VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 74. VE 78. AYETLER
Yahudilerin Kalplerinin Katılığı
74- Sonra bunun ardından yine kalpleriniz taş gibi, veya taştan da katılaştı. Çünkü öyle taşlar vardır ki, ondan ırmaklar kaynar. Yine öyle taşlar vardır ki yarılıp su çıkarır. Öyle taşlar da vardır ki, Allah korkusundan yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
Açıklaması
Yahudiler suyun kaynaması, dağın kaldırılması, günahkârların maymun ve domuzlara dönüştürülmesi, maktulün diriltilmesi gibi mucizelere ve önceden beri verilegelen öğütlere rağmen hakkı kabul etmediler. Kalpleri katılık açısından taşları andırmaktadır. Hatta taşlardan da katıdır. Bu kalpler, mucizelerle etkilenme özelliğini kaybetmek, öğüt ve ibretlerden herhangi bir şekilde etkilenmemek sonucunda adeta cansız varlıklar gibi oldu. Hatta cansız varlıklardan aşağılara da düştüler. Çünkü kayalardan kimi zaman su fışkırır, yeri canlandıran bitkilere faydalı olan ırmaklar akıp gider. Bunda da insanlar için faydalar vardır. Taşlar kimi zaman şiddetli rüzgârlardan ve buna benzer zelzele ve sarsıntılardan da etkilenir, dağların üst taraflarından aşağı doğru yuvarlanırlar. Kayaları kırar, kaleleri yıkar. Bunda ise insanlar için faydalı bir şey yoktur.
Bütün bu öğüt ve ibretlere rağmen Yahudilerin inat ve fesatları artıp durdu. Fakat Yüce Allah onların amellerini tespit eder, sonra da amellerinin karşılıkları ile onları cezalandırır. Bu ise son derece tehdit dolu bir ifadedir. Çünkü Yüce Allah’ın: “Yaptıklarınızdan” buyruğu küçük ya da büyük bütün amelleri kapsar. Onun: “Zerre ağırlığı kadar bir hayır işleyen onu görür. Zerre ağırlığı kadar bir şer işleyen de onu görür.” (Zilzâl, 99/8) buyruğu da bunu pekiştirmektedir. [1][57]
Yahudilerin İmana Gelmelerinin Zor Olması
75- Artık bunların size inanacaklarını mı umarsınız? Halbuki onların bir fırkası vardı ki Allah’ın kelâmını dilerlerdi de onu anladıktan sonra bile bile tahrif ederlerdi.
76- İman edenlerle karşılaştıklarında: “İman ettik” derler. Birbirleriyle baş-başa kaldıklarında ise: “Allah’ın size açtığını, onu Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil göstersinler diye mi haber veriyorsunuz? Akıl erdiremiyor musunuz?” derler.
77- Gizlediklerini de açıkladıklarını da Allah’ın muhakkak bildiğini bilmiyorlar mı?
78- Onların içinden, kuruntu dışında kitabı bilmeyen ümmîler de vardır. Onlar yalnız zannediyorlar.
Nüzul Sebebi
İbni Abbâs ve Mukâtil der ki: Yüce Allah’ın: “Artık bunların size inanacaklarını mı umarsınız?” buyruğu Hz. Musa (a.s.)’nın kendisi ile birlikte Yüce Allah’ın huzuruna çıkmak üzere seçtiği yetmiş kişi hakkında inmiştir. Bu yetmiş kişi Hz. Musa ile birlikte gidip de Yüce Allah’ın kelâmını, emir ve yasaklarını işittiler, sonra kavimlerine geri döndüler. Doğru ve samimi olanlar işittiklerini olduğu gibi tebliğ ettiler. Onlardan bir kısmı ise: Bizler Yüce Allah’ın kelâmını şu şekilde duyduk: “Eğer bu işleri yapabilirseniz yapınız, yapmazsanız da mahzuru yoktur.”
Müfessirlerin çoğuna göre ise ayet-i kerime recm ayeti ile Hz. Muhammed (s.a.)’in niteliklerini değiştirenler hakkında inmiştir. [2][58] İlim adamları Hz. Musa’nın Allah’ın kelâmını daha önce onun hitabını işitmemiş olduğu halde, hangi yolla tanıdığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Bir görüşe göre o harf ve sesten ibaret olmayan, kesintiye uğramayan, nefes alıp vermenin söz konusu olmadığı bir ses işitince, bunun insan kelâmı olmadığını, aksine ancak âlemlerin Rabbi Allah’ın kelâmı olabileceğini anladı.
