Resullullah’ın (s.a.v) Hicreti | Siyer Programı – 26. Bölüm
Resullullah’ın (s.a.v) Hicreti
Sahih hadîslerde ve siyret ulemasının nakillerinde şöyle rivayet edilmiştir:
Hz. Ebû Bekir (r.a.) müslümanların birbirinin peşinden Medine’ye hicret ettiklerini görünce, hicret için Resûlullah (s.a.v.)’tan izin istemeye geldi. Resûlullah (s.a.v.) da ona: «Acele etme, yavaş ol! Umanm ki, Allah bana da izin verir» buyurdu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) de: «Anam ve babam sana feda olsun! Sen bunu umuyor musun?» dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de cevaben: «Evet» buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’a arkadaşlık etmek için bekledi ve iki binek deve satın alıp ahırda besledi. Onların bakımını tam dört ay kendi üzerine aldı[1][107].
Bu sırada Kureyş, kendilerinden olmayan ve Mekke dışından birtakım insanların Resûlullah’ın etrafında cemaat teşkil ettiklerini görünce, Resûlullah’in, onların yanına gideceğinden ve kendileriyle savaşmak için bir ordu toplamasından korkuya kapıldılar.
Bunun üzerine Kureyş müşrikleri, Resûlullah’ın durumunu görüşmek ve ona ne yapacaklarını kararlaştırmak için Dâru’n-Ned-ve’de toplandılar, (Dâru’n-Nedve, Kusay bin Kilâb’m evi idi. Kureyş önemli işlerini orada görüşürdü.) Sonuç olarak hepsinin görüşü şu şekilde toplandı: Her kabileden güçlü kuvvetli birer delikanlı alıp onların her birinin eline çok keskin birer kılıç Verecekler. Bu delikanlılar, doğruca Resûlullah’ın yanına gidecekler ve hepsi birden hücuma geçecek, bir tek adam vuruyormuş gibi kılıçlarını vuracaklar ve onu öldürecekler. Böyle olunca da, artık Abd-i Menaf oğulları, onlarla yâni bütün kabilelerle savaşma gücünü kendinde bulamayacak… Bu komplo için belirli bir gün kararlaştırdılar. Bu karar üzerine Cebrail (a.s.) hemen Resûlullah’a gelip, hicret etmesini emretti ve o gecede kendi yatağında yatmasının sakıncalı olduğunu bildirdi”.[2][108]876.lara yardımda bulundular*
Buhâri’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Aişe şöyle demiştir:
Bir gün biz, öğle sıcağında Ebû Bekir’in evinde (yâni babasının evinde) oturuyorduk. Ev halkından biri, Ebû Bekir’e: «tşte Resûlullah, başı sarih olarak bize doğru geliyor!» dedi. Hâlbuki Resûlullah bu saatte bize hiç gelmezdi. Hz. Ebû Bekir de: «Babam, anam ona feda olsun! Vallahi mühim bir hâdise olmadıkça onun bu saatte gelmesi âdeti değildi» dedi. Hz. Aişe rivayetinde devamla der ki: Resûlullah gelip, izin istedi, buyurun denildi, ö da evimize girdi. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir’e: «Yanında bulunanları dışarı çıkar» diye buyurdu. O da: «Babam, anam sana kurban olsun, ey Allah’ın elçisi, onlar senin ehîin ve mahremindir, yabancı kimse yoktur» dedi. Resûlullah: «Hicret için bana izin verildi» buyurarak söze başladı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) de: «Ben de size yoldaşlık etmek isterim» deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.) : »Evet olur» buyurdu. Ebû Bekir (r.a.): «Babam, anam sana kurban, yâ Resûlâllah! Şu iki binek devesinden birini beğen al» dedi. Resûlullah da «Ancak bedeliyle, yâni parasıyla kabul ederim» buyurdu.
Hz. Aişe der ki: Biz Resûlullah ile Ebû Bekir’in yolluklarım hazırladık. Her ikisi için bir dağarcık içinde bir miktar azık yapıp, koyduk. Dağarcığın ağzı bağlanacağı sırada, Ebû Bekir’in kızı kardeşim Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp, ayırdı da onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esmâ’ya, «Zâtu’n-Nitakayn: İki kuşaklı» adı verildi[3][109].
