VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 106. VE 108. AYETLER
Şer’î Hükümlerin Neshedilmesi
106- Biz ondan hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe hiçbir ayeti neshetmeyiz veya onu unutturmayız. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?
107- Bilmez inisin ki göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Allah’tan başka hiçbir dostunuz ve hiçbir yardımcınız da yoktur.
108- Yoksa siz de önceden Musa’dan istendiği gibi peygamberinizden istemeye mi lrnllriBnı».nİrsini»;? Kim imanı kar-şılığında küfrü alırsa, doğru yoldan sapıtmış olur.
Nüzul Sebebi
- ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak müfessirler şöyle demektedirler: Müşrikler şöyle söylerlerdi: “Muhammed’e bir balon? Ashabına önce bir hususu emreder, sonra onlara aynı hususu yasaklar ve ona aykırı bir başka emir verir. Bugün bir söz söyler, ertesi gün o sözünden döner. Kur”ân-ı Kerim’de olanlar Muhammed’in kelâmından başkası değildir. Bu sözü o kendiliğinden söylüyor ve onun bu sözü birbiriyle çelişmektedir. Meselâ, zina eden erkeğin dil ile ayıplanarak cezalandırılmasını ifade eden: “Onlara eziyet ediniz” (Nisa: 4/16) ile zina eden kadının evde tutulmasını emreden: “Onları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar onları evlerde alıkoyun”. (Nisa: 1/15) cezasını, sopa cezası ile değiştirmesi buna bir örnektir. Bunun üzerine Yüce Allah: “Biz bir ayeti diğer bir ayetin yerine getirdiğimiz vakit.” (Nahl: 16/101) buyruğu ile: “Biz ondan daha hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe hiçbir ayeti neshetmeyiz veya onu unutturmayız” (Bakara: 2/106) buyruğunu indirdi.
- ayetin nüzul sebebine gelince: İbni Abbas, şöyle der: Bu ayet-i kerime, Abdullah b. Ebi Kal) ile Kureyşlilerden bir kaç kişi hakkında nazil olmuştur. Onlar: “Ya Muhammed şu Safa tepesini bize altın yap. Mekke arazisini biraz genişlet! Etrafında da pınarlar fışkırt ki sana iman edelim.” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu.
Yahudiler ve onların dışında bir takım müşrikler Resulullah (s.a.)’tan bir takım temennilerini yerine getirmesini istediler. Kimisi, “Bize Musa Tevrat’ı nasıl getirdiyse o da semadan toptan bir kitap getirsin.” Kimisi, -ki bu da Abdullah b. Ebî Ümeyye el-Mahzûmî’dir- “Bana semadan bir kitap getir. Onda alemlerin Rabbinden İbni Ebî Ümeyye’ye hitaben, şunu bil ki ben Muhammed’i bütün insanlara peygamber olarak gönderdim, diye yazsın, kimisi; bize Allah’ı ve melekleri kafileler halinde getirmedikçe sana iman etmeyeceğiz.” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah işte bu ayet-i kerimeyi indirdi.
İbni Ebî Hâtim’in rivayetine göre İbni Abbas şöyle demiştir: Râfi’ b. Hu-zeyme ile Vehb b. Zeyd Resululah (s.a.)’e şöyle dedi: Ya Muhammed! Bize üzerimize semadan indireceğin ve okuyacağımız bir kitap getir ya da bizim için ırmaklar fışkırt ki biz de sana tabi olalım, seni tasdik edelim. Bu hususa dair yüce Allah da: “Yoksa siz de önceden Musa’dan istendiği gibi peygamberinizden istemeye mi kalkışacaksınız..” ayet-i kerimesini indirdi.
108 ve ondan sonraki ayetin nüzul sebebine gelince: Huyey b. Ahtab ile Ebu Yâsir b. Ahtab, Allah son peygamberini aralarından gönderdi diye Araplara çok ileri derecede kıskançlık besleyen kimselerdendi. Ellerinden geldiğince insanları İslâm’dan alıkoymak, döndürmek için çalışıyorlardı. Bunun üzerine onlar hakkında Yüce Allah: “Ehl-i kitap’tan bir çoğu… sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler.” (109. ayet) ayetini indirdi.
