VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 258. VE 259. AYETLER

Hz. İbrahim Ve Nemrut
258″ Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrahim ile mücadele ed«ni görmedin mi? Hani İbrahim, «Benim Rabbim dirilten ve öldürendik deyince o, “Ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim, «Muhakkak Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir” deyince o kâfir şaşırıp kalmıştı. Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez.
Açıklaması
Zorbalık taslayan, mabudluk iddiasında bulunan Nümrûz (Nemrut) b. Kuş b. Ken’ân b. Sâm b. Nûh adında zamanın hükümdarının kıssasını ve bunun Allah’ın rububiyeti hakkında Hz. İbrahim’e karşı çıkışı kıssasını bilmedin mi? [1][9]
Onu bu şekilde tartışmaya iten şuydu: O Babil hükümdarıydı. Buna bağlı olarak büyüklenmiş, azmış ve gurura kapılmıştı. Zamanının bütün dünyaya hakim olmuş hükümdarı olduğu da söylenmiştir. Mücahid der ki: Doğudan batıya bütün dünyaya dört kişi hakim olmuştur. İkisi mümin ikisi kâfirdir. Müminler Davud oğlu Süleyman ve Zülkarneyn, kâfirler ise Nemrut ve Buhtun-nassar’dır [2][10] Gerçek hükümdar olan Allah’ın nimetine şükretmedi, aksine bu nimetler onu azdırdı ve tuğyana itti. Halbuki nimet şükre götürür. O, itaata sebep olanı isyana sebep kıldı.
Bu, İbni Abbas, Mücahid ve bir diğer grubun görüşüne göre Hz. İbrahim’i ateşe atan, sivrisinek ile helak edilen kimsedir. Hz. İbrahim’i yakmak üzere ateşi yaktıran da odur. Yüce Allah ile savaşmaya kalkışınca şanı Yüce Allah ona karşı sivrisineklerin üşüştüğü bir kapı açtı ve bu sivrisinekleri askerlerine gönderdi. Etlerini yediler, kanlarını içtiler. Bu sineklerden bir tanesi de onun dimağına (beynine) girdi. Sinek, beynini bir fare kadar oluncaya dek yedi. Artık bundan sonra Nemrut için en değerli kimse bu iş için hazırlanmış tokmak ile kafasına vuran kimse idi. Ona verilen belâ kırk gün devam etti.[3][11]
Bu hükümdarın kavmi tannlanyla birlikte hükümdarlarına tapınıyorlardı. Hükümdar, Hz. İbrahim’i, kavminin tuttuğu dine uymayan yeni dininden döndürmek, kendisine ve sair tanrılara ibadet etmeye zorlamak istemişti.
Bu mücadelenin kıssası şöyledir[4][12]:
İbrahim (a.s.) Allah’tan başka tapınılan putları kırıp bunlara tapınanlarm akılsızlıklarını ortaya koyunca, Nemrut ona kendisine ibadet etmeye çağırdığı rabbi hakkında soru sordu, O da şu cevabı verdi: Benim Rabbim hayat veren ve öldürendir. Hayatın kaynağı O’ndandır, ölümün sebebi O’dur. Yani hayatı ve ölümü O yaratır. Ancak ilk zorbalık taslayan azgın tağut olan o hükümdar bunu kabul etmeyip şöyle dedi: Ben hakkında idam hükmü verilmiş bir takım kimseleri affederek kimi insanları diriltirim. Diğer bir kısmını da öldürmekle ve hakkında verilen hükmü infaz etmekle de öldürürüm. Bunları söyledikten sonra iki kişiyi getirtip birisini bağışladı, diğerini öldürdü. Dört kişiyi yakaladı ve onları bir eve koydu; yiyeceksiz ve içeceksiz bıraktı. Arkasından bunlardan ikisine yemek yedirdi, canlandılar; diğer ikisini aç bıraktı onlar da sonunda öldüler.
İşte Nemrut’un ileri sürdüğü delildeki ilk sakatlık ve zayıflık buydu. Çünkü Hz. İbrahim’in sözlerinden kasıt (bir taraftan) hayatı yokluktan var edip meydana getirmektir. Diğer taraftan bitki, hayvan ve diğer bütün canlıların mevcut hayatlarını ortadan kaldırmaktadır. Yoksa, haklarında idam hükmü verilmiş bir grup insanın idam edilmesi ya da hayatin devamına sadece sebep olunması değildir. Nemrut’un cevabı ise hayatta kalmak ya da ölmek için sebep anlamını taşır.