Resûlullah (s.a.v.) doğruca Ali bin Ebû Tâlib’in yanına gidip, onun da; halkın kendisine emanet olarak bıraktığı eşyaları sahiplerine verinceye kadar Mekke’de kalmasını emretti. Çünkü Mekke halkından hiçbir kimse yoktur ki, üzerine titrediği eşyasını Resûlul-lah’a emanet bırakmasın. Bunu Resûlullah’ın doğruluğunu ve emanete riayetim bildikleri için yapıyorlardı.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) oğlu Abdullah’a, halkın kendileri hakkında gündüzün ne söylediklerini dinleyip, akşamleyin bu haberleri kendilerine getirmesini emretti. Kölesi Âmir bin Füreyre’ye de koyunlarım gündüzün otlatıp karanlık basınca da, sütlerinden faydalanmak için Sevr mağarasına doğru getirmesini söyledi. Kızı Esma’ya da, her akşam kendilerine yetecek kadar yiyecek getirmesini söylemişti.
İbn İshâk ve îmam Ahmed, her ikisi de Yahya bin Abbad bin Abdullah bin ez-Zübeyr’den Hz. “Ebû Bekir r.a.in kızı Esma ra şöyle dediğini naklediyorlar. Hz. Esma diyor ki; «Hz. Peygamber, babam Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den hicret ettikleri zaman,
Ebû Bekir parasının tümünü beraberinde götürdü.» Paranın tümü beş veya altı bin dirhem kadardı. Hz. Esma devam ederek diyor ki; •Onlar gittikten sonra dedem Ebû Kuhâfe evimize geldi. Dedemin gözleri de görmüyordu. Bize şöyle dedi; «Vallahi ben öyle sanıyordum ki o (Ebû Bekir), parasının tümünü yanında götürmekle sizi üzmüş.”Ben de ona dedim ki; »Hayır dedeciğim, o bize pek çok mal bıraktı.» Ve ben hemen taşları alıp, babamın paralarını koyduğu, evdeki mazgal deliğine koydum. Üzerine de bir örtü attım. Sonra dedemin elinden tutup: «Dedeciğim, elini şu paraların üzerine hele bir sür!» dedim. O da elini oraya sürünce: «Eh, bunu size bıraktığına göre mes’ele yok. Çok güzel, artık bu size yeter.» Vallahi o bize birşey bırakmadı. Ama ben bunu yapmakla, ihtiyarı sakinleştirmek istedim[4][110].
Resûlullah (s.a.v.J’ın hicret ettiği gecenin yatsı vaktinde, müşrikler onun kapısının önünde toplanmış, kendisini öldürmek için bekliyorlardı. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali’yi kendi yatağında yatmak için bırakıp, ona hiçbir kötülüğün ulaşamıyacağma onu ikna ettikten sonra, müşriklerin arasından çıkıp gitti. Hâlbuki Yüce Allah onlara bir nev’i uyuklama vermişti!..
Resûlullah ve arkadaşı Ebû Bekir, saklanmak için doğruca Sevr mağarasına gittiler. Tercih edilen görüşe göre bu olay, bi’setten on-üç yıl sonra Rebiü’l-Evvel ayının ikinci günü (20 Eylül 622) olmuştu. Peygamberimizden önce Ebû Bekir mağaraya girerek mağaranın içinde yırtıcı hayvan veya yılanın olup olmadığını kontrol etmek ve Resûlullah’ı korumak maksadıyla el yordamıyla etrafı yokladı. Bu mağarada üç gün kaldılar. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah Mekke’de olup bitenleri haber vermek için karanlık basınca yanlarına geliyor, geceyi orada geçiriyor, sonra tan yeri ağarmadan yanlarından ayrılıp, geceyi Mekke’de Kureyş’le birlikte geçirmiş gibi hemen şehre dönüyordu. Âmir bin Füreyre de sürüden bir miktar koyun alıp, onların yanına götürüyor. ;Abdullah oradan ayrılınca, Abdullah’ın ayak izleri belli olmasın diye onun- peşinden koyunları geri getiriyordu.
Ama müşrikler -Hz. Peygamber’in çıkıp gittiğini öğrendikten sonra – Medine yoluna dağıldılar ve bulunabilecekleri muhtemel olan her yeri aramaya başladılar. Hattâ Sevr mağarasına kadar gittiler. Resûlullah ve arkadaşı müşriklerin ayak seslerini duydular. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir’i bir korku aldı. Hz. Peygamber’e fısıltı halinde; «Onlardan biri eğilip bakıverse, mutlaka bizi görür» dedi.
Resûlullah da: «Yâ Ebâ Bekir! îki kişinin üçüncüsü Allah olursa akıbetin ne olacağını, yâni yakalanacağımızı mı sanıyorsun?» buyurdu[5][111].