İbni Cerir et-Taberî’nin rivayetine göre de Mücahid şöyle demiştir: Kureyş Muhammed (s.a.)’den Safa’yı kendilerine altına dönüştürmesini istedi. O da: Olur, İsrailoğullan için sofra ne ise bu da sizin için öyle olur. Ama eğer inkâr ederseniz (azaba çarptırılıp helak olursunuz) deyince, kabul etmediler, tekliflerinden vaz geçtiler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Yoksa siz de önceden Musa’dan istendiği gibi…” ayetini indirdi. [1][88]
Açıklaması
Kur’ân-ı Kerim çeşitli sebeplere, olay ve vakıalara uygun olarak kısım kısım indirilmiştir. Bu oldukça başarılı bir eğitim ilkesinin tatbikidir. Bu ilke cehalet içindeki Arap toplumunu yavaş yavaş ve kademe kademe ıslah etmek için teşri’de tedricilik ve maslahatlara riayettir. Ayrıca bu yöntem geçmişten devralınan gelenek ve göreneklerden adım adım kurtulmayı sağlayan nihâî şer”î hükmü kabule hazırlayıcı bir özellik taşır. Bu şekilde nefisler onu kabul eder ve ağır ağır şer*î gayeye uygun bir şekilde terbiye edilebilirler. Teşri’in hedef olarak aldığı ufuk ve gerçekleştirmeyi amaçladığı uzak noktalar, fertlerin ikna olmasıyla kabul edilir. Ümmetin genel maslahatı gerçekleştiği noktada hüküm olduğu gibi kalır.
Sonradan gelmiş şer”î bir delil ile önce gelmiş bir şer”! hükmün kaldırılması demek olan nesih, ya ayetin lafız ve manasının birlikte neshedilmesi ile, ya ikisinden birisinin neshi ile, veya nassın kalıp o ayetten anlaşılan hükmün sona ermesi ile olur. Bütün bunlar maslahat ya da ihtiyaca uygun olarak gerçekleşir. Tıpkı çeşitli zaman, mizaç ve sağlık durumlarının değişikliğine göre kullandığı ilaçlan ve gıdaları çeşitlendiren doktor gibi. Peygamberler de (Allah’ın salat ve selamları üzerlerine olsun) ümmetin doktorlarıdır. Nefisleri ıslah edenlerdir. Allah onlara hali hazırdaki durumların veya gelecekteki hallerin göz önünde bulundurulması suretiyle sert hükmün değiştirilmesine dair vahiyler indirir. Çünkü geçmişte tedavi özelliğine sahip olan bir husus, gelecekte olmayabilir. İşte bütün bunlar İslâm’ın kapsayıcı esnekliğinin delilidir.
Nesih, hükmü değiştirmeyi gerektiren yeni bir takım maslahatların ortaya çıkması ya da sonradan farkedilmesi dolayısıyla değildir. Çünkü nesheden Yüce Allah, geçmişi de, hali hazırdaki durumu da, geleceği de bilir. O şanı yüce Allah Teâlâ, şartlara ve hallere bağlı olarak, karşı karşıya kalınan durumları tedrici bir şekilde tedavi eder. İçkinin dört aşamadan geçerek haram kılınması ile, faizin yasaklanması, ve cihaddaki tedricilik gibi.
Ayet-i kerimenin anlamına gelince: Biz herhangi bir ayetin hükmünü değiştirecek ya da senin hatırlamana imkan olmayacak şekilde o ayeti sana unutturacak veya o ayetin hükmünü terk etmeyi emredecek ya da erteleyecek olursak, mutlaka sana, eğer nesheden daha ağır yükümlülük getiriyorsa sevabının çokluğu ile, eğer nesheden daha hafif ise maslahatı gerçekleştirmekle ondan daha hayırlısını ya da en azından teklif ve sevap bakımından onun gibisini getiririz.
