VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 92. VE 95. AYETLER

Kabule Değer İnfak Ve İnfakın Mükâfatı
92″ Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadaAirre (iyiliğe) kavusamazsınız. Her ne infak ederseniz muhakkak Allah onu çok iyi büendir.
Açıklaması
Sizin için en değerli ve en çok sevdiğiniz mallardan infak etmediğiniz sürece iyiliğin (birrin) sevabı olan cennete asla ulaşamaz, Allah’ın rızasını, lütuf ve rahmetini hak eden ve azabın uzaklaştırılmasına lâyık olan iyi kimseler olamazsınız. Sizler ister değerli, ister bayağı olsun, neyi infak ederseniz, muhakkak Allah onu çok iyi bilendir ve ona mükâfatını verir. İhlâs ve riyakârlık asla O’na gizli kalmaz.
Ashab-ı kiramın rütbesinin yüksekliğine delâlet eden hususlardan biri de çok sevdikleri mallarından çokça sadaka vermeleridir. Altı hadis imamının rivayetine göre Enes b. Malik şöyle der: Ebu Talha, Ensar arasında Medine’de en çok hurma ağacı olan kimse idi. Malları arasında en çok sevdiği ise Medine’deki bir bahçe olan Beyrûha adındaki yerdi ve burası Hz. Peygamberin mescidinin karşısına düşüyordu. Peygamber (s.a.) buraya gelir gider, onun tatlı suyundan içerdi. Yüce Allah’ın, “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birre (iyiliğe) kavuşamazsınız” ayeti nazil olunca Ebu Talha şöyle dedi: “Ey Allah’ın rasulu, mallarım arasında en çok sevdiğim Beyrûha’dır. Ben onu Yüce Allah’ın rızası için sadaka olarak veriyorum. Onun binini ve ecrini Allah’tan bekliyorum. Ey Allah’ın rasulü, Allah sana nereyi uygun gösterirse onu öylece kullan.” Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Oh ne kadar güzel! Oh ne kadar güzel! Bu oldukça kârlı bir maldır. Senin söylediğini dinledim. Benim görüşüm ise bunu akrabalara tahsis etmen şeklindedir.” Ebu Talha “Ben de öyle yaparım, ey Allah’ın Rasulü” dedi ve bunu akrabaları ve amca çocukları arasında paylaştırdı. Müslim’in rivayetinde ise “Bunu Hassan b. Sabit ile Ubeyy b. Ka*b arasında paylaştırdı” denmektedir.
İlim adamları der ki: Peygamber (s.a.)’in bunu Ebu Talha’nın yakın akrabalarına sadaka olarak vermesini tavsiye etmesinin iki sebebi vardır: Birincisi akrabalara verilen sadakanın daha faziletli olması, ikincisi ise sadaka verenin kendisine böylesinin daha hoş gelmesi ve pişman olma ihtimalinin daha uzak olmasıdır.
Zeyd b. Harise de böyle yapmıştı. İbni Ebi Hatim’in Muhammed b. el-Münkedir’den rivayetine göre bu ayet-i kerime nazil olunca, Zeyd b. Harise, Se-bel adı verilen at ile geldi. Bundan daha çok sevdiği bir malı yoktu. “Bu, sadaka olsun” dedi. Resulullah (s.a.) onu kabul etti ve bunu oğlu Üsame’ye verdi. Zeyd bundan dolayı kederlenir gibi oldu. Resulullah (s.a.), “Muhakkak Allah bunu senden kabul buyurmuştur” dedi.
Buharî ile Müslim’de rivayet edildiğine göre Hz. Ömer şöyle dedi: “Ey Allah’ın rasulü, ben de Hayber*deki payımdan benim için daha nefis hiç bir mal ele geçirebilmiş değilim. Onu ne şekilde kullanmamı emredersin?” O da şöyle buyurdu: “Aslını tut ve meyvesini de sebil kıl (taıadduk et, vakfet).”
