sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 233. VE 234. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 233. VE 234. AYETLER
17.03.2025
3
A+
A-

Ücret Karşılığı Süt Emzirmek, Süt Emzirme Süresi, Çocukların Nafakası Ve Diğer Hükümler

 

233- Anneler, çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi tamamla­mak isteyenler içindir. Onların örfe göre yiyeceği ve giyeceği babasına ait­tir. Kimseye gücünden fazlası yükletil­mez. Ne bir anneye çocuğundan dolayı zarar verilsin, ne de bir baba çocuğu yüzünden zarara sokulsun. Mirasçıya düşen de bunun gibidir. Eğer kendi rı-zalarıyla ve danışarak memeden kes­mek isterlerse, ikisinin üzerine de bir vebal yoktur Çocuklarınızı emzirtmek isterseniz ma’rûf bir şekilde verdiğini­zi teslim etmek şartıyla yine üzerinize bir vebal yoktur. Allah’tan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah, bütün yaptıkla­rınızı hakkıyla görendir.

 

Açıklaması

 

Boşanmış olsun olmasın bütün annelerin, çocuklarını daha fazlası söz konu­su olmaksızın -süreyi tamamlamak istedikleri takdirde- tam iki yıl süre ile süt emzirmeleri görevleridir. Maslahat görüldüğü takdirde, bundan daha aşağı süre süt verilmesine mani yoktur. Konu şahsî karar ve takdire bırakılmıştır. Bununla birlikte süt emzirmek anne için mendubtur. Çünkü onun sütü doktorların ittifa­kıyla daha üstün ve değerlidir. Eğer çocuk başkasının memesini almaz ya da baba fakirlik ya da başka bir sebepten dolayı süt anne bulamayacak olursa, annenin süt emzirmesi vacip olur. Bazı kadınların, konumlan ile uygun görmediklerinden veya sağlık ve güzelliklerini korumak kasdıyla süt emzirmek istemeyişleri ise fıt­ratın gereğine aykırıdır, çocuğun maslahatını ve menfaatini düşünmemektir.

Süt emzirmek annenin bir hakkı mı yoksa bir görevi midir; bu hususta gö­rüş ayrılığı vardır.

İmam Malik der ki: Süt emzirmek kadın boşanmamış ise ve çocuk da baş­kasının memesini kabul etmiyor ise, anenin vazifesidir. İmm Malik bundan asil, soyu sopu yüksek olan kadınları istisna etmiştir. Bu görüşü ile ayet-i keri­menin nüzulü zamanındaki Arapların örfü ile amel etmektedir.[1][72] O sıralarda Kureyş hanımları bunu gururlarına ve izzetlerine yedirmedikleri için ücret mukabili süt anne arıyorlardı.

Cumhur ise şöyle demektedir: Zaruret hali dışında annenin çocuğuna süt emzirmesi mendubtur. Mesela, anneden başkasının memesini kabul etmemesi böyle bir zarurettir. Çünkü Yüce Allah, “Eğer güçlüğe uğrarsanız, o halde onun için başka birisi emzirecektir.” (Talâk, 65/6) diye buyurmaktadır. Süt emzirme süresi iki yıldır. Çünkü çocuğun bu zaman süresi içerisinde süte ihtiyacı vardır. Bununla birlikte anne babanın uygun görecekleri maslahata göre daha az bir süre süt emzirmekte bir mani yoktur. Günümüzde çocuk birinci senenin sonla­rında süt ile birlikte bazı gıdaları yemeye zamanla alıştınlmakta, daha sonra süte ihtiyacı kalmayınca da sütten kesilmektedir.

