TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 81. VE 85. AYETLER
81- Onlar “emrine uyduk.” derler. Yanından ayrıldıkları zman da onlardan bir topluluk, senin söylediklerinin aksini geceleyin kurarlar. Allah onların geceleyin ne kurduklarını yazar. Onlara aldırma ve Allah’a güven. Allah vekil olarak yeter.
Ey Muhammed, kendilerine savaş farz kılındığı zaman insanlardan, Allah’tan korktukları kadar veya daha fazla korkan o kimselere bir şey emrettiğinde “Emrettiğine itaat eder. Yasakladığından kaçınırız.” derler Fakat onlar senûı yanından ayrıldıkları zaman da içlerinden münafık olanlar, senin onlara söylediklerini geceleyin değiştirirler. Allah senin sözlerinden değiştirdikleri şeylerin cezasını onların amel defterlerine kaydettirmektedir. Sen bu münafıklara aldırış etme. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. [1][200]
82- Kıır’an’ı düşünmüyorlar mı? Eğer Kur’an, Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı onda birbirine zıt olan bir çok şey bulurlardı.
Ey Muhammed, senin, kendilerine söylediklerini geceleyin değiştiren o insanlar, Allah’ın kitabı olan Kıır’an’ı düşünüp o kitabın, sana itaat etmelerine dair aleyhlerine bir deli! olduğunu idrak etmezler mi? Kur’an Allah tarafından-dır. Zira onun mânâları birbiriyle uyum içindedir,.hükümleri birbirine uygundur. Ve onun bir kısmı diğer bir kısmını tasdik etmekle ve doğruluğuna şahitlik etmektedir. Şayet bu Kur’an, Allah tarafından değil de başka biri tarafından gönderilmiş olsaydı elbette ki onlar, Kur’an’ın içinde birbirleriyle çelişen bir çok hükümler, birbirini bozan birçok mânâlar bulurlardı. [2][201]
83- Kendilerine cnıniye veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu yayarlar. Eğer onu Peygambere ve kendilerinden olan İdarecilere havale etmiş olsalardı, onlardan hüküm çıkarmaya kadir olanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın, üzerinize olan lütfü ve merhameti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyardınız.
Resuiullah’m söylediklerini geceleyin değiştiren o münafıklara, müslü-manların müfrezelerinin savaşı kazanmaları veya mağlup olmaları gibi güven veya korku ile ilgili bir gizli haber geldiğinde o haberi Resulullah’tan ve müfrezenin komutanından önce insanlara yayarlar. Eğer bunlar işi Peygambere ve kendilerinden olan idarecilere havale edip sussalar ve haberi yaymasalardı bu haberi inceleme gücünde olanlar, onun gerçek yüzünün ne olduğunu bilirler ve onun doğru veya yanlış okluğuna karar verir ve ona göre insanlara bildirirlerdi. Eğer Allah’ın lütfü ve merhameti olmasaydı çok azınız hariç, bu münafikar gibi siz de şeytana tabi olurdunuz.
Görüldüğü gibi âyet-i kerime müminlerin savaşları hakkında gelen haberleri acele yayan bir kısım münafıkları ve zayıf iradeli insanları uyarmakla, bu gibi ciddi haberleri Restılısllah’a ve haberi inceleyip doğruluğunu veya yalan oluşunu tesbit edebilecek güçteki ordu komutanlarına ve ilim sahiplerine bırakmalarını emretmektedir. Nitekim bu hususta Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:
“Kişinin, duyduğu herşeyi konuşması, yalan olarak ona kâfidir. [3][202]
Âyet-i kerimenin sonunda “Allah’ın, üzerinize olan lütfü ve merhameti olmasaydı pek azanız müstesna, şeytana uyardınız.” buyurulmaktadır.
