KURAN’IN LAFIZ VE MANA YÖNÜNDEN İCAZI | Akaid Programı – 33. Bölüm
KURAN’IN LAFIZ VE MANA YÖNÜNDEN İCAZI
Benzerini getirmek isteyenleri aciz bırakması Peygamberliğin ilanı ile birlikte muhataplara meydan okunarak ortaya konan ve insanları acze düşüren olağanüstü şeye mucize denir. Kur’an’ın icazıyla, Kur’an’ın bu yönü kastedilmektedir. Allah her peygambere, peygamberliğini isbat etmek için bu tür mucizeler vermiştir.
Kur’an-ı Kerim, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’in mucizesidir ve mucize yönü kıyamete kadar kalıcıdır. Diğer peygamberlere verilen mucizelerin kalıcılık yönü yoktur. Onların mucizeleri, dönemlerinin tamamlanmasıyla son bulmaktadır. Aslında son peygamberin mucizesinin kalıcı ve sürekli olması, tabii, hatta gereklidir.
Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Hiç bir peygamber yoktur ki, zamanındaki insanların inandıkları mucize(ler) kendisine verilmiş olmasın. Mucize olarak bana verilen ise, bana vahyettiği Kur’an’dır. Dilerim ki kıyamet günü peşinden gideni en çok olan, ben olunum“[1] .
Kur’an, akla hitap eden bir mucizedir ve kıyamete kadar kalıcılık vasfını buradan almaktadır. O, müteaddit ayetlerde meydan okumuş. Allah tarafından gönderilmediğini iddia edenleri, bu iddialarını ispatlamağa çağırmıştır. Kur’an’ın bu meydan okuyuşunu içeren ayetler, Mekke döneminde inmeğe başlamış ve Medine döneminde de inmeğe devam etmişlerdir.
Bu konudaki açık ayetlerden üçü şöyledir:
“De ki:’Andolsun, eğer insan(lar) ve cin(ler) şu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka olup yardım etseler de (bunu yapamazlar). “[2]
“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyleyse siz de onun benzeri on uydurulmuş sure getirin; eğer doğru iseniz Allah’tan başka, çağırabildiklerinizi de (yardıma) çağırın (da bunu yapın)!” [3]
“Yoksa ‘onu uydurdu’ mu diyorlar? Deki: “Eğer doğru iseniz haydi onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın!” [4]
Kur’an’ın meydan okuyuşunu sarahaten ya da kapalı olarak içeren daha pek çok ayet vardır. Bu üç ayette görüldüğü gibi Kur’an, bir defasında tamamı, bir defasında on sûresi, birinde de bir sûresi ile meydan okumaktadır. Ama ne indiği dönemde, nede o dönemden günümüze bu meydan okumaya karşı koyacak biri çıkmış değildir.
Her Peygamber döneminde toplumun eğilimi ne ise, toplumda ne revaçta ise, o peygambere o konuyla ilgili mucize verilmiştir. Kur’an’ın indiği dönemde, Araplar arasında en revaçta olan husus, ifade güzelliğidir. Öyle ki, şiir ve hitabet için panayırlar düzenleniyor, şiirin zirvesine erişen eserler kutsal Kâbe’nin duvarlarına asılıyordu. Ne var ki Kur’an-ı Kerim, sadece o dönem için indirilmiş bir kitap değildir. O, kıyamete kadar insanlığa hak yolu gösterecek ve bu yola davet edecek bir kitaptır. Ayrıca O, belli bir kavme değil, bütün insanlığa gönderilmiş bir kitaptır.
Bunun için Kur’ân’ın icâz yönü, bir açıdan değil, birçok açıdan ele alınabilir şöyle ki:
a- İfade güzelliği açısından Kur’an’ın icâzı:
Kur’an’ın indiği toplumda ifade güzelliğinin revaçta olduğu ifade edildi. Kur’an’ın bu açıdan o dönem insanlarını ne kadar etkilediği tarihî bilgilerle sabittir. Kur’an’dan birkaç âyeti dinledikten sonra, bu sözün insan sözü olamayacağı itiraf edenlerin sayısı pek çoktur. İşte Hz. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s)’i öldürmek üzere yola çımasına rağmen Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini dinlemesi ile etkilenerek müslüman olması bunun güzel bir örneğidir.
İfade güzelliği konusunda âdeta mütehassıslaşmış olan o toplum, Kur’an’ın ifade güzelliği karşısında şaşakalmışlardır
b-Lafız ve mâna dengesi
Kur’an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, onda anlam kelimeye tam olarak bürünüp lafız halini alır. Kısa ve özlü anlatımın tercih edildiği yerlerde mâna ihmal edilmediği gibi muhtevanın ayrıntısına girilmesi gerektiği yerlerde de söz israfına gidilmez. Rummânî’nin belirttiğine göre ”anlamı uygun ve güzel lafızla zihinlere ulaştırmak” demek olan ve üst, orta ve alt tabakaları bulunan belâgatın en yüksek derecesini Kur’an’ın belâgatı oluşturur. Bu bakımdan Kur’an’ın, hem Araplar’ın hem Arap olmayanların benzerini ortaya koyamayacakları bir i‘câz özelliği vardır [5]. Dolayısıyla Kur’an îcâz, teşbih, istiare, kinaye, telâüm, fâsılalar, tecânüs, mübalağa, hüsn-i beyân gibi belâgatın bütün kısımlarında en üst seviyededir.