İbni Ömer ise kölesi Nâfi’yi azat etmişti. Halbuki Abdullah b. Ca’fer o köle karşılığında ona bin dinar vermişti. Safiyye bint Ebi Ubeyd der ki: “(Abdullah b. Ömer) Zannederim Yüce Allah’ın “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birre (iyiliğe) kavuşamazsınız.” buyruğunu göz önünde bulundurarak böyle davranmıştır.”
Abd b. Humeyd ve el-Bezzar, İbni Ömer’den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: “Şu, “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birre kavuşamazsınız” ayetini hatırladım. Bu arada Yüce Allah’ın bana verdiklerini de hatırımdan geçirdim. Benim için Mercâne’den daha çok sevdiğim bir mal olmadığını gördüm (Mercane Bizanslı bir cariye idi), Allah rızası için o hürdür dedim. Eğer Allah rızası için verdiğim bir şeyi geri alacak olsaydım, onu nikâhıma alırdım. Fakat ben onu Nâfi’e (çok sevdiği kölesine) nikahladım.”
Birr’in anlamına gelince: Tevili hakkında üç ayrı görüş vardır: Cennet yahut salih amel veya itaat demektir. Birinci manaya göre ifadenin takdiri şöyle olur: Sizler sevdiklerinizden infak edinceye kadar binin sevabma nail olamazsınız. Yani sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar cennete ulaşamazsınız. İkinci anlama göre salih amele… ulaşamazsınız demektir. Üçüncü anlama göre “Sizler sadaka veya onun dışında herhangi bir itaate sevdiklerinizden infak edinceye kadar birr’e ulaşamazsınız.” demek olur. Hasan-ı Basrî der ki: “İnfak edinceye kadar” buyruğunda kastedilen zekâttır. Evlâ olan ise Zamahşerf nin de söylediği gibi, “Sizin nifakınız sevdiğiniz ve tercih ettiğiniz mallardan olmadığı sûrece binin gerçek şekline ulaşamazsınız” şeklindeki tevilidir. Yüce Allah’ın, “Kazandıklarınızın iyi olanlarından infak ediniz.” (Bakara, 2/267) buyruğunda olduğu gibi. Selef-i salibin (Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun) bir şeyi sevdikleri zaman onu Allah yolunda infak ederlerdi. [1][72]
Bazı Yiyeceklerin Haram Kılınması Hususunda Yahudilere Cevap
93- Tevrat indirilmezden evvel İsrail’in kendisine haram kıldığından başka bütün yiyecekler İsrailoğulları’na helâl idi. De ki: “Eğer siz doğru söyleyenler iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun.”
94- Artık kim bundan sonra Allah’a yalan iftirada bulunursa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
95- De ki: “Allah doğru söylemiştir. O halde hanif olarak İbrahim’in dinine uyunuz; o müşriklerden değildi.”
Açıklaması
Mubah ve temiz her türüyle bütün yiyecekler İsrailoğulları’na ve ondan önce de İbrahim (a.s.)’e helâl idi. Bundan tek istisna İsrail’in veya İsrail halkının kendilerine haram kıldıklarıdır. Bu haram kıldıkları şey deve eti ve sütüydü. Bunlar ise Tevrat’ın Hz. Musa’ya indirilmesinden önce olmuştu. Yüce Allah’ın Tevrat’ta İsrail halkına ceza olmak ve onları tedip etmek üzere haram kıldığı temiz ve hoş bir takım yiyecekler de vardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O Yahudilerin zalimlikleri ve bir çoğunu Allah yolundan alıkoymaları sebebiyle kendilerine helâl kılınan bir çok helâl ve temiz şeyleri üzerlerine haram kıldık.” (Nisa, 4/160). Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz Yahudilere de bütün tırnaklıları haram kıldık. İç yağlarını da haram kıldık^ Ancak sırtlarına yapışan yağlar ile bağırsaklarına yapışan veya kemiklere karışan (yağlar) müstesna. Bunu onlara zulümleri yüzünden ceza olmak üzere verdik. Şüphesiz biz doğru söyleyenleriz.” (En’am, 6/146).