Bu ifadenin izahı şöyledir: Ey müminler, Allah’ın, sizi hayırlarda muvaffak kılması, lütfü ve merhameti olmasaydı Resulullah’ın yanında iken “Emrine itaat ettik.” deyip de onun yanından ayrıldıktan sonra geceleyin, onun dediklerini değiştiren şu münafıklar gibi şeytana tabi olurdunuz. Bundan pek azınız kurtulabilirdi.”
Müfessirler burada zikredilen “Bundan pek azınız müstesna olurdu.” ifadesini çeşitli şekillerde izah etmişlerdir:
a- Katade’ye göre istisna edilen pek az kimseler, gelen haberlerden hüküm çıkaran kimselerden istisna edilmişlerdir. Bu izaha göre âyetin mânâsı şöyledir: “Eğer o haberi Peygambere ve kendilerinden olan idarecilere havale etmiş olsalardı, onlardan hüküm çıkarmaya kadir olanlar, pek azı müstesna onun ne olduğunu bilirlerdi.
b- Abdullah b. Abbas’a göre ise burada istisna edilen pek az kimseler, kendilerine emniyet veya korku hususunda heber geldiğinde onu çevreye yayan kimselerden istisna edilmişlerdir. Bu izaha göre âyetin mânâsı şöyledir: “Resuiullah’m yanında bulunduklarında “Sana itaat ediyoruz.” deyip onun yanından ayrıldıktan sonra da söylediklerinin tersini planlayan kimselere emniyet veya korku hakkında bir mesele geldiğinde onların pek azı müstesna hemen o meseleyi çevreye yayarlar.” Bu izaha göre, burada, haber yaydıkları beyan edilen kimselerden maksat, münafıklar, haber yayanlardan istisna edilenlerden maksat ise müminlerdir.
c- Dehhak’a göre ise, âyette istisna edilen az kimseler, şeytana tabi olabilecekleri muhtemel olan kimselerden istisna edilmişlerdir. Buna göre âyetin izahı şöyledir: “Şayet, Allah’ın lütfü ve merhameti olmasaydı şeytana uyardınız. Bundan pek azınız müstesna olurdu. Bu az olanlar da şeytana uyma temayülünde olmayanlannizdır.”
Bu hususta Dehhak şöyle demiştir: “Âyet-i kerime, şeytanın vesveselerinden bir kısım vesveseleri içlerinden geçiren sahabileri kastedmektedir. Onlardan az bir topluluğun bu vesveselerden uzak oldukları beyan edilmiştir.
d- Diğer bir kısım müfessirlere göre burada “Pek azınız müstesna” şeklinde zikredilen cümle, zahirde bir istisna ise de aslında yukanda geçen hükmü pekişti mı edir.
Bunlara göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: “Şayet size Allah’ın Iüifu ve merhameti olmasaydı hep birlikte şeytana uymuş olurdunuz.” Bu görüşte olan âlimler, Arapçada, istisnaların te’kid mânâsına da gediğini, buradaki istisnaların da bu türden olduğunu söylemişlerdir.
Taberi diyor ki: “Bu görüşlerden tercihe şayan olanı burada istisna edilenlerin duydukları haberleri derhal yayanlardan istisna edildiklerini söyleyen görüştür. Zira, bu istisna edilenlerin şeytana tabi olabileceklerden istisna didiklerini söylemek caiz değildir. Çünkü, burada şeytana tabi olmayanların, Allah’ın lütfü ve merhametiyle tabi olmadıkları beyan edimiştîr. Allah’ın lütfü ve merhameti olduktan sonra artık kimsenin şeytana tabi olması beklenemez. Diğer yandan, burada zikredilen istisnayı Arapça’da yaygın olan bir üsluptan çıkarıp onun pekiştirme ifade ettiğini söylemek de caiz değildir. Çünkü Allah tealanın kitabini Arapça’da yaygın olan üsluplara göre tefsir etmek isabetli değildir.
Keza burada, istisna edilen az kimselerin, haberi bilme yetkilerinde olanlardan istisna eildiklerini söylemek de doğru değildir. Çünkü haberi bilme yetkisinde olanlar, aynı seviyededirler. Onlardan bazılarının haberleri bileceklerini, diğerlerinin bilemeyeceklerini söylemek doğru değildir. İşte bu üç izah şekli de doğru olmadığından, buradaki istisnanın, haber yayanlardan istisna edildiklerini söylemekten başka bir yol yoktur. Biz de bunu tercih ettik. [4][203]
84- Ey Mıihammcd, Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlusun. Müminleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah, kâfirlerin şerrini önler. Allah’ın azabı çok şiddetlidir. İbret alınacak cezası da pek şiddetlidir.
Ey Muhammed, Allah düşmanlarına karşı Allah yolunda bizzat cihad et. Sen bütün gücünle gayret et. Bu hususta sana uymayanlara üzülme. Allah seni, ancak gücünün yettiği ile mükellef tutar. Müminleri de müşriklerle savaşmaya teşvik et. Umulur ki Allah, kâfirlerin şerrini sizden uzaklaştırır. Allah’ın belası pek çetindir. Cezası da pek şiddetlidir.
Taberi diyor ki: “Umulur” kelimesi, Allah için kullanıldığında “Şüphesiz” anlamına gelir. Bu âyetteki “Umulur ki Allah, kâfirlerin şerrini önler.” demek “Şüphesiz ki Allah, kâfirlerin şerrini sizden önler” demektir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) kâfirlerle savaş hususunda birhadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “Kim, bir savaşa katılmadan veya savaşa katılma niyetini taşımadan ölürse, bir nevi münafık olarak ölmüş olur.” [5][204]
85- Kim, İyi bir işe aracılık ederse, onun sevabından hissesi vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse, onun günahından payı vardır. Allah, herşeye kadirdir.
Ey Muhammed, kim senin sahabilerinin zor durumda olanlarına yardımcı olur, düşmanlarına kaşı cihadlannda ve Allah yolunda savaşmalarında onlara yardımda bulunacak olursa, onun yapmış olduğu bu yardımdan dolayı, Allah’ın vereceği sevaptan bir payı vardır. Kim de, Allah’ı inkâr eden kâfirlere yardımcı olur, onlarla birlikte olarak müminlere karşı savaşacak olursa onun da günahtan bir payı vardır. Allah, herşeye kadirdir.
Taberi diyor ki: “Bu âyet-i kerime, Resulullah’a savaşmayı ve müminleri savaşmaya teşvik etmesini emreden âyetten sonra geldiği için bu âyetteki şeytan ve yardım etmekten maksadın, bu savaşta yardım etme olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte her hayıra yardım edenin onun sevabından bir nasip ve şerre yardımcı olanın da onun günahından bir pay alacağını da ifade etmektedir. Âyet-i kerimenin sonunda geçen ve “Kadirdir” diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas ve Mücahid tarafından “Herşeye kadir olan” şeklinde izah edilmiştir. Abdullah b. Kesir tarafından “Herşeyi sevk ve idare eden” şeklinde izah edilmiştir. Süddi ve îbn-i Zeyd tarafından ise “Herşeye kadir olan” şeklinde izah edilmiş Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü bu kelime Kureyşlilerin şivesinde bu mânâda kullanılmıştır. Ebu Mes’ud el-Ensâri diyor ki:
“Bir adam Resulullah’a geldi ve “Benim bineğim telef oldu, bineksiz kaldım. Beni savaşa götürecek bir bineğe bindir.” dedi. Resululah ise “Bende, seni bindirecek binek yoktur.” buyurdu. Oradan birisi “Ey Allah’ın Resulü, ben ona, bineceği bir binek verecek olanı göstereyim mi?” dedi. Bunun üzerine Resulul-lah “Kim, bir hayır işleme yolunu gösterecek olursa ona, hayırı işleyenin sevabı kadar sevap vardır.” buyurdu. [6][205]