sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KALP, SADECE ÇIRPINIP DURAN ET PARÇASI MIDIR?

A+
A-

Bismillahirrahmanirrahim

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

Maraz, insanın, sıhhat ve itidalden ayrılmış olduğu hali ifade eden bir durumdur (el-İsfehanî, el-Müfredat).Cismanî anlamda kullanıldığı gibi manevi anlamda da kullanılır. Cismanî açıdan maraz (hastalık), bedene sonradan arız olan ve dengeyi bozan bir haldir. Manevî yönden ise maraz, kalbin, ‘İslam’ın hakikâtlerini” idrak kabiliyetinin zaafa düşmesini’belirten bir durumdur.(İbn Kayyım el-Cevziyye, Şifau’l-Alil, s. 171 )

Günahların kalpte açtığı manevî yaralar, Kur’ân-ı Kerim’de -gerek faziletlerin elde edilmesine mani olmaları yönüyle, gerekse uhrevî hayatın kazanılmasına engel teşkil etmeleri sebebiyle hastalıklara benzetilmiştir.

Kur’ân Kerim kalp hastalığını, Allah(cc)’a ve O’nun(cc) ayetlerine taalluk eden meselelerde, insan idrakine arız olan şek, şüphe ve kalbin itikada sarılmadaki gevşekliği(Yazır, Hak DiniKur’ân Dili, 1, 227, 230.)olarak tanımlar. Bakara: 2/10; Maide: 5/52; Enfal: 8/49; Tevbe: 9/125; Hac: 22/53; Nur: 24/50; Ahzap: 33/12, 32; Muharnmed: 47/20, 29; Münafikun: 63/3.),

İnsanın idrak, hitab ve hakkı kabul etme yanını ifade eden kalb , Allah(cc)ı tanıyıp bilme ve O’na şükürde bulunmak için yaratılmıştır.

Nitekim kalb, bir ayette ;

“…Şükredesiniz  diye  size görme, işitme ve akletme güçleri (ef’ide) vermiştir.”(Nahl: 16/78 )

Alusî b.u âyetin tefsirinde şöyle der: Allah bu şeyleri kendileriyle ilim ve marifet elde etmek için vasıta kılmıştır.

Yüce Allah; insanın, kendisini bilmesi, O’na iman edip itaat etmesi ve verdiği nimetlere karşı O’na şükretmesi için ona işittiğini anlama, gördüğünü kavrama kabiliyetini ve hakikati kendisiyle anlayacağı gönülü vermiştir. Fa­kat nankör insan, Allah’ın kendisine verdiği bu yetilerden istifâde etmeyip onları işlevsiz hale getiriyor, bu yüzden de dalâlet karanlığından hidâyet aydınlığına çıkamıyor.Duyu organlarının en önemlileri kulak ve gözdür. Kok­lama, dokunma ve tatma duyuları ancak işitme ve görme ile dış dünyanın algılanmasında bir anlam ifâde ederler. Kulak, göz, akıl, vicdan ve gönül doğruyu yanlıştan ayırdedebilen, gelen haberlerin doğruluğunu tespit edip bir sonuca varan idrak araçlarıdır. İlahî vahiyler, peygamberle­rin mesaj ve uyarıları bu araçların sayesinde insanlara ula­şırlar. Âyetlerde işitme organı kulak ve görme organı gözden sonra tasdik makamı olarak gönül/kalpden bahsedilir. Burada söz konusu olan insanın( batıni) iç benliğidir. İnsan görme, işitme, duyma ve aklî melekesiyle elde ettiği bilgilerin doğrulukla­rını tespit etmek için değerlendirme yapar. İşte bu değerlen­dirmenin yapıldığı yer gönül ve vicdandır. Gönül, düşünme­nin, tefekkürün, aklı kullanmanın merkezi konumundadır.

Eğer kişinin kalbi bozulmuş ve aklıyla bir irtibat kura­mayacak kadar Körelmişse o zaman gerçeği sadece akılla kavramanın da herhangi bir yararı yoktur insanların çoğu, hiçbir katkıları olmadan kendi­lerine verilen bu nimetlerin değerini bilip şükretmezler.

Peygamber Efendimiz (sav) ; hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: “Bilin ki, bedende öyle bir et parçası vardır ki, o iyi olursa, bütün beden iyi olur; o bozulursa, bütün beden bozuk olur. Bilin ki, o kalptir.”Peygamber Efendimiz’in küçücük et parçası diye anlattığı kalb, acaba göğsümüzde çırpınıp duran et parçası mı, yoksa davranışlarımıza yön veren akıl mıdır?