Bir diğer görüşe göre o, belli bir cihetten olmayan bir söz işitti. İnsanların sözü ise altı yönden birisinden işitilir. Onun belli bir yönden gelmediğini görünce bunun insan kelâmı olmadığını anladı. .
Bir diğer görüşe göre, Hz. Musa’nın bedeni bütünü ile kulak kesildi ve böylelikle Yüce Allah’ın kelâmını işitti ve bununla o işittiğinin Allah kelâmı olduğunu bildi.
Bu hususta şöyle de denilmiştir: Mucize onun işittiği lafzın Allah’ın kelâmı olduğunun delili olmuştur. Şöyle ki: Hz. Musa’ya asanı yere bırak, denilince asasını yere bıraktı. O da bir yılan oluverdi. İşte bu karşı karşıya kaldığı durumun ve kendisine: “Şüphesiz ben senin Rabbinim.” (Ta-Ha, 20/12) diyenin, Aziz ve Celil olan Allah olduğunun delili idi.[3][59]
- ayetin nüzul sebebi Mücâbid’in açıklamasına göre şöyledir: Peygamber <s.a.) Kurayzalılar ile savaşıldığı gün kalkıp şöyle dedi: “Ey Maymunların kardeşleri, ey domuzlann kardeşleri, ey tâğûtlara ibadet edenler!” Yahudiler birbirlerine: “Bunu Muhammed’e kim bildirdi, bu olsa olsa sizden birisinden çıkmıştır. Allah’ın size açıkladığı sırrı size karşı delil olsun diye nasıl söylersiniz?” dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
İbni Abbas da der ki: Yahudiler iman edenlerle karşılaştıklarında: “Biz sizin arkadaşınızın Allah’ın resulü olduğuna iman ediyoruz, fakat o sadece size peygamberdir.” Fakat biribirleriyle başbaşa kaldıkları vakit: “Hiç Araplara böyle bir şey söylenir mi? Sizler o peygamberin geleceğini belirterek onlara karşı zafer kazanacağınızı bekliyor ve söylüyordunuz. Bu peygamber işte onlardan geldi.” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İman edenlerle karşılaştıklarında…” ayetini indirdi.
es-Süddi de der ki: Bu ayet-i kerime önce iman eden, sonra münafıklığa sapan bir grup Yahudi hakkında nazil olmuştur. Bunlar mümin Araplara gelir ve o sözlerini söylerlerdi. Aralarından kimisi de: Bunu Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil göstersinler diye mi haber veriyorsunuz?” Ve bizler size göre Allah tarafından daha çok seviliyoruz, Allah katında sizden daha çok değerliyiz, desinler diye mi bunları anlatıyorsunuz?” dediler. [4][60]
Açıklaması
Peygamber (s.a.) ve ashâb-ı kiram, Kitap Ehli’nin davetini kabul etmesine iman etmesine özel bir gayret göstermiştir. Çünkü Allah’ın varlığı, peygamberleri tasdik etmek, öldükten sonra dirilişi ve ahiret gününe iman etmek gibi onlarla ortak noktalar vardı. Bu ayet-i kerimenin, Yahudilerle andlaşma içerisinde bulunup da aralarında karşılıklı süt akrabalığı bulunan ve İslama girmelerini temenni eden Ensar hakkında nazil olduğu da rivayet edilmiştir. Allah Te-ala, işte bu hususa işaret etmek üzere “artık bunların size inananacaklarını mı umarsınız?” buyruğunu inzal buyurdu.
Bu ayet-i kerimeler, Yahudilerin çirkin davranış ve tutumları açıklanırken îrâd buyurulmuştur. Bunlar Peygamber (s.a.)’e ve müminlere Yahudilerin iman etmeleri umut ve emelini taşımamalarını dile getirmektedir. Bunun sebebi şudur: Yahudilerden belli bir topluluk -bunlar Yahudi ve lider kadrodan bir kesim idi- önce Allah’ın kelâmını dinler, sonra bunu değiştirir ya da kendi hevâ ve eğilimleri doğrultusunda açıklarlardı. Sonraki nesillerde öncekilerden farklı değildi. Çünkü bunlar da geçmişlerinden hakka karşı büyüklenmeyi miras almışlardı. Onlar yaptıkları işin hakikate aykırı olduğunu bilmektedirler. O halde, eskiden beri sapıklıkta ayak diretip durmuş bulunan bu kimselerin iman edeceklerini nasıl umabilirsiniz?
