SEN KİMSİN Kİ?
Hamd, âlemlerin Rabbi, tek ve mutlak sahip olan Allah’a mahsustur. Bizlere sayısız nimetler ihsan eden ve her şeyin gerçek malikinin kendisi olduğunu bildiren Allah’a sonsuz hamd olsun.
Salât ve selâm tevazunun en güzel örneği olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya (sallallahu aleyhi ve sellem), onun ehline, ashabına ve kıyamete kadar izinden giden müminlerin üzerine olsun.
İslam, insanın nefsine hâkim olmasını ve kibirden uzak durmasını öğütleyen bir dindir. Kibir, kişiyi Allah’a karşı isyana sürükleyen en büyük manevi hastalıklardan biridir. Kur’an-ı Kerim’de birçok kıssada, kibir ve benlik davasına düşenlerin nasıl helaka sürüklendiği anlatılmaktadır.
İbn Kayyim el-Cevziyye (rahimehullah), bu tehlikeyi üç kelimeyle özetlemiştir:
أنا (Ben), لي (Bana ait) ve عندي (Bende olan)
Bu üç kelime, İblis, Firavun ve Karun’un sınandığı sözlerdir. Şeytan, Firavun ve Karun’un helakine sebep olan bu kavramlar, insanı benlik iddiasına ve Allah’a karşı isyana sürükleyen tehlikeli ifadelerdir. Her mümin, bu ifadeleri kullanırken bilinçli olmalı ve bunların ardında yatan kibir ve azgınlıktan sakınmalıdır.
İbn Kayyim’in uyardığı gibi, أنا (Ben) kelimesi İblis’in kibirlenmesine sebep olmuş ve onun ebedî lanete uğramasına yol açmıştır. Şeytan, Allah’ın emrine karşı gelerek şöyle demiştir:
“Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (A’raf, 12)
Bu söz, kibir ve kendini üstün görmenin en açık örneklerinden biridir. İnsan da zaman zaman nefsine yenik düşerek kendini başkalarından üstün görebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, üstünlük takvadadır (Hucurat, 13) ve Allah katındaki değer, mal, makam veya soy ile değil, ihlâs ve güzel ahlak ile belirlenir.
Firavunun لي (Bana ait) büyüklenmesini ve ilahlık iddiasına kalkışmasını Kur’an-ı Kerim’de şu sözü zikredilir:
“Ey kavmim! Mısır mülkü ve şu altımdan akıp giden ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz?” (Zuhruf, 51)
Firavun, sahip olduğu mülkün ve gücün kendisine ait olduğunu iddia ederek büyüklenmiştir. Oysa Allah, mülkün tek sahibidir ve dilediğine verir, dilediğinden alır (Âl-i İmran, 26). İnsan, sahip olduklarını kendine mal ettiğinde, tıpkı Firavun gibi büyüklenmeye düşebilir. Mümin, her şeyin Allah’ın bir lütfu olduğunu bilerek şükretmeli ve sahip olduklarıyla böbürlenmemelidir.
Karun’un helakına sebep عندي (Bende olan) olmuştur. Karun, sahip olduğu mal ve servetin Allah’ın bir lütfu değil, kendi bilgisi ve yeteneği sayesinde olduğunu iddia ederek şöyle demiştir:
“Bu bana, ancak bende olan bir ilim sayesinde verildi.” (Kasas, 78)
Karun’un bu sözü, ona verilen nimetlerin bir imtihan olduğunu unutmasının ve Allah’a karşı nankörlük etmesinin sonucudur. Oysa Allah, insana verdiği nimetleri dilediği an alabilir. Karun’un serveti de sonunda yerin dibine geçirilerek helak edilmiştir (Kasas, 81).
Mümin kişi, ilmini, malını ve gücünü kendi şahsına mal etmemeli, Allah’ın bir lütfu olarak görmelidir.
Daha doğduğun gün kendine dahi sahip değildin. Ellerini bile kaldırmaya mecali olmayan bir bebekken, bugün dünyayı avuçlarına sığdırabileceğini mi sanıyorsun? Bir damla sudan yaratıldın, yolun sonu ise kaçınılmaz bir avuç topraktır. Kendi ilahlığını ilan edenlerin mezar taşlarında bile başkalarının adı yazılıyken sen hâlâ sahiplik davası mı güdüyorsun?
Oysa kazananlar, sahip olmayı değil, teslim olmayı bilenlerdir. Kendi davasını değil, Allah’ın davasını güdenlerdir. Çünkü gerçek özgürlük, her şeyin sahibinin yalnızca O olduğunu bilmektir.