Hz. İbrahim bu tağutun mugalatasını, hayat vermenin ve öldürmenin ne maksatla kullanıldığını bilmezlikten geldiğini görünce, hakkı bile bile inkâra veya mugalataya yer vermeyen bir başka delil ortaya koyarak şöyle dedi: Mutlak kudret ve iradesiyle hayatı bağışlayıp alan benim Rabbim, aynı zamanda güneşi doğudan doğdurmaktadır. Şayet sen rububiyet iddiasında bulunuyor isen, haydi güneşin yönünü değiştir, onun batı tarafından doğmasını sağla.
Bu istek karşısında, büyüklenmesini, kibrini kendisine dost edinen o tağut verecek cevap bulamadı, dehşete düştü, şaşırdı, bu delil karşısında aciz kaldı. Hz. İbrahim onu mat etti, yenik düşürüp susturdu. Güneşin doğudan doğmasını sağlayan benim deme imkânını bulamadı, çünkü olaylar kendisini yalanlıyordu.
Şanı yüce Allah, hidayetini kabulden yüz çeviren, kendilerine zulmeden zalimleri ebediyyen hayır ve kurtuluş yoluna iletmez. Aksine Allah onların kalp ve basiretlerini mühürler. En zorlu zamanlarda ve en sıkıntılı hallerde insan kitleleri önünde onların içyüzlerini açığa çıkartır, rezil eder. İşte bu da hidayet etmeyişin itaat edenler hakkında değil, zalimler hakkında olduğunu göstermektedir. Bundan kasıt ise özel bir hidayettir veya bu hidayete iletilmeme özelliği zalimlere hastır.[5][13]
es-Süddî’nin naklettiğine göre bu tartışma ateşten çıkmasından sonra Hz. İbrahim ile Nemrut arasında gerçekleşmişti. Hz. İbrahim o güne kadar hükümdar ile bir araya gelmiş değildi. Aralarında bu tartışma oldu. Bu ise Hali-lullah Hz. İbrahim için zafer üstüne zaferdi. İşte Allah kendi velilerinin, seçkin kullarının zafere ulaşmasını bu şekilde üzerine alır, Allah’ın düşmanlarının bozguna uğramaları ise peşpeşe gelir. Aklını kullanıp düşünen herkes de onların bu bozguna uğramalarını açıkça görür. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Aksine biz hakkı batıl üzerine bırakırız da onun beynini parçalar, o da can çekişmeye koyulur.” (Enbiya, 21/18).[6][14]
Hz. Üzeyr Ve Eşeğinin Kıssası
259- Yahut duvarları çatıları üstüne çökmüş bir kasabaya uğrayan o kimse gibisini (görmedin mi)? “Allah burasını ölümden sonra acaba nasıl diriltecek?” demişti. Allah da onu yüz yıl öldürmüş, sonra dirilterek, “Ne kadar kaldın?” demişti. O da, “Bir gün yahut bir günün bir kısmı” demişti. “Hayır, yüz yıl kaldın. İşte yiyeceğine ve içeceğine bak, biç de bozulmamışlar. Bir de merkebine bak. Biz seni insanlara bir alâmet kılmak için böyle yaptık. Kemiklerine de bak, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” diye buyurdu. Kendisine durum apaçık belli olunca, “Biliyorum ki Allah şüphesiz her şeye kadirdir” demişti.
Açıklaması
Duvarları, çatıları üstüne yıkılmış [7][15] bir kasabadan geçen o kimse gibisini gördün mü? Bu buyruk bir önceki ayette geçen, “Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrahim ile mücadele edeni görmedin mi?” buyruğuna atfe-dilmiştir. Bu ayetin anlamı şudur: Sen Rabbi hakkında, İbrahim ile tartışan birisini gördün mü ve bu kasabanın mahiyeti neydi? Oradan geçen kimdir? Denildiğine göre kasaba Beytülmakdis’ti. Oradan geçen ise Şerhiyâ oğlu Üzeyr idi. Meşhur olan görüş budur. Bir diğer görüşe göre sözü geçen kasaba Dicle kıyısındaki Deyr Hırakl’dır. Oradan geçen ise Harun (a.s.) soyundan gelen Ermi-yâdır. Bunun Hızır (a.s.) olduğu, bir başka görüşe göre Bevar oğlu Hazkiel olduğu da zikredilmiştir. Mücahid de, “Bu kişi İsrail oğullarından bir kişidir” demiştir.
