ÛLEMANIN EKSİKLİĞİNİ HİSSEDEN VAR MI?
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebette var olan, lütfuyla kâinatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur.
Salat ve selam da, âlemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, aline, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmetin üzerine olsun.
Bir önceki yazımda âlimin özelliklerinden bahsederek; âlim ile belam arasındaki farkı ortaya koymaya çalışmıştım. Bu sefer de yine bu konuyu dikkate alarak âlimin durumunu farklı bir açıdan incelemeye çalışacağız inşallah.
Her hangi bir doktorun sadece ilmine değil aynı zamanda tedavideki başarı oranına bakılır. Biz bu doktora tedavi olabilmek için sadece bilgisini mi dikkate alırız? Kesinlikle hayır. O doktorun tedavi etme tecrübesi, deneyimi, bizim için çok önemlidir. O yüzden hastanelerde çok yüksek rütbeden ziyade, hastaların övdüğü doktorlar ön plana çıkmaktadır. Senin iyileşmen için hangi doktorun daha çok çaba sarf ettiğine bakılır. Böyle bir doktorla karşılaştığımızda iyileşebilmek için kendimizi çok rahat bir şekilde ona teslim ederiz. Ve böyle bir doktora ulaşmak için bazen büyük mesafeler bile katederiz.
Bizim önce kendi hastalıklarımızı, sonra da etrafımızda yayılan (kalbi) hastalıkların iyileşmesini istiyor isek böyle doktorlara ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu anlamışız demektir. Bu konuda önce ilmi sonra ameli olarak mücadele zorunludur. Bu konuda nasıl ki doktor sadece kitap okuyarak olunmuyorsa, ilmi ve tecrübe olarakta bir adım atması gerekiyorsa, Müslümanında aynı şekilde sadece ilmi değil ameli olarakta bir eğitim alması zaruridir. Ve bu da sağlam bir eğiticiye olan ihtiyacımızı ortaya koymaktadır.
İşte bu konuda ulamanın ehemmiyeti ve önemi gündeme gelmektedir.
Rasulullah (sav) bir hadisi şerifinde; Âlimler Peygamberlerin varisleridir. Buyurmaktadır.
Kimdir Resul’ün varisi olan ulema? İslam’ı kaynaklarından bilen müminlerdir. Kur’an’ı ve sünneti iyi bilen, vahiy ile donanmış, hem ilmiyle hem de ameliyle örnek ve önder olan müminlerdir. İsteyen her mümin çalışarak bu noktaya gelebilir. Bir kişi İslam’ı öz kaynaklarından geniş anlamda biliyorsa, o âlimdir ve Rasulullah’(sav) ın varisidir.
Ulemanın kim olduğunu kısmi de olsa belirledikten sonra gelelim âlimlerin gündeme müdahale etme ve sahnedeki yerini alma konusuna.
“ Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir” sözünü iyi tefekkür etmek zorundayız. Gerek âlim vasfına sahip kişilerin saray sultanları tarafından satın alınması, gerek dünyaya olan meyil sebebiyle üzerindeki sorumluluklardan uzaklaşması ümmetin cahil kalmasına büyük oranda etki etmiştir. Yani mesele şu ki âlimlik vasfında olanlar maalesef üzerlerindeki büyük sorumluluğu unutmuş ve ahiretteki ebedi huzur yerine dünya da ki rahatı tercih etmişlerdir. Bu da âlimlerin sahnedeki yerlerini almadığını gösterir. Âlimin mükâfatıyla avamın mükâfatı bir olmadığı gibi, âlimin cezasıyla avamın cezası da bir olmayacaktır. Bir iş yerinde işçilerin görevlerini yerine getirmemesi, sınıfta öğrencilerin çok gevşek ve yaramaz olması hemen akla “bunların başında kimse yok mu” sorusunu getirir. Eğer bir sorumlu tayin edilmişse ondan hesap sorulur. Yani patron iş yerinde ki müdürden, okuldaki müdür de öğretmenden hesap sorar. Allah azze ve celle’ de âlimlerden bunun hesabını soracaktır elbette.
Âlimlik görevini yerine getiren peygamber varisleri ise dünyada sıkıntı, zorluk ve meşakkatleri göze alıp, önce kendi kurtuluşu sonra ümmetin kurtuluşu için mücadele etmişlerdir. Bu esnada da ya yalanlanmış, ya sürgün edilmiş, yâda öldürülmüşlerdir. Tıpkı bizden önceki ümmetlerde olduğu gibi.
Maide 70 – …Fakat ne zaman onlara bir peygamber nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirmişse, bunlardan bir kısmını yalanlamışlar, bir kısmını da öldürmüşlerdir.
Oysa onlar ümmete karşı çok sabırlı olup birçok fedakârlık yapmışlardır.
