TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 186. VE 190. AYETLER

186- Allah kimi saptırırsa artık onu hidayete erdirecek kimse yoktur. Allah, böylelerini, azgınlıkları içerisinde bocalar halde bırakır.
Allah’ın saptırdığı kişinin, göklerde ve yerdeki, çeşitli yaratıklara bakarak yaratanı idrak etmesi mümkün değildir. Nitekim başka bir âyet-i Kerime’de de:
“Ey Muhammed, de ki: “Bir bakın göklerde ve yerde ne var? îman etmeyen bir kavme, deliller ve uyanlar fayda vermez.” buyuru İm aktadır[1][241]
187- Ey Muhammed, sana kıyammetcn soruyorlar, ne zaman kopacak? diye. Deki ki: “Onun ilmi ancak rabbimin katındardir. Kıyametin vaktini ancak o açıklar. O kıyamet, göklerde ve yerde ağır basmıştır .Size ansızın gelecektir. “Gerçekten onu biliyormuşsun gibi senden sorarlar. De ki: “Onun ilmi ancak Allah’katındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Ey Muhammed, insanlar sana, kıyamet gemisinin ne zaman gelip limana demirleyeceğini, yani ne zaman kopacağım soruyorar. Onlar de ki: “Onun ne zaman kopacağı bilgisi ancak rabbimin kalındadır. Onun ne zaman meydana geleceğini ancak o açığa çıkarır. Kıyamet hadisesi göklerde ve yerde bulunanlara ağır gelen bir hadisedir. Kıyametin hem kopması hem de bilinmesi zordur. Çünkü Allah onu, yaratıklarından gizlemiştir. Bu itibarla onu, ne yüksek dereceli bir Melek ne de kendisine kitap verilen bir Peygamber bilebilir.
Aynca, kıyamet koptuğunda gökler ayrılıp, güneş dürülüp ve yıldızlar dağılacağından, bu hadisee göklerde ve yeryde yasanlar için pek zor bir hadise olacaktır.
Kıyamet sizlere ansızın gelecektir. Ey Muhammed, müşrikler ve Yahudiler sana, sanki sen onu bilmiyormuşsun ve ondan sorulmaya önem veriyor, onu Öğretmek istiyormuşsun gibi kıyameti soruyorlar. De ki; “Onun bilgisi Allah’ın katındadır. Ben onun ne zaman kopacağı hakkında hiçbir bilgiye sahip değilim. Fakat insanların çoğu bunun böyle olduğunu bilmiyorlar.”
Müfessirler, bu âyet-i Kerimede, Resulullah’a kıyametin ne zaman kopacağını sormuş olan” insanların kimler oldukları hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
Katadeye göre bunlar Kureyş’lilerdir. Onlar Resulullah’a gelerek “Aramızda akrabalık var. Sen gizli olarak bize, kıyametin ne zaman kopacağını söyle” demişler, bunun üzerine bu âyet-i kerime inmiş ve onun ne zaman kopacağını ancak Allah’ın bildiğini beyan etmiştir.
Abdullah b. Abbas’a göre, Resulullah’tan kıyametin ne zaman kopacağını soranlar Yahudilerdir.İbn-i Ebi Kuşeyr ile Semuel b. Zeyd, Resulullah’a gelerek “Ey Muhammed, eğer sen söylediğin gibi gerçekten Peygambersen, kıyametin ‘ ne zaman kopaccağını bize söyle. Çünkü bizler onun ne zaman kopacağını biliyoruz” demişler, bunun üzerine de Allah Teâlâ bu ayeti indirmiş ve onun ne zaman kapacağını Allah’tan başka hiç birkimsenin bilemeyeceğini beyan etmiştir.
Âyet-i kerime’de geçe ve “Kopacak” diye tercüme edilen kelimesi, Süddi ve Katade tarafından “Kopacak” şeklinde, Abdullah b. Abbas tarafından ise “Sona erecek” şeklinde izah edilmiştir.
Âyet-i kerime’de kıyametin kopmasının göklerde ve yerde ağır bir hadise olacağı zikredilmiştir. Müfessirier, kıyametin kopmasının, göklerde ve yerde ağır olmasının ne demek olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
a- Süddiye göre bu ağırlıktan maksat, kıyametin ne zama kapacağını göklerde ve yerde bulunanların idrak edememeleri ve bilememeleridir. Onun kopma anını bilme o kadar ağır bir şeydir ki, onu ne Allah’a yaklaştırılan bir melek ne de kendisine kitap yerilen bir Peygamber bilebilir.
b- Hasan-ı Basri, İbn-i Cüreyc ve Katadeye göre ise kıyametinkopması-nın göklerde ve yerde ağır gelmesinden maksat, o ikisinde yaşayanlara maddeten ağır gelmesidir. Zira kıyametin kopması anında gökler yanlacak güneş dürü-lecek, yıldızlar dağılacak, dağlar yerinden yürüyecek ve kainat karmakarışık
olacaktır. Bu nedenle kıyamet, göklerde ve yerde yaşayanlar için çok zor bir hadise olacaktır.
