TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 96. VE 100. AYETLER
96- Bu da, onlara, Allah tarafından verilen dereceler, mağfiret ve rahmettir. Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Allah, cihad edenleri, özürsüz olarak cihada gitmeyenlerden büyük bir mükâfaatla üstün kılmıştır. Bu mükâfaat ta Allah’ın ikram ettiği yüksek dereceler, günahlarını affetmesi ve Allah yolunda verdikleri imtihan dolayısıyla onlara, merhametli davranmasıdır. Zira Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Peygamber efendimiz bir lıadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
“Allah, kendi yolunda cihad edenler için cennette yüz derece hazırlamıştır. Her derecenin arası gökle yer arası kadardır. [1][236]
Müfessirler, burada zikredilen derecelerden neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
Katade’ye göre bu derecelerden maksat, müslüman olma, müslüman iken hicret etme, hicret ettikten sonra cihad etme, cihad etme sırasında düşman öldürme gibi derecelerdir. Bunların her biri başlı başına birer derecesidir.
İbn-i Zeyd’e göre ise burada zikrdilen derecelerden maksat, Allah tea-la’nm, tevbe suresinin yüz yirmi ve yüz yirmi birinci âyetlerinde zikrettiği yedi derecedir. Bu âyetlerde şöyle Duyurulmaktadır. “Medine halkı ve çevresinde bulunan Bedevilere, Peygamberle birlikte savaşa çıkmaktan geri kalmaları, kendi canlarını, onun canından daha çok sevmeleri yakışmazdı. Çünkü onlar için, Allah yolunda uğrayacakları susuzluk, yorgunluk, açlık, düşmanlarını kızdıracak bir yere ayak basmaları ve düşmana verdikleri her zarar karşılığında salih bir amel yazılır. Şüphesiz ki Allah, iyilik yayanların miikftfaatmı zayi etmez.” “Sar-fettikleri az veya çok herhangi bir mal ve Allah yolunda aştıkları herhangi bir vadi, onlar için îesbit edilip yazılacaktır ki Allah onları yaptıklarının en güzeliy-le mükâfaatîandırsın.” [2][237]
İbn-i Muhayriz ise bu âyette zikredilen derecelerden maksadın, cennetteki dereceler olduğunu söylemiştir.
Taberi, bu görüşü tercih etmiştir. Zira, bundan önceki âyette Allah teala-nin, cihad edenleri, oturup kalanlardan büyük bir mükâfaatla üstün kıldığı zikredilmiştir. Bu âyette ise o büyük mükûfaatın ne olduğu açıklanmış, onun, bir kısım dereceler, Allah’ın affı ve merhameti olduğu zikredilmiştir.
97- Melekler, o kendilerine zulmedenlere, canlarını aldıklarında “Ne yaptınız?” derler. Onlar da “Biz yeryüzünde zayıf düşürülmüştük.” derler. Melekler ise “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi? Orada hicret edeydiniz.” derler. İşte bunların varacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.
Hicret etmedikleri için Allah’ın gazabına uğrayan ve böylece kendi kendilerine zulmedenlerin canlarını melekler alırken onlara şöyle derler: “Gelin bakalım ne yaptınız?” Neden, olduğunuz yerde kaldınız da hicret etmediniz? Onlar şu cevabı verirler: “Bizim, hicret etmeye gücümüz yetmiyordu. Çünkü müşrikler bizleri kendi topraklarımızda zayıf düşürmüşlerdi.” Bunun üzerine melekler şunu sorarlar: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi ki kendi memleketinizden çıkıp başka bir yere hicret edesiniz? Müşriklerden ve sapıklardan uzaklaşasmiz. İşle bunların vanp sığınacakları yer, cehennemdir. O, ne kötü bir varılacak yerdir.
Müfessirler bu âyet-i kerimenin ve bundan sonra gelen âyetlerin Mekke halkından müsülman olan fakat Resulullah hicret ettiğinde onunla birlikte hicret etmeyen veya edemeyen, bilahare de dinden çıkarılma fitnesine düşürüldüklerinde imtihan veremeyen müşriklerin, Resulullah’a karşı yaptıkları davranışta onların sayılarını çoğaltan bir kısım insanlar hakkında nazil olduğunu ve bu âyetin, bu insanların beyan ettikleri mazeretlerin, Allah teala tarafından kabul edilmediğini bildirdiğini söylemişlerdir.
Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: “Mekke halkından bir topluluk müslüman olmuştu.Onlar müslüman okluklarını gizliyorlardı. Müşrikler, Bedir Savaşında onları da götürmüşlerdi. Onlardan bazıları Öldürüldüler. Bunun Üzerine müslümanlar, “Öldürülen şu arkadaşlarımız müslüman idiler. Onlar buraya zorla getirildiler. Siz onlar için af dileyin.” dediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Müslümanlar, Mekke’de kalan diğer müslümanlara bu âyeti yazıp gönderdiler. Ve özürlerinin kabul edilmediğini bildirdiler. Bunun üzerine onlar da Mekke’yi terkedip hicret etmek için yola çıktılar. Fakat müşrikler onları yakaladılar ve dinlerinden döndürerek fitneye düşürmek istediler. Bu sefer Mekke’de kalan bu müslümanlar hakkında şu âyet nâziloldu. “İnsanlaın bir kısmı Allah’a iman ettik.” der fakat Allah yolunda eziyt görünce insanların yaptığı eziyeti Allah’ın azabı gibi kabul eder… [3][238] Müslümanlar bu âyeti de yazıp onlara gönderdiler. Onlar da çok özüldü ve bütün hayırlardan ümitlerini kestiler. Bundan sonra Mekke’deki o müslümanlar hakkında şu âyet nazil oldu. “Ey Muhammed, şüphesiz ki Rabbin, mihnete uğrattıktan sonra hicret eden sonra da cihad eden ve işkencelere sabredenleri affeder. [4][239]
Bu defa müslümanlar, Mekke’deki müslümanlara bu âyeti yazıp gönderdiler ve onlara “Allah, sizin için bir çıkar yol gösterdi.” dediler. Bunun üzerine Mekke’deki müslümanlar hicret için yola çıktılar. Müşrikler de geriden gelip onlara kavuştular ve birbirleriyle vuruştular. Ölen öldü kurtulan da kurtulmuş oldu.
Abdullah b. Abbas, başka bir rivayette şunları söylemiştir:
“Müslümanlardan bir kısım insanlar müşriklerle aynı yerde yaşıyorlardı.. Rcsulullah’a karşı onların sayılarını kabartmış oluyorlardı. Savaş sırasında bir
ok gelip onlardan birine isabet ediyor ve öldürüyordu. Yahut bir kılıç darbesiyle ölüyorlardı. İşte Allah teaia bunlar hakkında: “Melekler o kendilerine zulmedenlere, canlarını aldıklarında “Ne yaptınız?” derler. Onlar da “Biz yeryüzünde zayii’düşürülmüştük.” derler..” âyetini indirdi.” [5][240]
îkrime bu-âyetin, sıfatlarını belirttiği kimselerin, Kays b. eî-Fakıh, Haris b. Zema b. el-Esved, Kays b. Velid b. el-Muğirc ve Ebul Ass’b. Münebbih b. el-Haccac ve Ali b. Ümeyyeb. Halef okluklarını-söylemiş ve demiştir ki: “Kureyş-liler ve onlara katılanlar Ebu Süfyan’ı ve Kıtreyş kervanını Resulullah’tan ve sa-habilerden kurtarmak için yola çıkınca, kendileriyle birlikte, daha önce müslü-man olmuş bir kısım gençleri de, istemedikleri halde getirdiler. İki ordu, herhangi bir kararlaştırma olmaksızın Bedir’de karşılaştılar. Bu gençler de İslam-dan döndüler ve Bedir savaşında kâfirler olarak öldürüldüler,
Süddi diyor ki: “Hz. Ali’nin kardeşi Akiyl ve Nevfel esir düşünce Resu-lullah. Ahbas’a dedi ki: “Hem kendi fidyeni hem de kardeşinin oğlu Akiyt’in fidyesini ödeyeceksin.” Abbîis deüi ki: “Ey Allah’ın Resulü, senin kıblene karşı namaz kılmadık .mı? Senin getirdiğin şehadeti getirmedik ki?” Resulullah da buyurdu ki “Ey Abbas, sizler, savaştınız ve mağlup oldunuz.” Sonra âyetin şu bölümünü okudu: “Allah’ın yeryüzü geniş değl miydi? Orada hicret etseydiniz.” derler. İşte bunların varacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.”
Süddi diyor ki: “Bu” âyet-i kerimenin indiği gün müslüman olup da hicret etmeyen kimse kâfir sayılıyordu. Ancak bir çare bulamayan, hicret etmek için malı olmayan ve yolu bilmeyenler bundan müstesna idi, [6][241]
98- Erkek, kadın ve çocuklardan, zayıf düşürülüp bir çare bulmaya gücü yetmeyen ve yol bulamayanlar müstesnadır.
Bu âyet-i kerime, kimlerin, hicret etmedikleri halde sorumlu olmayacaklarını açıklamakta ve bunların, bizzat hicret etmeye gücü yetmeyen ve bir başka imkân da bulamayan âciz, erkek kadın ve çocuklar olduğunu bildirmektedir.
Abdullah b. Abbas, bu âyet-i kerimeyi okuduktan sonra
“Benim annem de Allah’ın, burada mazur kıldığını bildirdiği kimselerdendi.” demiştir. [7][242]
Diğer bir rivayette. Abdullah b. Abbas demiştir ki: “Ben ve annem, Allah’ın burada mazur kıldığını bildirdiği kimselerdendik.”
Ebu Hureyre diyor ki:
“Resulullah, yatsı namazını kılarken dedikten sonra secdeye varmadan önce şöyle dua etti: “Ey Ali ahım, sen Ayyaş b. Ebi Rebia’yi kurtar. Ey Allahım sen Seleme b. Hişam’t kurtar. Ey Alah’ım, sen Velİd’in oğlu Velid’i kurtar. Ey Allahım sen müminlerin zayıf düşürülmüş olanlarını kurtar. Ey Allahım sen, Mutlar kabilesine üzerindeki baskını artır. Ey Al-lahım, sen onların yıllarını Yusuf un yıllan gibi kıtlık yıllan kıl. [8][243]
99- İşte bunları, umulur ki Allah affeder. Allah, çok affeden ve çok bağışlayandır. Umulur ki Allah, işte bu zayıf düşürülenlerin, hicret etmeme hususundaki mazeretlerini kabul eder. Hicret etmeme kusurlarını affetme lütfunda bulunur. Çünkü onlar kendi istekleriyle küfür diyarını tercih etmemişler, imkân bulamadıkları için hicret edememişlerdir. Şüphesiz ki Allah, kullarının işledikleri günahların cezasını vermeyi terkederek onları çokça bağışlayan ve çok affedendir. [9][244]
100- Kim, Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde çok barınacak yerler, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden, Allah ve Resulü için hicret etmek gayesiyle çıkar da sonra ona ölüm gelirse, şüphesiz ki onun mükâfaatı Allah’a aittir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Kim müşriklerden ayrılır da dini uğruna kaçarak İslam topraklarına ve müminlere hicret edecek olursa, Allah’ın, sağlam dini olan İslam uğruna hicret eden bu kimse, yeryüzünde gezip dolaşacağı çok yer ve bolluk bulur. Hem dininin emirlerini rahatlıkla yerine getirir hem de nzık yönünden zorluk çekmez. Kim de, Allah’a ve Resulüne hicret etme niyetiyle kâfir diyarında bulunan evini terkeder de hicret edeceği yere varmadan ölüm ona gelir çatarsa şüphesiz ki onun yaptığı bu güzel amelin sevabı, Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah, kullarının günahını örten ve onlara karşı şefkatli olandır. [10][245]
Âyet-i kerime, müminleri, İslamı yaşamayacakları toplumların içerisinden ayrılıp hicret emye eteşvik etmekte ve müminlerden, hicret ettikleri takdirde sıkıntıya düşecekleri endişesini kaldırmakta, onlara, daha iyi bir hayat yaşayacakları müjdesini vermektedir.
Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) de hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:
“Kim evinden, Allah yolunda cihada çıkacak olur da bineğinden düşüp Ölürse -Ki nerde o ınücahidler?- onun miikâfaatını Allah mutlaka verecektir.. Veya bir haşere ısırır da ölürse, yine onun miikâfaatını Allah mutlaka verecektir. Yahut kendiliğinden ölürse yine onun miikâfaatını Allah mutlaka verecektır.
“Kim Allah yolunda evinden ayrılıp gider, ölür veya öldürülürse o şehittir. Veya atı yahut katırı kendisini öldürürse, yine kendisini bir haşere sokarak öldürürse ya da Allah’ın dilediği herhangi bir ölümle yatağında ölürse o kimse şehittir. Onun için cennet vardır. [11][246]
Said b. Cübeyr, Katade, İkrime, Dehhak, Süddi, İbn-i Zeyd ve Abdullah b.Abbas bu âyet-i kerimenin, müslüman olduktan sonra Mekke’de ikamet eden, ancak bundan önceki iki âyt-i kerime inip, özürsüz olduğu halde hicret etmeyenleri kınayınca, hasta olmasına rağmen hicret etmek İçin yola çıkan ve Medine’ye varmadan yolda ölen bir kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu kişinin isminin, Damre b. el-İys mi yoksa İys b. Damre mi yahut, Damre b. Cündeb mi veya Cündeb b.Damre mi okluğu hususunda farklı rivayetler zikredilmiştir.
Bu âyetin izahında Said b. Cübeyr diyor ki: “Huzaa oğullarından Damre b. el-îys veya İys b. Damre isminde birisi vardı. Müslümanlara hicret etmeleri emredildiğinde o hastaydı. Ailesine, kendisi için bir sedye yapmalarını ve kendisini Resulullah’ın yaşadığı yere götürmelerini emretti. Ailesi, emrini yerine getirdi. Fakat o, “Ten’im” denen yere varınca vefat etti. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
Müfessirler bu âyet-i kerimede geçen ve “Barınak” diye tercüme edilen kelimesinin mânâsı hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.
Abdullah b. Abbas, Dehhak, Robi’ b. Enes, Hasan-ı Basri, Katade ve Mü-cahid’e göre bu kelimenin mânâsı, “Bir yerden başka bir yere intikal etmek” demektir. Yani, değiştirilecek çok yer demektir.
Siiddi’ye göre, “Rizık aranacak yer” demektir. İbn-i Zeyd’e göre “Hicret edilecek yerler”dir. Âyet-i kerimede geçen ve “Genişlik ve bolluk” diye tercüme edilen kelimesinin mânâsı:
Abdullah b. Abbas, Rebi’ b. Enes ve Üchhuk’a göre “Bol nzık” demektir. Katade’ye göre ise “Mânevi genişlik” demektir. Yani hicret eden kişi sapıklıktan çıkıp idayete erişmiş olur. Fakirlikten kurtulup zenginliğe ulaşmış olur.” demektir.
Taberi’ye göre, kelimesinin izahındaki doğru olan görüş bunun mânâsının, “Değiştirilecek yer” olduğunu söyleyen görüştür. kelimesinin izahında doğru olan görüş ise, bunun mânâsının “Bolluk” olduğunu söyleyen görüştür. Bu bolluk, hem nzık bolluğunu hem de sıkıntıdan kurtulup genişliğe kavuşmayı ifade eder.
Taberi diyor ki: “Yezid b. Ebi Habib’in naklettiğine göre Medine halkı bu âyet-i kerimeye dayanarak cihad yapmak için evinden ayrılan ve savaş meydanına varmadan yolda ölen kimseye ganimeuen pay verileceğini söylemişler ve bu âyetin gaziler hakkında indirildiğini bildirmişlerdir. [12][247]