AHİRETE İMANIN DÜNYADAKİ İSPATLARI NASIL OLMALIDIR | Akaid Programı – 46. Bölüm
AHİRETE İMANIN DÜNYADAKİ İSPATLARI NASIL OLMALIDIR
Hem varlıkların yaratılışındaki anlam açısından hem de yaratılanların en şereflisi olan insanın yaratılış gayesi açısından bakıldığında ahiretin varlığı gerekmektedir. Bu gereklilik akli ve naklî delillerle de sabittir.
Aklımız ve kalbimiz ahiret olmaksızın bu dünyaya pek de fazla anlam veremez. Yine adalet, sorumluluk, ebediyeti isteme gibi duygular da ahiretin varlığını gerektirmekte, insan bütün benliğiyle ahretin varlığını arzulamaktadır.
Dünya hayatı, ahiret olmadığı zaman anlamını yitirir, hayat insan için âdeta bir boşluk, bir hiçlik hâline gelir. İnsan olarak aklımız da kalbimiz de bu dünyadaki iyilerle kötülerin aynı sonda birleşmesini, ölümle birlikte her şeyin yok olup gitmesini kabul edemiyor. Nitekim hiçbirimiz zalimlerle mazlumların, iyilerle kötülerin bu dünyadaki durumlarını kabul edemiyoruz. Haksızlıklara, zulümlere karşı çıkıyoruz. Buna rağmen çoğu zaman gerçek
adalet bu dünyada gerçekleşmiyor. Haksızlık yapanlardan hesap sorulamayabiliyor.
Oysa içimizdeki adalet duygusu bu durumu kabullenemiyor. Ancak ahiret inancımızla teselli bulabiliyoruz. Orada zalimlerden hesap sorulacağına, iyilerin ödüllendirileceğine, kötülerin
cezalandırılacağına olan inancımız bizleri teselli ediyor.
Öte yandan Kur’an bizlere, insanın ve diğer varlıkların boş yere yaratılmadığını, amaçsız ve gayesiz olmadıklarını bildirir. Hayatımız ölümle sonuçlanırsa ve ahiret hayatı olmazsa nihai amaç gerçekleşmemiş olur. Ahireti anlamlandırmaya çalışırken fark etmemiz gereken bir gerçeklik de ölümdür. Ölüm kaçınılmazdır. Ahirete iman etmek bizlere ölümü anlamayı ve kabul etmeyi de kolaylaştırır. Aksi takdirde ölüm şayet bir son ise hem bu dünya hayatı çekilmez olur hem de hayat anlamsızlaşır. Adaletsizlikler, haksızlıklar, zulümler, hayatta karşılaştığımız zorluklar, hayatı adeta bir yük olarak karşımıza çıkarır. Ahiret hayatı yoksa bu dünya hayatı da yaşanılmaz olur.
Yukarıda anlatılanları “ahiretin gerekliliğinin akli delilleri”olarak şu şekilde özetlemek mümkündür: Mutlak adalet, ebedîlik arzusu, insanın özgür ve sorumlu oluşu, insanın başıboş ve amaçsız yaratılmadığı, varoluşun ve hayatın anlamı, inanç ve davranışlara karşılıklarının verilmesi, hakikatin ortaya çıkması ve her şeyin anlaşılması, evrensel ahlak ilkelerinin hayata geçirilebilmesi, iyilik, hak ve görev bilinci, ahlaki davranışlar, toplumsal düzen.
Bu akli deliller yanında Kur’an’da zikredilen ve akla, kalbe, ruha, vicdana hitap edip onları doyuran ve tatmin eden naklî deliller de vardır:
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O (döl yatağına) akıtılan meninin içinde bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu, alaka (embriyo, aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti. Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmişti. Peki (bunları yapan) Allah’ın ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi ?”[1]
“Yoksa kötülük işleyenler, ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi amel işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar. Allah gökleri ve yeri, yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.”[2]
“Kim de ahireti ister ve bir mü’min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.”[3]
“Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın bir sapıktır.” [4]
[1] Kıyâmet suresi,36-40
[2] Câsiye suresi,21-22
[3] İsra Suresi,19
[4]İsra Suresi,72