sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Allah Resulüne (s.a.v) Gelen İlk Heyet | Siyer Programı – 17. Bölüm

Allah Resulüne (s.a.v) Gelen İlk Heyet | Siyer Programı – 17. Bölüm
A+
A-

Allah Resulüne Gelen İlk Heyet

 

               Resûlullah ve Ashabı karşılaştıkları işkence ve eziyetin ezikli­ği içinde iken; İslâm’ı öğrenmek için Mekke dışından ilk olarak, Resûlullah’a bir heyet geldi Sayıları otuz kadardı. Onlar, Ca’fer bin Ebî Tâlib’in, Mekke’ye dönüşünde onunla birlikte gelmişlerdi. Bu misafir topluluk gelip ResûluIIah’ın yanma oturunca ve onun özelliklerini, hâllerini yakından tanıyıp, kendilerine okunan Kur’ân’ı Kerİm’i dinleyince; hemen hepsi birden iman ettiler. Bunu öğrenen Ebû Cehil, doğru yanlarına gelip onlara şöyle dedi;

               «—Biz sizden daha akılsız bir topluluk görmedik. Kavminiz si­zi, bu adamın durumunu öğrenesiniz diye gönderdi. Onun yanında oturup, dinlenmeden, sözlerine iyice kanaat getirmeden, siz hemen dininizden ayrılıp onun söylediklerini tasdik ettiniz». Onlar da, Ebû Cehil’in bu sözleri üzerine:

               «—Biz size esenlikler dileriz. Sizin yaptığınız cahilliği, biz si­ze karşı yapamayız. Bizim kanaatlerimiz bize, sizinki ise sizedir. Cahillerin sözüne bakıp da, bize yönelmiş olan hayırdan dönmeyiz» dediler. Kur’ân-ı Kerim’in şu âyetleri onların hakkında idi: «Bun­dan önce, kendilerine kitab verdiğimiz nice kimseler vardır ki, on­lar buna (Kur’an’a) inandılar. Onlara Kur’an okunduğu zaman (Bu­na inandık. Şübhe yok ki, bu Rabbımızdan gelen bir hak ve gerçek­tir. Hakikaten biz bundan önce de, İslâm’ı kabul etmiş kimselerdik!) dediler. İşte bunlara sabır ve sebatlarından dolayı mükâfatlan iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar. Kendilerine ver­diğimiz rızıktan hayra sarfederler. Bunlar yaramaz lâkırdı işitince, ondan yüz çevirdiler de: Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz sizedir. Size selâm olsun. Biz cahillerle ilgilenmeyiz, dediler[1][45]».

 

Dersler ve İbretler

 

               Bu heyet olayında dikkatimizi çekmesi gereken iki husus var:

               Birinci Husus: Müslümanların işkence, eziyet, boykot ve her tür­lü sıkıştırmaya göğüs gerdikleri bir sırada; İslâm’ı öğrenmek, Resûlullah ile buluşmak için bu hey’etin Mekke’ye gelişinde; İslâm davetçilerinin, yollarında dağılmak nedir bilmeyen musibetlere ve elem­lere göğüs germeleri gerektiğine, zayıflama, bırakıp gitme ve ümit­sizliğe kapılma gibi bir tutumun caiz olmadığına açıkça işaretler vardır. Yukarıda da dediğimiz gibi, işkence ve zulme uğrama, ba­şarıya ve zafere ulaşmak için, mutlaka girilmesi gereken bir yol­dur. Hristiyanlardan sayıları otuzu aşkın bir heyet Mekke’ye gel­di. (Sayılarının kırkın üzerinde olduğunu söyleyenler bile vardır). Onlar yeni Davete karşı sevgilerini bildirmek için geldiler. İslâm düşmanları müslümanları ne kadar sıkıştırırlarsa sıkıştırsınlar, ne kadar işkence yaparlarsa yapsınlar; müslümanlara ne kadar eziyet ederlerse etsinler, ne kadar onlarla alâkalarını kesip boykot eder­lerse etsinler, ne kadar onların aleyhine toplantı yaparlarsa yap­sınlar; onların bu Davetin meyve vermesine engel olamıyacaklarmı, yeryüzünün doğusuna ve batısına yayılmasını önleyemeyeceklerini lisan-ı halleriyle açıklamak için deniz ötesinden Allah Resûlü’ne gel­diler… Sanki Ebû Cehil bu hakikati sezmişti de o hakikatin etkisi nefsinde ve bu hey’efn yüzüne karşı söylediği kin kusan kelimeler­de kendini göstermiştir. Fakat Ebû Cehil’den ne yapması beklenirdi ki? Onun ve onun gibilerin yapabilecekleri şeyler sadece müslüman-ların başına zulüm ve işkence yağdırmak. Ama Davetin hedefine varmasına ve meyvesini vermesine engel olamazlar.