Yüce Allah’ın, “iki bütün yıl” diye buyurması bir sene ile ikinci senenin bir kısmının kastedildiği yanlışlıkla anlaşılmasın, diyedir. Süt emzirme süresinin “tam iki yıl” ile sınırlandırılmasından kasıt, bunun vacip olduğu değildir. Çün­kü Yüce Allah, “Bu, emzirmeyi tamamlamak isteyenler içindir” diye buyurmuş­tur. İşte bu iki yıl içerisinde süt emzirmenin, asla aşılmayacak asgari sınır ol­madığını göstermektedir. Bu şuur süt emzirme süresini tamamlamak isteyen­ler içindir. Bunu istemeyenler eğer çocuk için bir zarar söz konusu değilse, iki yıl tamamlanmadan önce de çocuğu sütten kesebilirler. Nitekim bunu Yüce Al­lah’ın şu buyruğu desteklemektedir: “Eğer kendi rızalarıyla ve danışatak kes­mek isterlerse ikisinin üzerine de bir vebal yoktur.” (Bakara, 2/233) Bundan ka­sıt, anlaşmazlık halinde kabul edilecek olan sürenin ya da mahkeme hükmü gereğince tespit edilecek azami sürenin beyanıdır.

Süt emziren kadının yiyecek ve giyeceğini yeterince karşılamak babanın görevidir. Anne evli olduğu veya iddet içerisinde bulunduğu sürece ücretle süt emzirmesi caiz değildir. Şafiî’ye göre bu kayıtsız şartsız olarak caizdir. Ücretin takdiri ise babanın zenginlik, fakirlik ve orta halli oluşuna göre tespit edilir.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Genişlik sahibi olan genişliğince na­faka versin., rızkı kendisine daraltılan kimse ise Allah’ın kendisine verdiğinden infak etsin. Allah hiç bir nefse verdiğinden başkasını yüklemez.” (Talâk, 65/7); “Allah hiç bir nefse takatinden fazlasını yüklemez.” (Bakara, 2/286). Buradaki ayet-i kerimede ise: “Kimseye gücünden fazlası yükseltilmez” diye buyurulmak-tadır. Yani hiç bir kimse gücü nispetinden fazlasıyla yükümlü tutulmaz.

Yine bu ayet-i kerimeden çocuğun nafakasının babaya ait olduğu anlaşıl­maktadır. Çünkü Yüce Allah, süt emzirme süresince boşanmış kadının nafaka­sının baba tarafından karşılanmasını kararlaştırmıştır. Çocuğun nafakasının baba tarafından karşılanma gereği çocuğun bu konudaki acziyeti ve ihtiyacı dolayısıyladır. Baba ise çocuğa insanlar arasında en yakın olandır.

Sözü geçen hükümlerin teşri’ edilme illeti, erkek ve kadının birbirlerine ve­recekleri zararı -her hak sahibine hakkını vermek suretiyle- önlemektir. Çocuk sebebiyle birinin diğerine zarar vermesi haramdır. Anne süt anne aranması için babayı taciz etmek üzere çocuğuna süt vermekten imtina edemez veya gücünden fazla nafaka vermekle onu mükellef tutamaz ya da çocuğun terbiyesinde, eğiti­minde kusur gösteremez. Aynı şekilde babanın da annenin istemesine rağmen çocuğunu emzirmesine engel olması caiz değildir. Çünkü insanlar arasında ona karşı en şefkatli, en merhametli, en faydalı odur veya nafakayı kısmak yahut ço­cuğunu -süt emme ve hadâne süresinden sonra dahi- görmekten alıkoyamaz.

Babanın mirasçısına da aynı şekilde nafaka, giyim ve süt verene zarar gö­revi vardır. Bir görüşe göre de çocuk öldüğü takdirde, ona mirasçı olacak olanın da görevidir bu. Bu görüş nafakanın, babanın olmaması halinde çocuğun ya­kınlarının görevi olduğunun delilidir.

Bu buyruk yakınlara nafaka vermenin vacib oluşunun asıl dayanağıdır. İmam Ebu Hanife’nin ve Ahmed’in görüşü budur. Şu kadar var ki Hanefîler ha­la ve teyze gibi evlenilmesi haram olan bütün akrabalar için nafakayı vacip ka­bul ederler, amca oğlu, amca kızı gibi evlenilmesi haram olmayan akrabalar için vacip kabul etmezler. Hanbelîler ise, ister mirastaki fariza, ister asabe yo­luyla mirasçı olsun, bütün yakınlar için nafakayı vacip kabul ederler; kardeş, amca ve amca oğlu gibi. Ancak amca kızı, dayı, hala, teyze gibi belli bir farz (hisse) sahibi olarak veya asabe yoluyla miras alamayan zevi’l-erham için vacip kabul etmezler. Çünkü böylelerinin yakınlıkları zayıftır.