“Şimdi siz bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allah’ın kelamını dinli­yorlar da onu aklettikten sonra bile bile tahrif ediyorlar.”(Bakara-75)

İlâhî vahye karşı ön yargılı olan insanlar duydukları gerçeği akıllarıyla kavrayacak durumda olsalar bile, onlar kalblerini bu gerçeğe açmayacak ve anladıkları hakikate olumlu karşı­lık vermeyeceklerdir. Akılları kavradığı halde bozulmuş kalbleri olumlu tepki göstermeyen nice insan vardır(S.Kutup).

Kalbin, bu görevlerini yerine getirememesine sebep olan marazı (hastalığı);

“Onların kalblerinde hastalık vardır. Allah onların hastalıklarını daha da artırmıştır…”[Bakara: 2/10]

Bu ayette söz konusu edilen insanlar, niyet planında kötülüklerle içli-dışlı olanlar ve de bununla kalmayıp fırsat buldukça bu kötü niyetlerini gerçekleştirmeye çalışanlardır.

Sebeplerin artışıyla neticenin katlanması demek olan bu durum, tam bir fasit dairedir; yani bir türlü kalpten sökülüp atılamayan, hatta sökülüp atılması dahi düşünülmeyen kötü niyetler, başka kötü niyetleri doğurmuş, bu kötü niyetler üzerine yapılan ameller, yeni kötü ameller doğurmuş ve netice itibariyle böyle bir fasit daire içinde kalmışlardır.

Her bir hatadan başka bir hataya, her bir günahtan daha büyük bir günaha, -hatta masiyetlerin en büyüğü olan küfre- değişik yollar bulunması itibariyle, başlangıçta kalpte küçük bir sapma olarak beliren marazın,  diğer ifadeyle, manen hastalanan kalbin, bir gün fonksiyonunu icra edemez hale gelip, bütünüyle körelmesi mümkündür. İnsan için asıl körlüğün ifadesi olan bu durum Kur’ân’da sıklıkla ifade edilir.kalbi kararmışlardan, münafıklardan şöyle söz edilir:

“Görürsün sana bakıyorlar (yenzurûne) ama görmüyorlar (lâ yubsirûne).”(A’raf: 7/198)

Marazlı kalplerin bir gaye etrafında birleşmeleri de, mümkün değildir. Çünkü vahdetin en emin yolu olan tevhidi kabullenmeyerek kaosa düşmüşlerdir; artık birleşemezler. Onların birlik ve beraberliği ancak dışta yani bedenî ve maddî planda olabilir:

“Sen onları toplu, bir sanırsın; oysa ki, onların kalpleri parça parçadır.”[Haşr: 59/14. ]

Yaratılış bakımından  başlangıçta her kalb sıhhatlidir. Ancak dikkat edilmediği durumda kalbin de hastalanması , kasvetten küfre, ucbdan kibre, tul-i emelden hırsa, şehvetten gaflete kadar sebep olabilecek pek çok düşmanı vardır. İlâhî vahiyden yüz çevirip küfürde direnen ve inat edenler, azgınlıklarında bocalamaya devam edeceklerdir:

İnsan Hakka iman edip kalbi huzura kavuşmayınca, yanlışları denemekle gerçeğe ulaşmaya çalışır, fakat haktan sapanın varacağı yer batıldan başka olamayacağı için kalb huzursuz ve mutsuzdur.Sevgi, nefret, kahramanlık, korkaklık, acı duyma, se­vinme, yumuşaklık, katılık, mutluluk ve kasvet gibi insanın psikolojik ve duygusal yönü ile ilgili olan hususlar kalbten kaynaklandıkları gibi; hidâyet, dalâlet, istikamet, sapma, Allah’ın emirlerine itaat veya isyan, tefekkür, tedebbür ve kavrama gibi insanın akılcı yönü ile ilgili olan hususlar da kalbten kaynaklanırlar.

“De ki: “Sizi yaratan, size kulak(lar) gözler ve gönüller veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?(Mülk/23)

Eğer Allah’ın güç ve kudretiyle olmasaydı o kemik ve et parçalarından ibaret olan organlara bu kabili­yetleri kim verebilirdi?

“Elhamdulillâhi rabbil’alemin”

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.