Fahreddin er-Râzî der ki: Yüce Allah’ın şu buyruğunda unutmak, terket-mek anlamındadır: “… O unuttu, biz onda bir kasıt bulmadık.” (Tâhâ: 20/115). Şu ayet-i kerimelerde de bu anlamda kullanılmıştır: “Bugün biz de sizi unuturuz. Nitekim siz de bu gününüze kavuşacağınızı unutmuştunuz” (Câsiye: 45/34); “Sana ayetlerimiz geldiğinde sen de onları unuttun (terkettin). Bu gün de sen böylece unutulursun (terkedilirsin)” (Tâhâ: 20/126).
Hükmün neshedilmesi daha kolay ve daha hafif ile değiştirilmek suretiyle olabilir. Kocası vefat etmiş olan kadının iddetinin bir seneden, 4 ay 10 güne değiştirilerek neshedilmesi gibi. Bazen eşit bir hüküm ile değiştirilebilir. Namazda Beytü’l-Makdis’e yönelme hükmünün, Ka’be’ye yönelmekle neshedilmesi gibi. Bazan daha ağır fakat sevabı daha fazla bir hükümle de neshedilebilir. Savaşmamanın savaşı müslümanlara farz kılmak emri ile neshedilmesi gibi, zina edenlerin evde hapsedilmesi hükmünün sopa cezası ile neshedilmesi, aşure günü orucunun ramazan ayında oruç tutmak ile neshedilmesi. Çünkü hadis-i şerifte sabit olduğu üzere: “Amellerin en faziletlisi daha zor ve ağır olanıdır.” Bazan usûl alimlerin cumhurunun görüşüne göre yerine bir başka hüküm getirerek değil de, teklifin bütünüyle kaldırılması ile daha hayırlı olan gerçekleştirilebilir. Meselâ, kurban etlerinin saklanması yasağının neshedilmesi, Ramazan gecelerinde hanımlara yaklaşmanın haram kılınmasının neshedilmesi gibi. Sözkonusu bu son nesih Yüce Allah’ın: “Artık onlara yaklaşın” (Bakara: 2/187) ayeti ile gerçekleşmiştir. Ayrıca Ramazan gecelerinde uyuduktan sonra imsakin vücubunun neshedilmesi, Resululah (s.a.) hakkında gece namazının neshedilmesi gibi.
Allah her şeye gücü yeten değil midir? O her şeye gücü yetendir. Hükümleri neshetmek de O’na zor değildir.
Göklerin ve yerin mülkü (mutlak egemenlik ve tasarrufu) Allah’ın değil midir? O arzıyla, semasıyla kâniatta bulunan her şeyin malikidir. Kendi irade ve meşietine göre tasarrufta bulunur. Uygun gördüğü maslahata göre işleri düzenler. O bakımdan dilediği hükümleri neshetme hak ve yetkisine sahiptir.
İşlerinizi Allah’tan başka üstlenecek bir veliniz, size yardımcı olacak, sizi destekleyecek bir yardımcınız yoktur. Bu buyruk, müslümanlara rasullerinin kendilerine emrettiği şeyler gereğince amel etmeleri ve onlara yasakladığı şeylerden de kaçınmaları doğrultusunda bir öğüttür.
Daha sonra Yüce Allah işi yokuşa sürmek ve inat olsun diye mucizeler göstermesi talebinde bulunan kimselere tehditte bulunarak bu tutumlarından vazgeçmeleri için onları sakındırmaktadır. Her kim maslahata uygun olarak indirilen ayetlere olan güvenini, yitirecek, Peygamber (s.a.)’e karşı inatlaşıp Yahudilerin -Musa (a.s.)’dan kendilerine açıktan açığa Allah’ı göstermelerini-istediği gibi bir istekte bulunursa, böyle bir kimse küfrü imana tercih edip, dosdoğru yolu terketmiş olur. Nitekim Yüce Allah: “Haktan sonra artık dalâletten başka ne kalır? O halde nasıl olur da döndürülüyorsunuz?” (Yûnus: 10/32) diye buyurmaktadır.