Taberi bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, ayet-i ke-rime’nin, kıyametin kopma zamanını bilme yönünden, göklerde ve yerde yaşayanlar için zor olduğunu ifade ettiğini söylemiştir. Çünkü ayetin devamında, onun ne zaman kapacağım ancak Allah’ın bildiği ve aniden kopacağı beyan edilerek hangi yönüyle ağır geldiği açıklığa kavuşmuştur.
Âyet-i kerime’de: “Kıyamet size ansızın gelecektir.” bu yurul m aktadır. Peygamber efendimiz, kıyametin, ansızın geleceğin şu şekilde izah etmiştir.
“İdidialan aynı olan iki büyük grup birbirleriyle savaşıp aralarında büyük bir kıyım olmadıkça, herbiri Allah’ın Peygamberi olduğunu iddia eden otuza yakın, yalan söyleyen Deccal çıkmadıkça, İslamî ilimler inkıraza uğrayıp yok olmadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça, zaman yaklaşmadıkça, (Kâinat son gönlerini yaşamaya başlamadıkça), fitneler ortaya çıkmadıkça, adam öldürme olayları çoğalmadıkça, aranızda mal çoğalıp sel gibi akmadıkça, mal sahibinin, malının zekâtını kabul edecek kimsenin bulunmamasından endişe etmedikçe, malının zekâtını vermek istediği kimse “Benim buna ihtiyacım yok” demedikçe, insanlar, binalar yükseltmekte yarışmadıkça, kişi, ölen birinin mezarının yanından geçerken “Keşke bunun yerinde ben olsaydım” demedikçe ve güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. “Güneş batıdan doğunca insanlar onu görecek ve hep birden iman edecekler, fakat bu iman etme zamanı, daha önce iman etmeyen kimsenin veya imanından hayır görmeyen kimsenin imanının kendisine fayda vermeyeceği bir andır. Şüphesiz ki kıyamet Öyle bir anda kopacaktır ki, satıcı kişi ile alıcı kişi elbiseyi açacaklar fakat ne satabilecekler ne de katlayıp kaldırabileceklerdir. Yine kıyamet öyle bir an’da kopacaktır kî, sağmal devesinin sütünü sağıp getiren kişi o sütü içemeyecektir. Yine kıyamet Öyle bir anda kopacaktır ki, kişi havuzunu sıvayıp tamir edecek fakat ondan su içemeye-* çektir. Yine kıyamet öyle bir anda kopacaktır ki, yemek yemekte olan kişi yemeği ağzına götürecek fakat onu yiyemeyecektir. [2][242]
188- De ki: “Allah’ın dilediğinin dışında ben, kendim için bir menfaat elde etmeye ve bir zarar vermeye kadir değilim. Eğer ben, gaybı bilseydim daha çok hayır elde ederdim. Ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben iman eden bir kavim için ancak bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.”
Ey Muhammed, de ki: “Allah’ın dileyip bana yardım etmesi dışında ben kendime ne bir menfaat sağlayabilirim ne de kendimden bir zararı uzaklaşürabi-lirim. Eğer ben, kıyametin kopması gibi gayba ait haberleri bilmiş olsaydım elbette ki ben daha çok hayır elde ederdiim ve daha çok tedbirli olurdum. Ve bana hiçbir zarar da dokunmazdı. Ben, Allah’ın Peygamberi olduğumu kabul edip iman eden bir topluluğu ancak Allah’ın cezalandırması yi a korkutan, sevabı ve lütfuyla müjdeleyen bir Peygamberim.
Âyet-i Kerim’e, gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini beyan etmekte, böylece, gaipten haber vermeye kalkanların yalancı olduklarını ortaya koymaktadır. Bu hususta diğer âyet-i kerime’lerde de şöyle Duyuruluyor:
“Gaybı o bilir. Kimseye gaybı göstermez. [3][243]
“Gaybın anahtarları Allah’ın kalındadır. Onları ancak o bilir… [4][244]
“… De ki”Gaybi bilmek Allah’a aittir…” [5][245]
“Ey Muhammed, de ki: “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Onlar ne zaman dirilteceklerini bilemezler.” [6][246]
189- Sizi bir tek insandan yaratan ve onunla gönlü huzura kavuşsun diye eşini de kendisinden var eden, Allah’tır. Erkek eşine yaklaşınca eşi hafif bir yük yüklendi. Ye bu halde bir müddet onu taşıdı. Hamileliği ağır-laşınca, erkek ve kadın, rableri olan Allah’a şöyle dua ettiler: “Yemin olsun ki bize sağlam bir çocuk verirsen, muhakkak ki şükrcdenlerden oluruz.