İmam Malik ve Şafiî’nin görüşüne göre ise nafaka, ancak anne ve babanın vazifesidir. Çocuğun nafakasını karşılamak babanın görevidir. Öldüğü takdirde eğer malı varsa çocuğun malından karşılanır; aksi takdirde bu annenin görevi­dir. Ayet-i kerime ise birinci görüşü desteklemektedir. Ancak “mirasçıya düşen de bunun gibidir” buyruğu ile yalnızca zararın terkedilmesi ya da mirasçıdan bizzat çocuğun kastedilmiş olması hali müstesnadır.

Süt emzirme süresinin tam iki yıl ile sınırlandırılması, anlaşmazlık halin­de başvurulacak azami müddetin beyan edilmesi içindir. Şayet anne ve baba iki yıldan önce veya daha sonra karşılıklı rıza ve çocuğun menfaati hususunda danışarak çocuğu memeden kesmek isterler ise ve eğer çocuğun menfaati de bunu gerektiriyor ise onlar için bir günah yoktur.

Ücretle süt anne tutmaya bir mani yoktur. Bu, şu hususları açıkça belir­ten ayet-i kerimenin beyan ettiği bir konudur: Eğer sizler çocuklarınız için süt anneler tutmak isterseniz veya hamilelik, hastalık ya da anlaşmazlık sebebiyle çocuklarınız için süt anne tutmak istediğiniz takdirde, bunda bir mahzur yok­tur. Ancak süt anneye maruf bir şekilde ücretinin ödenmesi şarttır. Yani her zaman ve mekânda benzerlerinin ücreti ne ise onlara öylece ücret ödenmelidir. Çünkü verilen ücret ile hem çocuğun hem de anne babanın maslahatı gerçek­leştirilmektedir. Bu, tağlîb yoluyla hem anneye, hem de babaya bir hitabtır. Böylelikle çocuğa süt emzirmek hususunda anne babanın birbirleriyle danış­malarının bir edeb ve bir maslahattan ötürü olduğuna işaret edilmektedir. Çünkü çocuk ikisinindir.

Yabancı süt annelerin süt emzirmelerinin istenmesini caiz kabul eden gö­rüş Ebu Hanife’nin görüşüdür. Yüce Allah’ın, “Maruf bir şekilde verdiğinizi tes­lim etmek şartıyla” buyruğu, süt emzirmenin caiz olması için bir şart değildir; sadece süt emzirenin gönlünü hoş etmek için evlâ olana bir teşviktir.

Daha sonra Yüce Allah, bundan önceki hükümlerin uygulanması için ol­dukça sağlam bir çerçeve tespit etmektedir: Bu hususlar Allah’tan korkma (takva)nın gölgesinde gerçekleşmelidir. Mümine düşen Allah’tan korkmaktır. O sözü geçen hükümlerin hiçbirisinde kusur etmemelidir. Çünkü Yüce Allah her şeyden haberdardır, her şeyi görendir. Amellerinizin karşılığını verir. Eğer an­ne baba çocukların haklarını tastamam öder, karşılıklı olarak birbirlerine za­rar vermekten uzak dururlarsa o vakit çocuklar dünyada salih bir örnek, ahi-rette de sevap kazanmaya sebep olurlar. Şayet sizler hevalarınız doğrultusun­da yol alırsanız, o takdirde çocuklar kötü bir geleceğin haberi, dünyada bela ve fitnenin alâmeti, ahirette de azabın sebebi olurlar. [2][73]

 

Kocası Vefat Eden Kadının İddeti

 

234- İçinizden vefat eden kimselerin  bıraktıkları eşler kendiliklerinden  dört ay, on gün beklerler. İddetlerini  bitirdikleri zaman artık onların kendi­ leri hakkında maruf ile yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 

Açıklaması

 

Yüce Allah bu ayet-i kerimede kocalar için yas tutmanın (hidâd) ve kadın­lar hakkında iddetin vücubunu, talâk, ric’at, süt emzirme, babanın çocuğuna ve hanımına karşı görevlerini söz konusu etmenin akabinde zikretmektedir. Vefat dolayısıyla beklenen iddetin beyanının sebebi, onun da boşama iddetine benzediği zannedilmesin diyedir.