               İkinci Husus: Bu heyet fertlerinin inandıkları imanın türü ne­dir? Bu iman, küfür karanlıklarından nura çıkan kişinin imanı mı­dır?

               Gerçek şudur ki, onların imanları, eski inançlarının devamın­dan ve sımsıkıya tutundukları dinin ve inancın gereği olarak İs­lâm’a girmekten ibaretti. Hakikaten onlar (siyret nakilcilerinin kesin olarak açıklamalarına göre) İncil ehli idiler, İncil’e iman ediyorlar ve onun hidâyeti üzere yürüyorlardı. İncil İsa (a.s.)’dan sonra ge­lecek olan peygambere uymayı emredince ve o peygamberin özel­liklerinden, bir kısım sıfatlarından bahsedince; artık bu peygambe­re, yâni Hz. Muhammed Aleyhisselâm’a iman etmek devam eden imanın, gereği olmuştu.

               O halde bu heyet fertlerinin Resûlullah’a iman etmeleri, birin­den diğerine tercih sebebiyle bir dinden diğer bir dine geçiş işlemi değildir. Zaten onların Peygamberimize iman etmeleri, Hz. İsa’ya ve ona indirilene imanın devamı olmuştu. Âyette geçen onların şu sözlerinin mânâsı da budur. Âyet şudur: «Kendilerine Kur’an oku­nunca (Biz ona inandık ve şübhe yok ki, bu Rabbımızdan gelen bir hak ve gerçektir. Hakikaten biz, bundan önce de İslâm’ı kabul et­miş kimselerdik) dediler». Yâni bizler müslümandık ve Hz. Muhammed’in Davet ettiğine, onun peygamber olarak gönderilişinden önce de inanan mü’minlerdik. Çünkü incil ona inanmaya çağırı­yordu…

               İsâ Aleyhlsselâm’ın veya Mûsâ Aleyhisselâm’ın getirdiği ilâhi hakikatlara gerçekten bağlanan kişilerin tümünün durumu budur. Çünkü İncil’e ve Tevrat’a inanmak, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’ (s.a.v.) Te inanmayı gerektirir. Bunun için Yüce Allah, Resûlü’ne, ehl-i kitabı İslâm’a Davet ederken sadece kendi talebettikleri şey­lerin iman iddiasında bulundukları incil veya Tevrat’ta bulunan şeyleri tatbik etmelerini istemekle yetinmesini emretti. Bu konuda şanı yüce Allah: «.Ey Resulüm, de ki: Ey ehl-i kitab! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni gereğince uygulamadıkça, siz hiçbir şey (din ve kanaat) üzerinde değilsiniz[2][46]» diye buyurmaktadır.

               Bu durum, daha önce de açıklamış olduğumuz: «Hz. Âdem’in yaratılışından Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamber olarak gönde­rilişine kadar, hak dinin tek olduğu, birden fazla olmadığı» kanaati­ni te’kid etse gerektir.

               Hakikaten, bir kısım insanların kullanmış olduğu, «semavî din­ler» tabiri anlamı olmayan bir terimdir.

               Evet… Bunlar müteaddit semavi şeriatlardır. Her semavi şeriat, kendinden önceki şeriatı yürürlükten kaldırır. Fakat genel anlam­da veya bir akideye ad olarak verilen «Şeriat» kelimesini birbirine karıştırmamamız gerekir. [3][47]

 

[1][45] Kasas sûresi, âyet: 52 – 55. Bu olayı, tbn İshâk ve Mukatil rivayet etmiştir. Taberânî ise Said bin Cübeyr’den nakletmiştir. İbn Kesir, Kurtubi ve Nisabu-rl’nin bu âyetleri tefsir ederken yaptıkları rivayetlere bakınız.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 138.

[2][46] Mâide sûresi, âyet: 68.

[3][47] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 139-140.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.