Yüce Allah’ın: “Yoksa siz de önceden Musa’dan istendiği gibi peygamberinizden istemeye mi kalkışacaksınız?” buyruğunun anlamı” hayır, siz istemeye kalkışmaktasınız.” şeklindedir veya istifham (soru) anlamına da olabilir. O takdirde bu inkârî (böyle bir tutumu reddeden) bir istifham olur. Bu buyruk müminleri de kâfirleri de kapsamaktadır. Çünkü o, Allah’ın herkese gönderdiği elçidir. [2][89]
Neshin Meydana Gelmesi:
Nesih, Yahudi ve Hristiyanlar dışında şeriat sahibi bütün kavimlerin ic-ması ile aklen caizdir. Ebu Müslim el-İsfahanî dışında Müslümanların icmaı ile de şer”an caiz olmuştur.
Aklî bakımdan caiz oluşunun delili sudun Neshin varlığını kabul etmek imkânsız olan bir sonucu vermez. Caiz oluşunun anlamı da zaten budur. Çünkü Yüce Allah’ın hükümlerinin meşruluğunda eğer kulların maslahatları gözetilmeyecek olursa, bu Allah’ın iradesine kalmış bir şeydir. Nesih ise Yüce Allah’ın bir fiilidir; Allah dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. Belli bir zamanda bir işin yapılmasını emrederken, bir başka zaman da onu yasak kılabilir. Nitekim o Ramazan ayının gündüzlerinde oruç tutmayı emrettiği halde, bayram gününde yasaklamıştır.
Yüce Allah’ın koyduğu hükümlerinde zaten kullarının maslahatını gözetmiş olduğu ileri sürülürse şunu belirtelim ki, maslahatlar kişilerin ve zamanın farklılığına göre değişik değişiktir. Zira bu maslahatlar bir kişi veya bir zaman için maslahat olmayabilir. Maslahatlar değiştiğine göre, hükümlerin teşriinde de insanların maslahatlarına riayet edildiğine göre, nesih mümkündür, imkânsız bir şey değildir, aklen caizdir.
Neshin fiilen vaki olduğunun delileri ise pek çoktur.
Bunlardan birisi, ashabın ve selefin Muhammed (s.a.)’in getirdiği şeriatın daha önceki bütün şeriatları neshedici olduğu hususunda icma’ etmeleridir. Bu nesih akide ve ahlâkî esaslardan başka hususlara dairdir. İç yağlarının ve tırnaklı her hayvanın etinin -zulümleri ve insanlarının mallarını faiz ve başka batıl yollarla yemeleri dolayısıyla- haram kılınması gibi.
Diğer delillerden bazıları da şunlardır: Beytül-Makdis’e yönelme vücubu-nun KâTje’ye yönelme vücubu ile anne- baba ve akrabaya vasiyette bulunma hükmünün mirasa dair başka ayet ile; aşure ayı orucunun ramazan ayı orucu ile, Peygamber (s.a.) ile özel konuşmadan önce sadaka verme vücubunun bu vücubun affedilmesi ile neshedildiği üzerinde icma olmuştur.
Hicri 322 yılında vefat eden tefsir alimlerinden Ebu Müslim el- İsfahanî’ye göre şeriatlar arasında -ondan nakledilen meşhur rivayete göre- nesh mutlak olarak caizdir. Ancak o aynı şeriatta neshin vukuunu kabul etmemektedir. Buna delil olarak da Yüce Allah’ın Kur”ân-ı Kerim’in niteliği ile ilgili şu buyruğunu gösterir: “Önünden de arkasından da ona batıl erişemez. O hakim ve Hamîd olan (Allah) tarafından indirilmiştir” (Fussüet: 41/42). Eğer Kur’ân-ı Kerim’de nesih vaki olursa, ona batıl ulaşmış demektir. Ancak onun bu iddiasına neshin batıl değil, iptal olduğu belirtilerek cevap verilmiştir. Çünkü neshin kendisi doğrudur, haktır. Mesele, sadece neshedilen hükmün artık kendisi ile amel edilmeyen bir hüküm haline gelmesinden ibarettir. Ayet-i kerimede İsfaha-nî’nin görüşüne delil olacak bir taraf yoktur.