Yahya b. Muaz (rh.a) şöyle diyor; “Âlimler, Muhammed (sav)’in ümmetine anne ve babalarından da şefkatlidirler. Çünkü anne ve babaları onları dünya ateşinden, Âlimler ise ahiret ateşinden korurlar.” (İhyau Ulumi’d-Din – İmam Gazali Ter. Ahmed Serdaroğlu C:1 Sh:37 İst/1974)
İnsanların ahiret ateşinden kurtulmaları için kendilerini birçok sıkıntıya sokmuşlardır. Âlim oldukları için fayda ve zarar arasında isabetli bir tercih yapmışlardır. Eğer geçici dünyada bu sıkıntılara katlanmazsa ebedi olan ahirette ki sıkıntılarla baş başa kalacağına inanmışlar. Ancak bu kişiler bu işi başarabilirler. Şunu çok iyi anlamalıyız ki zalim hükümdarları korkutan en büyük etken hakkı ve hakikati olduğu gibi anlatan âlimlerdir. Çünkü onlar böylesi mücadeleleriyle saltanat sahipleri lehinde girişimde bulunmazlar. Onların tek hedefi şeriata uygun bir saltanatın gelmesi için mücadele etmektir.
Ümmetin üzerindeki sorumluluklarını yerine getirmeyen âlimler hainleşirler. Hainler insanları Cehenneme davet ederken, sadıklar Cennet’e davet ederler. Hainler nurun düşmanıyken sadıklar nurun savunucularıdırlar. Çünkü batıl, sapıklık, fücur Kur’an’dan ve Sünnet ’ten beslenen sadıklarla giderilir. Onlar halkın içinde olması gereken rehberdirler. Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur;
“Âlimlerin yeryüzündeki misali, gökyüzündeki yıldızlar gibidir. Kara ve denizin karanlığında onlarla yol bulunur. Yıldızlar kaybolduğunda hidayet bulanlar neredeyse sapıtırlar.” El-Fethu’r-Rabbani Şerhu Buluğu’l Emani Ahmed Abdurrahman el-Benna C.1 Sh.145 Beyrut
Hiç düşünebiliyor musunuz, Allah ve Resulü ile savaşılan bir sahnede nasıl olurda ulema bulunmaz. Ulema Allah azze ve celle’yi unutturma esası üzerine kurulu bir hayatta, O’nun dininin eğilip büküldüğü bir sahnede bulunmayacak da ya nerede bulunacak? Müminler dünyanın dört bir yanında mağdurlar olarak sahnedeki yerlerini almışlarken, Resulün varislerinin yerlerini almamış olmaları elbette ki çarpıklıkların en büyüğüdür. Sahneye çıkmak demek Müminlere önderlik etmek demektir. Müminlerin önünde gidip onlara yol açmak yol göstermek demektir. Hayata müdahale etmek demektir. Kısacası orta yerde sahipsiz bekleyen Rasulullah’ın mirasına sahip çıkmak demektir. Bütün bunların gerçekleşebilmesi için öncelikle ulema konumundakilerin müminlerin küfrün hâkimiyetinde bulunmalarını, müminlerin velayetlerinin gayrimüslimlerin elinde bulunuyor olmasının tabii bir şey olarak görmekten kurtulmaları gerekir. Müminlerin başkalarına itaat ediyor olmalarını en büyük bir çarpıklık olarak görmeleri ve bundan rahatsızlık duymaları gerekir.
Ûlema konumunda olmayan kimselerin İslâm adına Müminleri oradan oraya koşturmaları, bir nevi deneme tahtası yapmaları da, Resulün varisi olan ûlemayı gayrete getirerek sahnedeki yerini almasını gerektiren bir başka husustur. Ûlema vasfını taşımayan bu gibi kişilerin önderliklerinde Müminlerin İslâm adına mallarının, canlarının ve ömürlerinin isabetsiz siyasetlerle boş yere heder edilmesi, neticede gönlü İslam’ın aşkı ve iştiyakı ile dolu birçok müminin kabuğuna çekilmesi de ulema için üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir husustur.
Konuyu özetleyecek olursak; ne var olan ulemanın kıymeti biliniyor, ne ulemaya olan ihtiyaç hissediliyor, ne de ulemaya zarar gelememesi için çaba gösteriliyor. Olan ulemanın kıymetini bilmeyenler yeni ulema yetiştirme çabası içine girmesi ne kadar da anlaşılması zor olan bir durumu gündemi getiriyor. Yeni ulemanın yetişmesini kesinlikle herkes ister. Elinde olanın kıymetini bilmeyenler yenilerinde kıymetini bilmeyeceklerdir. Rabbim ulemanın eksikliğini hissedip, bu konuda aktifleşen bir ümmet şuuruna ulaşabilmeyi bizlere nasip etsin (ÂMİN)
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN