VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 116. VE 118. AYETLER

Yüce Allah’a Oğul İsnat Etmek Suretiyle Kitap Ehli’nin Ve Müşriklerin İftiraları Ve Allah’ın İnsanlarla Konuşmasını İstemeleri
116- “Allah oğul edindi” dedüer. O münezzehtir. Aksine göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur, hepsi O’na boyun eğicidir.
117- Göklerin ve yerin yaratıcısı O’dur. Bir şeyin olmasına dair hüküm verirse ona sadece ‘ol’ der, o da oluverir.
118- Bilmeyenler: “Allah bizimle konuşmalı yahut bize bir ayet gelmeli değil mi?” dediler. Onlardan öncekiler de tıpkı onlar gibi böyle söylemişlerdi. Kalpleri birbirine ne kadar da benze-miş!? Biz yakîn sahibi olanlara ayetlerimizi apaçık göstermişizdir.
Nüzul Sebebi
- ayet-i kerime, “Üzeyr Allah’ın oğludur.” diyen Yahudiler ile, “Mesih Allah’ın oğludur.” diyen Necrân hıristiyanlan ve “Melekler Allah’ın kızlarıdır” diyen Arap müşrikleri hakkında nazil olmuştur.
- ayet-i kerimenin nüzul sebebi ise, İbni Cerîr et-Taberî’nin İbni Ab-bas’tan rivayetine göre şöyledir: İbni Abbas dedi ki: Huzeyme, Resulullah (s.a.s.)’a: “Eğer sen söylediğin gibi Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber isen Allah’a bizimle konuşmasını söyle de, onun kelâmını işitelim.” dediler. Bunun üzerine: “Bilmeyenler Allah bizimle konuşmalı… dediler.” ayet-i kerimesini inzal etti.
Kurtubî’nin naklettiğine göre de: “Allah bizimle konuşmalı., değil mi?” yani “Ya Muhammed! Senin peygamber olduğunu bize söylemeli değil miydi?” demektir. İbni Kesir de der ki: İfadelerin zahirinden anlaşılan budur. [1][103]
Açıklaması
Yahudiler, “Üzeyr Allah’ın oğludur.”, Hiristiyanlar, “Mesih Allah’ın oğludur.”, Müşrikler: “Melekler Allah’ın kızlarıdır.”, dediler. Bu ifadenin hepsi tarafından söylenmesiyle bir kısmı tarafından söylenmesi arasında bir fark yoktur. Çünkü aynı ümmetin fertleri işledikleri ve söyledikleri bütün hususlar ile ilgili olarak birbirleriyle dayanışma içerisinde olurlar. Şanı yüce Allah ise onların iddialarından yüce ve münezzehtir. Allah’ın yardıma ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde bulunan her şey yalnız O’nundur. Hepsi O’nun egemenliğine boyun eğer, iradesine bağlıdır. Gökleri ve yeri daha önceden herhangi bir örnek söz konusu olmaksızın yoktan var eden O’dur. Onlarda bulunan herşeyin mutlak mâliki O’dur. Bir işi dilediği taktirde herhangi bir engel söz konusu olmaksızın “kün = (ol)!” harflerinin söylenmesinden daha seri bir şekilde derhal var eder. Var etmek ilâh olmanın, ulûhiyyetin sırlan arasındadır. Yüce Allah burada anlaşılmayı kolaylaştıracak bir şekilde bu hususu bizlere: “Sadece ol der, o da oluverir.” buyruğu ile anlatmaktadır. Yüce Allah yarattığı kullarından birisini nübüvvet veya risâlet (elçilik) için seçtiği takdirde -resuller ve melekler gibi- yine onun bu seçtiği yaratılmışlık mertebesinin dışına çıkamaz, bu sınırı aşamaz. Hepsi Allah’ın kulu kalmaya devam ederler: “Göklerle yerde olanların hepsi Rahman (olan Allah)’a ancak kul olarak gelirler.” (Meryem: 19/93). Hem yaratma, hem mülk itibarıyla göklerde ve yerde bulunan her şey kendisinin olan, kâinatta bulunan herşey emrine boyun eğen, itaat eden, gökleri ve yeri yoktan var eden, tekvîn ve derhal var etme güç ve imkânına sahip olan bir zat, hiç oğula veya babaya muhtaç olur mu?