Diğer taraftan, hakkında, “neshedilmiştir” denilen her bir ayeti, İsfahanî ya tahsis ile yahut sert hükmün süresinin bitmesi ile veya bazı hallerle kayıtlamakla ya da şahıslarla ve buna benzer hususlarla te’vil etmektedir. Nitekim iddete dair ayetler ile, savaşa dair ayetler ve buna benzer daha sonra göreceğimiz ayetlerde hep bu yol izlenmiştir. [3][90]
Neshin Türleri:
Neshin dokuz çeşidi vardır ki, bunların en önemlileri şu üç tanedir:
1- Tilâvetin ve hükmün bir arada neshedilmesi: Hz. İbrahim’in ve Hz. Musa’nın Sahife’leriyle önceki peygamberlerin Sahife’lerinin neshedilmesi, süt emme sayısının ondan beşe indirilerek neshedilmesi gibi. Aişe (r.a.), Müslim’in Sahih’inde ve başka kaynaklarda zikredilen rivayette şöyle demektedir: “Kur’ân buyrukları arasında: “Bilinen on tane süt emme haram kılar” hükmü vardı. Bunlar, “beş tane süt emme ile” neshedildi. Resulullah (s.a.) vefat ettiğinde Kur’ân-ı Kerim’den olarak okunan buyruklar arasındaydı”. Birinci kısım hüküm ve tilâveti ile nesholunan kısımdır, ikinci kısım olan “beş defa süt emme” ise Şafiîlerce hükmü devam eden, ancak tilâveti nesholmuş kısımdır.
2- Hükmün kalması ve tilâvetin nesholması: Hz. Ömer’in şu sözünde böyle bir durum vardır. “İndirilen buyruklar arasında şu da vardı: “yaşlı erkek ile yaşlı kadın zina ettiklerinde kesin olarak onları recmediniz. Allah’tan ve resulünden ibretli bir ceza olmak üzere.” Sahih hadiste sabit olduğuna göre bu, okunan bir Kur’ân buyruğu idi. Daha sonra lafzı neshedildi, hükmü olduğu gibi kaldı.
Hanefîler şaz kıraatlerden buna başka bir takım örnekler de eklerler. İbni Mes’ud’un yemin kefareti orucu ile ilgili (Mâide: 5/89) ayetini: “Peşpeşe üç gün oruç” şeklinde (“peşpeşe” kelimesini ilâve ederek), İbn-i Abbas’ın oruç ayetini: “… orucunu açarsa diğer günlerden sayısınca oruç tutar” şeklinde, “oruç açarsa” ilâvesiyle (Bakara: 2/184) ayetindeki kıraatiyle Sa’d b. Ebî Vakkas’ın (Nisa: 4/12) miras ayetini: “Anne bir erkek veya kızkardeşi varsa onlardan her birisi için altıda bir vardır.” (“anne bir” kelimesini ilâve ederek) şeklinde okumaları gibi.
3- Tilâvetin neshedilmeksizin sadece hükmün neshedilmesi: Bu da pek çoktur. Anne-baba ve akrabaya vasiyeti emreden ayetin, tam bir yıl süre ile id-det beklemeyi emreden ayetin, zina haddi ile ilgili olarak kadının evde alıkonulması, erkeklerin ise sözlerle rahatsız ve eziyet edilmelerini emreden ayetin ve Resulullah (s.a.) ile özel konuşmadan önce sadaka vermeyi emreden ayetin neshedilmesi gibi. Kur’ân’ın nassının Kur’ân ile neshi ittifakla caizdir. Müteva-tir sünnetin kendisi gibi olan sünnet ile, âhâd haberin de kendisi gibi olan ve mütevatir haber ile neshi ittifakla caiz kabul edilmiştir.