Sizleri tek bir can olan Âdemden yaratan Allah’tır. Allah, Âdemin eşi Havvayı da o candan yarattı ki Âdem onunla mutlu olsun. Erkek, hanımına yaklaşınca o ük anda kendisine ağır gelmeyecek bir şekilde hamile kaldı. Zira o anda rahminde sadece nutfeyi taşıyordu. Hamileliği devam edip kamında taşıdığı çocuk kendisine ağırlık verince, erkek ve kadın, Allah’a şöyle yavlardılar: “Ey Allah’ım, yemin olsun ki, bize sağlam bir çocuk verirsen, muhakkak ki şükre-denlerden olacağız.”
Âyet-i kerimede, Hz. Âdem ile Havva’nın, Allah’a yemin ederek kendilerine salih bir evlat vermesi halinde ona şükredeceklerini bildirdikleri beyan edilmektedir. Buradaki “Salih” olmaktan neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.
Hasari-ı Basri’ye göre buruda zikredilen “SaluYten maksat, çocuğun erkek olmasıdır.
Ebul Buhturi, Ebu Salih, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr ve Süddiye göre ise buradaki “SalüY’ten maksat çocuğun, kendileri gibi eksiksiz bir insan olması, başka herhangi bir hayvan şeklinde olmamasıdır. Bu hususta Said b. Cübeyr diyor ki: “Âdem ile Havva yeryüzüne inince Âdem’e şehvet verildi. O, Havva ile evlendi. Havva hamile kaldı. Çocuk karnında hareket etmeye başladı. Havva “Bu da nesi?” dedi. İblis ona geldi ve dedi ki: “Sizler yeryüzünde ancak deve veya sığır yahut koyun, yahıtf keçi görüyorsunuz. Senin karnında olan işte bunlardan birisi.” Bunun üzerine Havva: “Vallahi benim hiçbir yerim bunlara güç yetiremez. Ben âciz kalırım.” dedi. Bunun üzerine Şeytan dedi ki: “Sen beni dinle Ona “Abdülhâris” ismini ver, O sizin benzeriniz olarak doğar.” Havva meseleyi Âdem’e anlattı. Âdem “O, bizi cenneten çıkaran kimse” dedi. Havva’nın karnındaki çocuk ölü doğdu. Havva ondan sonra tekrar hamile kaldı. İblis yine geldi ve ona: “Beni dinle onu “Abdülhâris” diye isimlendir, (İblis’in meleklerin yanında adı Hârîs’di) Aksi halde o çocuk, bir deve veya sığır yahut koyun ya da keçi olarak doğar. Yahut da ben onu Öldürürüm. Zaten birincisini de ben öldürdüm.” dedi. Havva meseleyi tekrar Âdem’e anlattı. Âdem, karşı çıkmaz gibi bir tavır takındı. Bunun üzerine Havva ona “Abdülhâris” adını verdi ki, kendileri gibi bir insan olark doğsun ve yaşasın. İşte bu ve bundan sonra gelen âyet buna işaret etmektedirler.
Taberi diyor ki: Allah Teâlâ bu âyet-i kerime’de, Hz. Âdem ile Havva’nın çocuklarının salih kimseler olmasının istediklerini beyan etmiştir. Salih olmanın bir çok manası vardır. Kişinin vücutça sağlam olması, dininde samimi olması, aklının ve iradesinin sağlam olması, onun salih olması manasına gelir. Resulul-lah’tan bunlardan herhangi birinin kastedildiğine dâir sahih bir haber rivayet edilmediğine göre buradaki salih olma”yı bütün manalarında almak âyetin umumi ifadesine daha uygundur, Hz. Âdem ile Havva, rablerine çocuklarının her yönüyle sağlam olması için duada bulunmuşlardır. [7][247]
190- Allah onlara sağlam bir çocuk verince de, Allah’ın kendilerine verdiği şeyde ona ortak koşmaya başladılar. Allah, onların ortak koştukları şeyden yücedir.
Fakat Allah kendilerine sağlam bir çocuk verince, Allah’ın kendilerine verdiği o çocuk hususunda Allah’a ortak koşmaya başladılar. Allah, müşriklerin iftira ve uydurmalarından münezzehtir ve yücedir.