Öyle ki âyetlerinden bir kelime değiştirilecek olsa anlam değişip kelâm bozulur ya da belâgat seviyesi düşer.[6]
c- Öngördüğü ahlâkî ve sosyal ilkeler açısından Kur’ân’ın icâzı
İslâm’a girmeden önce müşrik Arap toplumunun ahlâkî yapısı ve seviyesi tarihen sabittir. Her türlü ahlâksızlık ve çapulculuğun hüküm sürdüğü o toplum, İslâm’a girdikten sonra insanlık için örnek bir toplum oldu. Birlik ve beraberliği sağlayan, güçsüzün hakkını koruyan, insanlık tarihinde eşine rastlanmayan bir toplum oldu. Geriliğiyle alay eden toplumlara fazilet ve medeniyet taşıyan bir toplum O toplum, kısa bir müddet içerisinde çevresine hâkim olmuş, sadece inananları değil, İslâm’ı kabul etmeyen diğer din mensuplarını da huzur ve güvenliğe kavuşturmuştur.
İşte Kur’an’ın getirdiği ilkelerin ilâhî oluşunu isbat hususunda bu tarihî vakıa güzel bir delildir.
d- Gaybî haberler açısından Kur’ân’ın icazı
Kur’an’ın verdiği bu gaybî haberlerin bir kısmı geçmişe, bir kısmı da geleceğe aittir. Geleceğe dair verdiği haberlerin de bir kısmı indiği dönemde, bir kısmı daha sonra gerçekleşmiş ve hala zaman zaman gerçekleşmektedir. Müslümanların müşriklere gâlip geleceği, Mekke’nin fethi, Bizans’ın İran’a galip geleceği gibi haberler, henüz Kur’an inmeğe devam ediyorken gerçekleşmiştir.
Mekke döneminde henüz müslümanlar zayıf bir durumdayken, müşriklerin “Toplulukları dağıtılacak, gerisin geriye döneceklerdir.“[7] ayetiyle müslümanlar tarafından bozguna uğratılacağı haber verilmiştir. Hatta bu ayet indiğinde Hz. Ömer:
“Biz sayımız bu kadar az, onlar ise çok güçlü, onları nasıl yenebiliriz! şeklinde hayretini ifade etmiş, Bedir savaşında müşrikler dağılıp kaçışmaya başlarken, bu âyetin gerçek anlamını kavradığını belirtmiştir”.[8]
Mekke’nin fethinden birkaç sene önce inen Fetih sûresi, Mekke’nin fethedileceği müjdesini vermiştir. Geleceğe dair bu tür haberler, Arap toplumunu aşarak diğer toplumları da kapsamina almıştır.
“Rumlar en yakın bir yerde yenildiler, onlar bu yenilgiden sonra birkaç (üç ile dokuz) yıl içerisinde galip geleceklerdir.”[9] âyetleriyle yenilen Bizans’ın yakında İran’a galip geleceği haber verilmiş ve gerçekten de bu müddet içerisinde Bizanslılar, İranlıları Heraklius devrinde mağlup etmişlerdir.
Bütün bunları, ancak, ilmi geçmiş ve geleceği kapsayan biri doğru olarak haber verebilir.
Kur’an’ın müsbet ilmin çok daha sonra keşfedeceği nice meseleyi önceden haber vermiş olması, geleceğe dair gaybî haberlerdendir.
Güneşin hem kendi etrafında dönen ve hem de onun etrafında dönen birçok gezegenle birlikte sabit bir noktaya doğru yol aldığı son asırlara ait keşiflerdendir. Oysa Kur’an bu ve benzeri birçok gerçeği çok önceden haber vermiştir.
Bugün için Kur’an öğretisinin, diğer din ve ideolojilerin sahip oldukları maddî imkânlardan uzak olduğu bir gerçektir. Hatta İslâm âleminde bile Kur’an-ı Kerim öğretisinin baskı altında bulunduğu, birçok ülkede mensuplarının takibat altında tutulduğu, inkârı mümkün olmayan bir vakıadır. Bununla birlikte diğer din ya da ideolojilere mensup nice ilim, devlet ve sanat adamı İslâm dinine girmekte, onun üstünlüğünü itiraf etmektedir. Bu husus da Kur’an-ı Kerim’in icâzının ayrı bir yönüdür.
[1] Buhârî, İ’tisam, l
[2] el-İsrâ Suresi,88
[3] Hûd Suresi,13
[4] Yûnus Suresi,38
[5] en-Nüket fî i’câzi’l-Kur’ân, s. 69-70
[6] Beyânü i’câzi’l-Kur’ân, s. 26-31
[7] el-Kamer Suresi,45
[8] İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, Mısır, ty. VII, 457
[9] er-Rum Suresi,2-4