Bazılarının görüşüne göre burada “İsrail’den kasıt bir takım rivayetlerde kendisinden şu şekilde söz edilen Hz. Yakup değildir: “Siyatik (ırkunnesâ) hastalığına yakalanınca iyileştiği takdirde deve eti yemeyeceğini adamıştı.” Çünkü Hz. Yakup ile Tevrat’ın indirilişi arasında çok uzun bir dönem vardır. O bakımdan burada kasıt İsrail halkıdır. Buna göre anlam, İsrailoğullan’nın kendilerine haram kıldıkları şeyler ile ilgilidir. Yani kendileri, zulüm işledikleri ve günahlara battıkları için bu yiyeceklerin haram kılınmasına sebep teşkil etmiştir. el-Menar tefsiri sahibinin tercih ettiği görüş de budur.[2][73]
Müfessirlerin çoğunluğunun benimsediği görüşe göre ise İsrail’den kasıt Hz. Yakup (a.s.)’tur. Tirmizî’nin İbni Abbas’tan rivayetine göre Yahudiler Peygamber (s.a.)’e şöyle dediler: Bize İsrail’in kendisine nelerin haram kıldığını haber ver. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “O çölde kalırdı. Siyatikten rahatsızlandı. Ona deve eti ile deve sütünden daha uygun bir şey bulamadı. Bundan dolayı bunları kendisine haram kıldı.” Onlar “Doğru söyledin” dediler. Daha sonra Tirmizî hadisin geri kalan kısmını zikreder.[3][74]
İmam Ahmed’den gelen bir rivayete göre de Yahudiler Peygamber (s.a.)’e bir takım hususlara dair sorular sordular ve şöyle dediler: İsrail’in kendisine hangi yiyeceği haram kıldığını bize bildir. O da şöyle buyurdu: “Tevrat’ı Musa’ya indiren hakkı için size soruyorum. İsrail’in oldukça ağır bir hasatlığa yakalandığını, bu hastalığının uzayıp gittiğini ve bunun üzerine şayet Allah bu hastalığından kendisine şifa verecek olursa en çok sevdiği yiyecek ve içeceği kendisine haram kılacağı adağında bulunduğunu ve en sevdiği yiyeceğin deve eti, en sevdiği içeceğin de deve sütü olduğunu biliyor musunuz?”
Yahudilere verilen cevabın özeti şudur: Bütün yiyecek türleri İsrailoğulları’na helâl idi. Bundan tek istisna Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in yani Hz. Yakup’un kendisine haram kıldıkları ile yine işledikleri bir takım suçlar ve aykırı davranışlar dolayısıyla onları azarlamak ve tedip etmek kasdıyla Yüce Allah’ın Tevrat’ta İsrailoğulları’na haram kıldığı yiyeceklerdir. Peygamber (s.a.) ve onun ümmeti ise bu gibi günahları ve aykırı davranışları işlememişlerdir. O bakımdan bu temiz yiyecekler onlara haram kılınmamıştır. İbrahim (a.s.)’e de bunlardan herhangi bir şey haram kılınmış değildir. Çünkü bu haram kûma Tevrat’ın indirilişinden sonra olmuştur ve ona bütün yiyecekler helâl idi.
Daha sonra Yüce Allah peygamberi Muhammed (s.a.)’e Yahudilerin iddialarını yalanlamak üzere onların kitabı olan Tevrat’ın hükmüne baş vurmayı emretmekte ve onlara şöyle demektedir: “Hadi kitabınız olan Tevrat’ı getiriniz ve onu okuyunuz. Eğer iddianızda doğru söyleyen kimseler iseniz.” Bu durumda Tevrat’ın sizi yalanlayacağından korkmazsınız. Eğer siz Tevrat’ı getirecek olursanız orada İsrailoğulları’na haram kılınan her bir şeyin ancak azarlayıcı, tedip edici bir ceza olarak haram kılındığını görürsünüz. O bakımdan böyle bir suç işlemeyen kimseler için ise bu şeylerin asıl itibariyle helâl olmaya devam ettiğini görürsünüz. Çünkü yiyeceklerde aslolan helâl olmak, mubah olmaktır.