Allahü Teâlâ müşriklerin gözlerini kör etti. Hattâ onlardan hiçbirine mağaraya girme arzusunu vermedi ve onlardan hiçbirinin aklına mağaranın içinde ne olduğunu araştırmayı bile getirmedi.
Arama işi sona erip, Abdullah bin Uraykıt yanlarına geldikten sonra, mağaradan çıkarak, Abdullah bin Uraykıt’ın rehberliğinde, sahil yolunu tutarak yürüdüler. Abdullah bin Uraykıt, müşriklerden idi. Resûlullah ve arkadaşı ona iyice güvendikten sonra, Medine’ye giden gizli yollarda kendilerine kılavuzluk etmesi için onu kiralamışlardı. Ayrıca, mağaranın dibinde iki binek devesi ile beraber buluşmalarım kararlaştırmışlardı.
Mekke müşrikleri, Hz. Peygamberle Hz. Ebû Bekir’i bulup getiren herkese, her biri için yüzer deve vermeyi vaadettiler.
Bir gün Müdlic oğullarından bir cemaat, aralarında Sürâka bin Cüşum olduğu halde, toplanmış oturuyorlardı. O sırada, kendilerinden bir adam yanlarına gelerek: «Ben biraz önce, sahile doğru yönelen birkaç yolcu karaltısı gördüm. Öyle sanıyorum ki bunlar, Mu-hammed ve arkadaşlarıdır» dedi. Sürâka, adamın gördüğü yolcuların Hz. Peygamber ve arkadaşları olduğunu hemen anladı. Fakat başkalarını onları aramaktan vazgeçirmek maksadıyla adama; «Senin gördüğün falan ve filân kişilerdir. Şimdi bizim gözümüzün önünden yitiklerini aramak için gittiler» dedi. Mecliste bir miktar daha kaldıktan sonra kalkıp gitti. Hemen atma binip sürdü. Resûlullah’a ve arkadaşlarına yetişti. Bu sırada at sürçerek yere kapaklandı. O da attan düştü. Sonra tekrar ikinci kez pıtına bindi ve Resûlullah’ın okuyuşunu duyuncaya kadar yanlarına yaklaştı. Resûlullah arkasına bile dönüp bakmıyordu. Hz. Ebû Bekir ise, dönüp bakıyordu. Sürâka’nın atının ayakları diz kapaklarına kadar kuma gömüldü. Sürâka tekrar attan düşerek yere kapaklandı. Sonra hayvanı kalkıncaya kadar zorladı. Fakat hayvan bir türlü ayaklarını kumdan çıkaramıyordu. Hattâ hayvanın ayaklarının izinden duman gibi bir toz bulutu göğe doğru yükselip dağıldı. Sürâka, Resûlullah’a birşey yapamıyacağını kesinlikle anladı ve içine büyük bir korku çöktü. Bunun üzerine Resûlullah’tan emân diledi. Resûlullah (s.a.v.) ve beraberindekiler, Sürâka yanlarına gelinceye kadar durup beklediler. Sürâka, Resûlullah’tan özür dileyip bağışlanmasını istedi. Sonra onlara yol azığı ve diğer şeyler vermek istedi. Fakat onlar: «Hiçbir şeye ihtiyacımız yok» dediler. Ancak, ondan haberi yaymamasını istediler. Bunun üzerine o da, yolda kendisine rastlayanlara, «Ben her tarafı arayıp taradım, hiçbir yerde onları bulamadım. Benim aramam da size yeter» dedi[6][112]. Sürâka verdiği sözden dolayı, Resûlul-lah’ı ve beraberindekileri halkın nazarlarından saklayarak Mekke’ye döndü. Sürâka işte böylece sabahleyin Hz. Peygamberi ve arkadaşım öldürmek için yanlarına giderken, akşamleyin de onları koruyarak ve halktan onları gizleyerek geri döndü. [7][113]
[1][107] Buhari: 4/255.
[2][108] İbn Higâm, Siyret: 1/155; tbn Sa’d, Tabakaf: 1/212
[3][109] îbn Sa’d’ın Tabakaü’nda onun kuşağını parçalayıp bir parçasıyla su tulumunu, diğer parçasıyla da yemek dağarcığının ağzım bağladığının rivayeti yardır.
[4][110] İbn Hişâm, es-Siyret: 1/488; tmam Ahmed, Müsned: 20/282.
[5][111] Bu hadîsi, Buhârî üe Müslim rivayet etmiştir.
[6][112] Bu hadîsi de Buhârİ ile Müslim rivayet etmiştir. Olayın geniş açıklaması Buhârî’de vardır: c. 4. s. 255-256.
[7][113] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 187-191.