Bu kişi şöyle demişti: Harap olduktan sonra bu kasabayı Yüce Allah nasıl imar eder? Bundan kasıt ise yapıları ve sakinleriyle buranın tekrar şenlenmesinin -tahrip olmasından ve ahalisinin dağılmasından sonra- uzak görülmesi-dir. Bunun yanında, aşırı derecede tahrip olduğunu gördüğünden dolayı Yüce Allah’ın kudretinin azametini de ifade eder. O’nun sözü, diriltme yolunu bilmedeki acizliği itiraf etmek, hayat verenin kudretinin de azametini kabul etmek anlamındadır.
Allah, hayatta kalmakla birlikte yüz yıl süre ile duyu ve hareket kabiliyetlerini ortadan kaldırdı. Daha sonra ona hareket verdi, adeta uykudaymış da uyanırmışçasına hızlıca ve kolaylıkla onu diriltiverdi. O, kasabanın, vefatından yetmiş yıl sonra imar edilmiş olduğunu, sakinlerinin tamamlandığını, İsrail oğullarının oraya geri döndüğünü gördü. Melek aracılığı ile ona “Ne kadar süre kaldın?” denildi. Ona bu sorunun soruluş sebebi, Yüce Allah’ın işlerini kavramaktaki acizliğinin ortaya çıkmasıdır. Müfessirlerin çoğunluğunun görüşüne göre bu öldürme, ruhun cesetten çıkarılması şeklinde olmuştur. Bu kişiye seslenen ses ise melekten ya da semadan kimin söylediği bilinmeyen bir ses olmayıp, bunu söyleyenin Yüce Allah olduğu anlaşılmaktadır.
Bunun üzerin dedi ki: Ben, tahminime göre bir gün yahut bir günün bir kısmı kadar uyudum. Çünkü sabah vakti ölmüş, daha sonra da günün sonlarına doğru Allah onu diriltmişti. Güneşin henüz batmadığını görünce aynı günün güneşi olduğunu sanmıştı. Onun böyle demesi kendi kanaat ve zannına göredir. O bakımdan verdiği bu haberde yalan söylemiş değildi. Ashab-ı Kehfin, “Bir gün ya da bir günün bir kısmı kaldık, dediler.” (Kehf, 18/19) şeklindeki sözleri de bunun gibidir. Halbuki onlar 309 yıl uyumuşlardı.
Ona şöyle cevap verildi: Hayır, sen yüz yıl uykuda kaldın. Şimdi bizim kudretimizin delillerini görmen için bu süre boyunca beraberinde kalmış olan yiyeceğine ve içeceğine bir bak. Değişmemiş, bozulmamış; halbuki azıcık bir süre geçmekle benzeri şeylerin bozulması bir kanundur.
Yine bizim kudretimizin delilini görmek üzere eşeğine bir bak! Onun kemikleri nasıl çürümüş, eklemleri birbirinden ayrılmış. Böylelikle onun ve senin üzerinden hareketsiz yahut uykuda iken uzun bir zaman geçtiğini açıkça gör. Bizler bütün bunları sana gerçekleşmesi uzak ihtimal olarak gördüğün şeyi gözlerinle göresin, hayrete düştüğün şeye katiyetle inanasın diye gösterdik ve öldükten sonra dirilmeye seni bir ayet (belge) kılalım, kıyamet günü dirilişe tam kadir olduğumuzu gösteren bir belge kılalım diye yaptık. Yüce Allah’ın şu buyruklarında olduğu gibi: “Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz ancak tek bir nefis gibidir.” (Lokman, 31/28). Buna göre Yüce Allah’ın, “Seni insanlara bir alâmet kılalım” buyruğu öldükten sonra dirilişe bir delildir.
Eşeğinin sağa «ola dağılmış kemiklerini nasıl kaldırdığımıza bir bak. Bu kemikler birbirlerinin üstünde yığılı duruyorlar. Biz bu kemikleri cesedindeki asıl yerlerine geri yerleştiriyoruz. Sonra bu kemiklere et, sinir, damar ve deri giydiriyoruz. Tıpkı elbisenin cesedi örtmesi gibi. Daha sonra Yüce Allah bir melek gönderdi ve bu cesede ruh üfledi. Aziz ve Celil olan Allah’ın izniyle eşek anırmaya başladı. Bütün bunlar ise Üzeyrin gözleri önünde oldu. İşte yüz yıl ölümden sonra bu şekilde diriltmeye kadir olan binlerce yıl sonra diriltmeye de kadirdir. Çünkü ilâhî fiiller birbirine benzer.
Bütün bunları açık seçik görünce, “Ben bunu artık biliyorum” dedi. Çünkü gözlerimle görmüş bulunuyorum. Katiyetle biliyorum ki Allah, her şeye kadirdir. Hiç bir şey O’na zor değildir. [8][16]