiriyle bitişik veya ayrı olmak, birbirine yakınlık, karışıklık, girme, çıkma, değişme, yok olma, bir başka şekle dönme, bir yerden başka bir yere intikal… Yüce Allah bütün bunlardan uzak ve yücedir. Onun zâtı için hiçbir noksanlıktan bahsedilemez. O, kemâl ve cemâl sıfatlarıyla tektir; hiçbir varlıkta O’nun bu sıfatlan yoktur. Hiçbir fikir O’nun sıfatlarım hayal ederek tarif edemez. O kendisini nasıl tanıtıyorsa biz O’nu öylece tanıtır ve iman ederiz.
Kelime ve ifadeler O’nun zâtını ve sıfatlarını anlatmaktan âciz kalır. Kelimelerle O’nu tanıtmak mümkün değildir. O, his ve hayal ile idrak edilmekten ve başka varlıklara kıyas edilerek bilinmekten uzaktır. O’nun azamet nurlarını görmeye kimsenin gözü güç yetiremez. Eğer, “O nerede?” dersen; sana, “Mekân O’nun yaratmasıyla var olmuştur” denir. Şayet, “O, ne zaman var oldu?” dersen; sana, “Zaman O’nun îcadıdır/zamam O yaratıp ortaya koymuştur” denir. Eğer, “O, nasıldır?” diye sorarsan; sana, “Birbirine benzeyen ve nasıl olduğu bilinen bütün varlıklar O’nun işidir” denir. Şayet, O’nun miktarının ne kadar olduğunu sorarsan; sana, “Miktarı ve ölçüsü olan bütün varlıkları O ortaya koymuştur” denir. Ezel ve ebedi bilen, hepsini ihata eden (ilmi ile kuşatan) O’dur. Bütün kâinat ve varlıklar O’nun elinde ve hükmündedir.
Yüce Allah’ın varlığını bilmek ve O’nu müşahede etmek için en güzel yol, kulun bundan âciz olduğunu bilmesidir. O’nu tanımaktan aklın âciz olduğunu bilmek de bir ilim ve idraktir. Her şeyi ile tekten olan, bir zâtı ancak kendisi tanır. O’nu birleyen bir kulun bu konuda vardığı en son nokta, Yüce Allah’ı bilmenin değil, kulun kendi İlminin son noktasıdır. Yüce Allah, kullar tarafından hakikatiyle bilinmekten yücedir, uludur. Kim, Allahu Teâla’yı en iyi ben bilirim diye iddia ederse, o kimse şeytanın tuzağına düşmüş ve aldanmış biridir. Yüce Allah, “O çok aldatıcı şeytan sizi Allah ile aldattı…” (Hadid Suresi,14) âyetinde, bu tür bir aldanmaya işaret etmektedir. [4]
Ehl-i Sünnet vel Cemaate göre Mârifetullâh, Allah’ı Kur’an-ı Kerim ve hadisi şeriflerin bildirdiğine göre tanımak, sıfat ve isimlerini ve bunların sonsuz kemâlde olduğunu bilmek ve ilâhî hakikâtlere vakıf olmaya çalışmak şeklinde özetlenebilir.
Allah’a iman konusundan bu yana izahını yapmış olduğumuz bütün sıfat ve isimler Allah lafza-i Celaline izafe edilir. Ancak Allah lafza-i Celali bütün manaları kapsadığı için başka bir isim veya sıfatına izafe edilemez. Mesela Allah’ın İrade sıfatı denilir. Fakat İrade’nin Allah ismi denilemez. Yine Yüce Allah’ın Kuddus ismi denilir, ancak Kuddus ‘un Allah ismi denilmez.
Tahkiki ve tafsili olarak iman için Allah’ın isim ve sıfatlarını bilmek, anlamak ve inanmak şarttır. Allah’a iman konusu tahkiki olmadığı sürece diğer iman esasları tahkiki ve tafsili olamaz. Iman Allah’a hakkıyla imanla başlar ve onunla devam eder.[5]
[1] Fatır suresi 28
[2] Enam suresi 91
[3] İmam kurtubi el camili ahkamil kuran enam suresi 91 tefsiri
[4] İmam Gazali hak Yolunun esasları 5.bolum
[5] Şahımerdan Sarı islam akaidi 5.c.syf.520/524