Ayet-i kerime’nin baş tarafında şeklinde iki kişiyi gösteren tesniyekelimeler zikredilirken sonunda gibi ikiden çok kimseyi ifade eden çoğul bir kelimenin kullanılması, m’üfessirleri bu âyetin izahında zorlamış ve çeşitli görüşler zikretmelerine vesile olmuştur. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür.
a- Samüre b. Cündeb, Abdullah b. Abbas, İkrime, Katade, Mücahid, Saİd b. Cübeyr ve Süddi, bu âyeti kerimenin baş tarafının Hz. Âdem ve Havva’yı anlattığını sonunun ise Allah’a ortak koşan müşrikleri zikrettiğini söylemişlerve bu âyetin izahında şunlan açıklamışlardır: Hz. Âdem’in çocukları yaşamayınca İblis, Havva’ya gelerek doğacak çocuğun adım kendi adı olan “Haris” ismine “Abd” kelimesini de ilave ederek ona “Abdülharis” yani “Harisin kulu” şeklinde koyması halinde onun yaşayacağını söylemiştir. Hz. Havva bunu Âdem’e söyleyince Hz. Adem, daha önce kendilerinin cennetten çıkmalarına sebep olması nedeniyle İblis’in bu teklifini reddetmiştir. Ancak, Havva’nın çocukları peşpeşe yaşamayınca İblis, durmadan Âdem il Havva’ya bu adı koymadıkları takdirde çocuklarını öldüreceğini söylemiş nihayet onlarda çocuklarına bu adı koyarak, Allah’ın isimlerinde ona ortak koşma durumuna düşmüşlerdir. Fakat hiçbir zaman ona kullukta ortak koşmamı şiardır. İşte âyet-i kerime’nin baş tarafı bu hadiseye işaret ederek “Allah onlara sağlam bir çocuk verince de Allah’ın kendilerine verdiği şeyde ona ortak koşmaya başladılar.” buyurmuştur. Bu hususta, Se-müre b.Cündeb, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
Havva hamile kalınca İblis onun etrafından dolaşıp durmuştur. Çünkü Havva’nın çocukları yaşamıyordu. İblis, Havva’ya “Sen ona Abdülharis ismini koy.” demiştir. Havva da hamile olduğu çocuğun adım Abdülharis koymuştur. Bundan sonra çocukları yaşamıştır. Havva’nın böyle yapması, Şeytanın vesvesi veemriyledir.” [8][248]
Görüldüğü gibi, bu izah şekline göre Hz. Âdem ile Havva’nın çocuklarının adını Abdülharis koyarakAllah’m isimlerinde ona koşma durumuna düştükleri söylenmiştir.
b- Hasan-ı Basriye göre ise bu âyet-i kerime’nin baş tarafında, Hz Âdem’in soyundan iki kâfir kimseden bahsedilmekte sonunda ise bütün müşriklere değinilmekte ve Allah Teâlâ’nm ortak koşulan şeylerden münezzeh olduğu beyan edilmektedir. Buna göre:
“Bu âyet önce, insanlığın ataları ola Hz. Âdem ve Havvayi zikredi-yor.Daha sonra bunların soyundan gelen Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerin, hak dinden sapıp Allah’a ortak koşmaya sürüklendiklerini beyan ediyor.
Bu insanlar çocuklarını ya Yahudileştirmiş veya Hıristi yani aştırmış yahut da müşrik yapmışlardır.
Âyetin son cümlesi, iki kişiyi ifade etmeyip, ikiden fazla yani çoğul kişileri ifade etmektedir. Bu da âyetin, Hz. Âdem ve Havva’yı kastetmediğine delildir. Hz. Âdem bir Peygamberdir. Peygamberlere, Allah’a ortak koşma gibi en büyük cinayeti işleme fiili isnad edilemez.
Taberi bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, Zira mü-fessirlerden, sözleri delil sayılacak zatların bu görüş üzerinde İttifak ettiklerini söylemiştir. Yani. Hz. Âdem ile Havva, çocuklarının adım “Abdülharis” koyarak Allah Teâlâ’ya kullukta değil, onun isimlerinde ona ortak koşma durumuna düşmüşlerdir. Zira “Kul” manasına gelen “Abd” kelimesi ancak Allah’ın isimlerinden biriyle birlikte zikredilecek “Abdullah”, Abdurrahman” şeklinde insanlara isim verilir. Abdülharis” diye isim koymak, Allah’a mahsus olan kullara sahi-bolma sıfatı başkalanna da vermiş olur. [9][249]