Mütevatirin âhâd rivayetlerle neshi, cumhura göre caizdir. Yani Kur”ân-ı Kerim’in Kur’ân’dan başka sünnet ile ve mütevatirin “mütevatir olmayan” haber ile neshi caiz kabul edilmiştir. Ancak Şafiî böyle bir şeyin vuku bulmadığını belirterek şöyle demektedir: Kur’ân sünnet ile neshedilmediği gibi, sünnet de Kur’ân ile neshedilmez. Buna delil olarak da Yüce Allah’ın: “Ondan daha hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe” buyruğunu delil göstermektedir. Bu ayet-i kerime birincisinin yerine geçecek olanı getirenin Yüce Allah olduğunu ve bu getirilen şeyin de Kur’ân olduğunu göstermektedir. Buna göre Kur’ân’ı nesheden Kur’ân’dır, sünnet değildir. Aynı şekilde şanı yüce Allah, yeni getirilen hükmü neshedilenden daha hayırlı veya onun misli olarak tespit etmektedir. Sünnet ise Kitaptan hayırlı da değildir, onun misli de değildir; dolayısıyla sünnet kitabı neshedici olamaz. Diğer taraftan ayet-i kerimenin sonu böyle bir değiştirmeyi yapmanın, eksiksiz kudrete sahip olanın özel kudreti içerisinde olduğunu beyan etmektedir. Bu ise Yüce Allah’tır. O bakımdan nesih, sadece onun tarafından olur ki, bu da Kur’ân iledir; sünnet ile olmaz. Ayrıca bunu Yüce Allah’ın: “Biz bir ayeti diğer bir ayetin yerine getirdiğimiz vakit…” (Nahl: 16/101) buyruğu da desteklemektedir. Çünkü Yüce Allah burada değiştirme ve yerine getirmeyi bizzat kendi zatına nispet etmekte ve bunu ayetler arasında olacağını belirtmektedir.
İmam Şafiî’ye sünnetin de Kur”ân-ı Kerim gibi Allah’tan geldiği belirtilerek cevap verilmiştir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O hevasından bir söz söylemez. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir” (Necm: 53/4). Şu kadar var ki, Kur*ân-ı Kerim mu’cizdir ve Kur’ân tilâveti ile ibadet edilir, sünnet ise böyle değildir. Daha hayırlı olmak ve onun misli olmaktan kastedilen ise kulların maslahatı açısından hükümler hakkındadır. Lafız ile ilgili değildir. Buna göre neshedici hüküm, neshedilen hükümden hayırlı olur. Çünkü kulların maslahatlarını gerçekleştirmek özelliğine sahiptir. Sünnet bazan mükellef için daha faydalı olan hükmü getirebilir. Bu ise bu ayet-i kerimenin Kur’ân-ı Kerim’deki hükmün sünnet ile nesholunmayacağını göstermediğine delildir.
Kur’ân-ı Kerim’de yer alan vasiyet ayeti, mütevatir hadis olarak gelen: “Mirasçıya vasiyet yoktur” buyruğu ile yani sünnetle nesholunmuştur.
Yine Şafiî şöyle demektedir: Sünnetin Kur’ân ile neshi caiz değildir. Nes-hedicinin de yine sünnetten olması gerekir. Çünkü şanı yüce Allah: “İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça hnlatasın diye” (Nahl: 16/44) buyruğunda sünneti “beyan (açıklama)” diye nitelendirmiştir. Eğer sünnet Kur’an’m bir hükmünü neshedecek olursa, beyan olmaktan çıkar. Bu ise caiz değildir. Bu görüşüne şöyle cevap verilmektedir: Burada beyandan kasıt, tebliğdir. İster Kur’ân ile olsun, ister başkası ile farketmez.
Yüce Allah’ın: “Biz ondan daha hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe hiçbir ayeti neshetmeyiz…” buyruğunda yer alan “ayet” tabiri ile kastedilene gelince:
Muhammed Abduh’un görüşüne göre burada “ayet” ile Kur’ân’m ayeti kastedilmemektedir. Buna göre Yüce Allah, bir önceki peygamberin mucizesini ondan sonra gelen peygambere verdiği mucize ile değiştirmektedir. Buna yüce Allah’ın: “Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?” buyruğunu delil göstermektedir. Ona, bu ayet-i kerimenin kıblenin değiştirilmesine ve Kâ*be’ye yönelmek emri verilerek bir önceki kıblenin neshedilişine bir hazırlık, bir giriş olmak üzere geldiği belirtilerek cevap verilmiştir. O halde bu ayette geçen “ayet”, ayetlerle tespit edilmiş hükümlerin neshi hakkındadır. Mutlak olarak “ayet” kelimesi kullanıldığında, bir emir yahut nehiy veya başka bir hususu ihtiva eden sûrenin bir bölümü kastedilir. [4][91]