İddet; kadının yeni bir evlilik yapmadan ve şer’î bir özür dışında evden çıkmadan evinde hamile olmadığının anlaşılması veya kocanın vefatı dolayısıy­la yas tutması için beklediği süredir. Boşanan kadının iddeti üç kur’dur. Kocası vefat etmiş olan ve hamile olmayan kadının iddeti ise 4 ay 10 gündür. Hamile olan kadının iddeti ise doğum yapıncaya kadardır, isterse vefattan kısa bir sü­re sonra olsun. Koca dışında kardeş, baba veya bir yakının ölümü dolayısıyla üç günden fazla yas tutmak yoktur.

Kocanın vefat etmesi halinde hanımının yaşı ve kendisi ile zifafa girilmiş ya da girilmemiş olması arasında fark yoktur. Çünkü iddet aslında yas tutmak, buna bağlı olarak da rahmin temizliğinin anlaşılması içindir.

Kocaları vefat eden zevcelerin iddeti 4 ay 10 gündür. Bu iddet süresi içeri­sinde kadına evlilik teklifi yapılması, evlenmesi, -şer’î bir mazeret için olması hali dışında- evinden çıkması helâl değildir. Bu hüküm hamile olmayan kadın­lar için geçerlidir. Kocası vefat etmiş hamile kadının iddeti ise, ölümden kısa bir süre sonra dahi olsa, doğum yapmak ile sona erer. Bu ise az önce değindiği­miz Talâk süresindeki ayetin hükmü gereğidir. Ayrıca Ebu Davud da Eslemli Sübey’a ile ilgili rivayet ettiği hadisinde Peygamber (s.a.)’in ona doğum yaptığı vakit; iddetinin de sona erdiğine dair fetva verdiğini nakleder. Kendisi kocası­nın vefatından onbeş gün sonra doğum yapmıştı. [3][74]

 

İddet Bekleyen Kadının Uyması Gereken Yasaklar:

 

İlim adamları bu süre zarfında kadının sakınması gereken hususların ne­ler olduğunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir kısım alime göre: Kadınlar ni-kâhlanmaktan, koku sürünmekten, evli iken yaşadıkları meskenden başkasına taşınmaktan uzak durarak, iddetlerini beklerler. Onların buna dair sahih sünnetten delilleri pek çoktur. Bunlardan birisi Buharî ile Müslim tarafından Üm-mü Seleme’nin kızı Zeyneb’in (r.anhuma) şu rivayetidir: Zeyneb dedi ki: Babası Ebu Süfyan vefat ettiğinde Ümmü Habibe (r.anha)’nm yanma girdi. Kendisine koku getirilmesini istedi. O kokudan bir cariyeye sürdü, sonra kendisi de o ko­kudan alıp yanaklarına değdirdi, sonra da dedi ki: Allah’a yemin ederim koku sürünmeye ihtiyacım yoktur. Şu kadar var ki ben Resulullah (s.a.)’ı minber üzerinde şöyle buyururken dinledim: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının ölmüş bir yakını için üç günden fazla yas tutması helâl değildir. Bun­dan tek istisna kocasıdır. (Onun için) dört ay on gün (iddet bekler).”

Zeyneb dedi ki: Annem Ümmü Seleme (r.anha)’yi şöyle derken dinledim: Bir kadın Resulullah (s.a.)’ın yanma gelerek dedi ki: Ey Allah’ın rasulü, kızı­mın kocası vefat etti. Gözlerinden rahatsızlığı var, ona sürme çekelim mi? Resulullah (s.a.): “Hayır” dedi ve bunu iki ya da üç defa tekrarladı, her seferin­de de: “Hayır” dedikten sonra: “Bunun (iddetin) hepsi topu topu dört ay on gün­dür” diye buyurdu.

Resulullah (s.a.)’ın yasakladığı sürme, süslenmek kasdıyla çekilen sürme olup tedavi maksadı ile çekilen sürme değildir. Buna delil ise Muvatta’da yer alan ve Ümmü Seleme’den gelen Resulullah (s.a.)’m: “O sürmeyi geceleyin koy, gündüzün sil” şeklindeki hadis-i şerifdir.