Bu ayet-i kerimeyi Yüce Allah’ın, Arap müşriklerine dair şu buyruğu da teyit etmektedir: “Onlara bir ayet geldiğinde, Allah’ın peygamberlerine verilenin bir benzeri bize de verilmedikçe asla iman etmeyeceğiz, derler. Allah peygamberliğini nereye vereceğini çok iyi bilendir.” (En’am: 6/124). Yüce Allah’ın şu buyrukları da böyledir: “Dediler ki: Bize yerden bir pınar fışkırtmadıkça asla sana iman etmeyiz. De ki: Rabbimi tenzih ederim, ben resul olan bir insandan başka bir şey miyim ki?” (İsrâ: 17/90-93); “Bizimle karşılaşacaklarını umma-yanlar dediler ki: Niçin bize melekler indirilmedi veya niçin Rabbimizi görmedik?” (Furkân: 25/21); “Hayır, onlardan herbirisi kendisine yayılmış sahifeler verilmesini ister.” (Müddessir: 74/52). Buna benzer Arap müşriklerinin küfürlerini, aşın günahkârlıklarını, inatlarını, gerek duymadıklanı şeyleri istediklerini gösteren daha pek çok ayet-i kerime vardır. Onlar ihtiyaçları olduğundan dolayı değil, küfür ve inatlarından dolayı böyle davranıyorlardı. Tıpkı onlardan önceki Kitap Ehli (Yahudi ve Hıristiyanlar) bir takım kimselerin ve başkalarının talepleri gibi taleplerde bulundular. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kitap Ehli senden üzerlerine gökten bir kitap indirmeni isterler. Gerçekten onlar, Musa’dan daha büyüğünü istemişlerdi de: Allah’ı bize açıkça göster, demişlerdi” (Nisa: 4/23); “Hani: Ey Musa, demiştiniz, biz Allah’ı apaçık görmedikçe sana asla iman etmeyiz.” (Bakara: 2/55). Bilmeyen müşrikler kitaplarının bulunmadığından ve ulûhiyete nelerin yakıştığını kendilerine açıklayan bir peygambere uymadıklarından dolayı, senin gerçekten Allah’ın resulü olduğuna dair, “Allah bizimle konuşmalı veya bize haber vermek üzere sana gönderdiği gibi bize de bir melek göndermeli ya da peygamberlik iddiasında doğru olduğunu ortaya koyan bir delil getirmeli değil misin?” derler. Bu isteklerde bulunmaktan kasıtları ise serkeşlik etmekten, apaçık ayetleri ve Kur’ân-ı Kerim’i inkâr etmekten başkası değildi.
İşi yokuşa sürmek kastıyla yapılan bu taleplerin benzeri -bu ayet-i kerimeyi destekleyici diğer ayet-i kerimelerde de açıklandığı üzere- geçmişteki ümmetler tarafından da yapılmış ve bunlara benzer sözler söylenmişti.
Kitap Ehli de daha önceden müşriklerin söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Onların kalpleri ve ruhları birbirini andırmaktadır. Arap müşriklerinin kalpleri, körlük, katılık, inat ve küfür açısından kendilerinden öncekilerin kalplerine benzemektedir. Adeta bu batıl ve dalâleti kendi aralarında birbirlerine tavsiye etmiş gibidirler. Nitekim Yüce Allah buna işaretle şöyle buyurmaktadır: “Acaba bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Hayır, onlar tuğyan etmiş kimselerdir.” (Zâriyât: 51/53).
Şanı yüce Allah ise peygamberlerin doğruluğunu ortaya koyan ayetleri en güzel ve eksiksiz bir şekilde açıklamış, bunun delillerini de aynı şekilde gayet açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymuştur. İlim ve yakın sahibi olma istidadı bulunan kimseler içiriş insafları, temiz ruhları, inat ve hakkı bile bile inkârdan uzaklıkları dolayısıyla, delil ve belgesiyle hakkı arayıp bulmak isteyenler için şüphe etmeyi gerektirecek bir taraf bırakmamıştır. İşte ashab-ı kiramın durumu bu idi. Onlar Resulullah (s.a.)’a hakka olan sevgileri dolayısıyla, Peygamberliğini ve buyruklarını delil ve belgeleri gördükleri vakit kabul ettikleri gibi, delilini bilmedikleri hususu soruyorlardı. Onlar gerçekten kanaat getiri-rek, akıllarını kullanarak peygamberlere uyan insaflı, yakîn sahibi, peygamberlerin Yüce Allah’tan alıp getirdiklerini kavrayan kimselere de örnektirler.
Allah’ın kalplerine, kulaklarına mühür vurup da yüzlerine perde koyduğu kimselere gelince; onlar hakkında da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz üzerlerine Rabbinin kelimesi hak olmuş bulunanlar, iman etmezler. Eğer onlara (istedikleri) bütün mucizeler (ayet ve belgeler) gelse de acıklı azabı görecekleri ana kadar (iman etmezler).” (Yunus: 10/96-97). [2][104]