Her kim Allah’a yalan iftirada bulunup bu haram kılmanın Tevrat’ın indirilmesinden önceki peygamberlere ve ümmetlere de yapıldığını iddia eder, Allah’ın Kitabı’nda indirmediği şeyleri ileri sürerse, işte böyleleri hakkın alâmetlerini gizleyip Allah’a karşı açık yalan söyleyerek iftirada bulundukları için bizzat kendilerine zulmeden zalimlerdir.
Rivayet edildiğine göre onlar Tevrat’ı getirme cesaretini gösteremediler, şaşırıp kaldılar. Bu ise Muhammed (s.a.)’in peygamberliğinin en açık delilidir. Ayrıca bilindiği gibi o ümmî olduğundan dolayı Tevrat’ı okumadığı halde Allah’tan gelen bir vahiy ile Tevrat’ta olanı biliyor ve Tevrat Kur’an-ı Kerim’de bulunanları destekliyordu.
Artık hak açıkça ortaya çıkıp batıl yok olup gittiğine göre, ya Muhammed (s.a.) onlara de ki: “Diğer yiyeceklerin İsrailoğulları’na helâl kılındığına ve Yüce Allah’ın Tevrat’ın indirilişinden önce İsrail’e herhangi bir şeyi haram kılmadığına, Allah’ın Yahudilere haram kıldığı şeylerin ise çirkin işleri dolayısıyla onlar için bir ceza, bir tedip ve bir azap olduğuna dair sana verdiği haberlerinde Rabbin olan Yüce Allah doğru söylemiştir.”
Artık hak apaçık ortaya çıktığına, size karşı olan deliller belli olduğuna göre, bundan sonra size düşen, benim sizi kendisine davet ettiğim, sizlere deve etini ve sütünü mubah kılan İbrahim’in dinine uymaktır. Bu din müsamahakâr hanif dinidir. Bu din ifratı da tefriti de olmayan orta yoldur. Allah’ın Kur”an-ı Kerim’de meşru kıldığı yol budur. İbrahim de diğer bütün batıl dinlerden uzaklaşıp tevhid dinine, helâl ve temiz şeyleri mubah kılmak ilkesi üzerinde hak dine yönelmiş hanif bir kimse idi. Allah ile birlikte bir başka ilâha dua eden yahut ondan başkasma ibadet eden müşrik bir kimse değildi. O, putperestlerin yaptığı ve Yahudilerin “Uzeyr Allah’ın oğludur” diye iddia ettiği, Hristiyanlarm da Mesih’in Allah’ın oğlu olduğuna inandıkları gibi inanmıyordu.
Tevhid esası üzere yükselen Hz. İbrahim’in dini Muhammed (s.a.)’in kendisine davet ettiği Kur’an-ı Kerim’in şeriatıdır. Kendisinde en ufak bir tartışmanın söz konusu olmadığı hakkın kendisidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Şüphesiz Rabbim beni dosdoğru bir yola, dimdik ayakta duran bir dine, hanif olan İbrahim’in dinine iletti ve o müşriklerden değildi.” (En’am, 6/161). Bir diğer ayet-i kerime, de Yüce Allah’ın kendisine açıkça şu emri verdiği kimse de O’dur (yani Hz. Muhammed (s.a.)’dir: “Sonra biz sana
“Hanîf bir Müslüman olarak İbrahim’in dinine uy; O müşriklerden değildi” diye vahyettik.” (Nahl, 16/123). [4][75]