Bazıları da kocası vefat etmiş olan kadının iddeti evlenmekten uzak dura­rak beklemesidir, demişlerdir. Koku sürünmek, süslenmek, kocasıyla beraber yaşadığı evden taşınmak ise ona yasaklanmış değildir. Bunun delili Ümeys kı­zı Esma’dan gelen şu rivayettir: Dedi ki: Ca’fer şehid olunca Resulullah (s.a.) bana: “Üç gün yas elbisesi giyin, sonra da istediğini yap!” dedi.

Ancak bu görüşün sahiplerine şöyle cevap verilir: Hz. Peygamber ona üç gün yas elbisesi giyinmesini emretmiş sonra da iddet bekleyen kadın için süs ve zinet sayılmayan ve giyilmesi caiz olan elbiselerden dilediğini giyinmesine müsaade etmiştir. Çünkü bir takım elbise çeşitleri vardır ki, ne süs elbisesi ne de yas elbisesi olup gündelik elbiselerdir.

İddet süresinin dört ay on gün ile tespit edilmesi taabbüdî bir emirdir. Bu­nun hikmeti araştırılmaz. Bu tıpkı namazın rekatlarının sayıları ile zekât mik­tarları gibidir.

Bununla birlikte böyle bir iddetin hikmetlerinden biri kocası vefat etmiş bir kadının rahminde kocasmın suyunun bulunup bulunmadığının anlaşılması-dır. Kadın hamile olup olmadığının anlaşılacağı bir süre geçinceye kadar vefat­tan dolayı iddet bekleyen kadının başkasıyla evlenmesine engel olunur. Şayet (iddetten sonra) evlenir ve çocuğu olursa, çocuk ikinci kocaya nispet edilir. Ko­ku sürünmesinin, süslenmesinin yasaklanış sebebi ise, bunların evlilik arzusu­nu çağrıştırmasındandır. Kaldığı evden çıkmasının yasaklanması ise kocası ve­fat etmiş bir kadının korunmaya ve kendisini sakınmaya olan ihtiyacmdandır. İddet süresi içerisinde onunla evlilik akdi, açıkça evlenme teklifinin yapılma yasağı ise bunun da evliliğe götüren bir yol oluşundan dolayıdır. Bununla birlikte iddet bekleyen kadına üstü kapalı evlenme teklifi yapmaya da ruhsat var­dır.

Cahiliye döneminde ise kadın ölen kocası için tam bir sene yas tutar ve bu müddet boyunca koku sürünmez, süslenmez, toplantı yerlerinde insanlar arası­na çıkmazdı.

Daha sonra Yüce Allah, idde tin sona ermesinden sonra kadın için nelerin mubah olduğunu da: “İddetlerini bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında maruf ile yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur” diye açıkla­maktadır[4][75]. Yüce Allah burada: “İddetlerini tamamladıkları takdirde” buyru­ğu ile velilere hitab etmektedir. Ey veliler ve ey bütün insanlar! Bundan önce kendileri için yasak olan evlilik hatta süslenmek, talihlilere görünmek, müs­takbel eşlerini seçmek, Şer’an ve örfen bilinen şekliyle evden çıkmak gibi ken­dileri hakkında yaptıkları işler ve Allah’ın onlara bu hususta izin vermiş oldu­ğu diğer hususlar dolayısıyla, sizler için bir günah yoktur. Allah yaptıklarınız­dan haberdardı. Amellerinizden hiç bir şey O’na gizli kalmaz. Kadınların ev­lenmesine kimlerin engel olduğunu bilir ve onu cezalandırır. Şeriatın sınırları­na bağlı kalma doğrultusunda kadınları yönlendirerek güzel hareket eden veya Allah’ın hukuku konusunda işi önemsemeyenleri de kusurlu davrananları da bilir. Eğer sizler kadınlarınızın şeriatın yolu üzre yürümelerini sağlarsanız, mutlu olursunuz. Şayet Allah’ın sınırlarından sapar ve kusurlu hareket eder­seniz bedbahtlığa ve azaba düşersiniz. [5][76]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.