Onları iman etmemeye götüren bir diğer sebep de: münafık olanları müminlerle karşılaştıklarında: “Bizler sizin gibi Allah’a ve peygambere iman ediyoruz. Çünkü bu peygamber bizim kitabımızda müjdelenen peygamberdir, biz sizinle beraberiz” demeleri; başbaşa kaldıklarında ise: “Sizler Muhammed’e uyanlara Allah’ın Tevrat’a üzerinize indirdiği şeyleri nasıl anlatırsınız. Böyle bir işi nasıl yaparsınız? Onlar sizin kendi sözlerinizle size karşı delil getirecekler ve Kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda size karşı davacı olacaklardır. Size zarar verecek sırlarınızı nasıl yayabiliyorsunuz?” diye çıkışmalarıydı: Yüce Allah kendi aralarındaki bu konuşmalarına şu şekilde cevap vermektedir:
Yüce Allah’ın gizliyi, açığı, gaybı ve gayb olmayanı bildiğini onlar bilmiyorlar mı- Sizler gizli bir işi ister açığa vurun, isterse de hiç açığa vurmayın, Allah amellerinizin karşılığını verecektir.
Yüce Allah, Yahudi ilim adamlarının ve hahamlarının durumunun bu olduğunu böylece söz konusu ettikten sonra, aralarından ümmî olanların durumunu açıklamaya geçmektedir. Bu ümmîler dinlerine dair işittikleri ve akılla-nyla kavramadıkları bir takım yalanlardan başka bir şey bilmemektedirler. Meselâ onlar, Allah’ın seçilmiş kavmi olduklarına, peygamberlerin ancak kendilerinden olduğuna ve kendilerine şefaat edeceklerine, ateşin sayılı günler dışında kendilerine dokunmayacağına inanırlar, bunları böyle bilirler. Halbuki bütün bu hususlarda onların bildikleri bir vehimden ibarettir, onlar sadece doğru olmayan bir zanna sahip bulunuyorlardır.
Evet, bunların iman etmeleri umulmaz; fakat böylelerine üzülmek de gerekmez. Nitelikleri ve çirkinlikleri bu gibi şeyler olanlardan hayır gelmez ve onlar için üzülmeye de gerek yoktur.
Yüce Allah’ın Yahudilere açtığı (feth ettiği) şeylerden kasıt ise, şeriat ve hükümleri verme, Muhammed (s.a.)’in peygamberliğini müjdeleme nimetleridir. Bu buyrukta kendisine şeriat verilmiş kimse, namazda Kur’an okurken takılıp da arkasından ona kıraatin açıldığı (hatırlatılarak okumaya devam edildiği) ve böylelikle darlıktan çıkan kimseye benzetilmektedir. Ya da: “Allah’ın size açtığı” buyruğunun anlamı, “hüküm verdiği ve beraberinizdekileri tasdik edici olarak size gelecek olan peygambere iman edip ona yardımcı olacağınıza dair sizden almış olduğu söz demek de olabilir. “Rabbinizin huzurunda” buyruğundan kasıt ise, ahirette -Suyûtî’nin de dediği gibi- kendi kendilerine karşı delil getirmeleri kastedilmiştir. Muhakkikler bunun Allah’ın Kitabı’ndaki hükmü hakkında olduğu görüşündedirler. Yani sizin onlara naklettiğiniz Tevrat’ın hükümleri, Kur’an-ı Kerîm’de bulunanlara uygundur. Buna göre karşı delil getirme, dünyada söz konusu olmaktadır. Bu, Yüce Allah’ın ifk’te bulunan (Hz. Ai-şe’ye iftirada bulunan) kimseler hakkındaki şu buyruğunu andırmaktadır: “Şahitleri getiremediklerine göre onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.” (Nûr, 24/23). Yani O’nun kitabında açıklanmış bulunan hükmüne göre durumları böyledir, demektir.” [5][61]
Onların kuruntu ve temennilerine gelince; bunlar uydurdukları yalanlardır. Bazıları, “ellerindeki Tevrat’ı okumalarıdır” diye açıklamıştır. Yani onların kitaptan payları anlamını kavramaksızın, amelde etkisi görülecek şekilde gereken ibreti çıkarmaksızın, yalnızca lafızlarını, kelimelerini okumaktan ibarettir. Bu Yüce Allah’ın: “Kendilerine Tevrat yükletilip sonra onu yüklenmeyenlerin misali koca koca kitaplar taşıyan eşeğin durumuna benzer.” (Cuma, 62/5) buyruğunu andırmaktadır. [6][62]