BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hikmetlerinin emsalsizliği akılları mağlup eden, delillerinin inceliği düşünceleri yenen, sanatındaki dehşet ve harikası inkârcılara mazeret bırakmayan ve delillerinin dilleri kâinatın kulaklarına ‘’ Allahtan başka hiç bir ilah yoktur’’ diye haykıran Allah’a hamdolsun. Salat ve selam da Efendimiz, Önderimiz ve Rehberimiz olan Hz. Muhammed(sav) ‘e, a’line, ashabına ve onun izinden giden ümmetine olsun.
O Allah ki onun kendisine denk olabilecek ne bir dengi ne kendisine benzeyecek bir benzeri ne de yardımcı olacak bir ortağı vardır. O, kahredici gücü karşısında zorbaların boyun eğdiği bir Cebbardır. O, izzet ve şerefi karşısında haşmetli Kralların zelil düştüğü, heybeti karşısında bütün heybet sahiplerinin korkup boyun eğdiği ve yarattıklarının hepsinin, ister istemez kendisine itaatte teslim olduğu bir Aziz’dir. İste Aziz ve Celil olan Allah, bu hususta şöyle buyurmuştur :‘’Göklerde ve yerde olanlar, ister istemez Allah’a boyun eğerler. Gölgeleri de sabah akşam Allah’a boyun eğerler. [ Rad S. – 15 ] .Allah öyle bir Allah’tır ki, her varlık onun birliğine davet eder. Her hisseden şey, onun varlığını gösterir. Çünkü o, mevcudata ve hissedilen şeylere sanatının damgasını vurmuştur.
Bugün, dininizi kemale erdirip üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Din olarak da size İslam’ı seçtim. Maide 3
İDARECİNİN YETKİSİNİ SINIRLAMA İLKESİ
İslam dini, geldiği ilk günden itibaren hükümet edenlerin yetkilerini sınırlandırmıştır. Böylece İslam, yöneticilerin yetkisini sınırlayan, mutlak tasarruf sahipleri olmadıklarını bildiren, idare ve tasarruf yetkilerini belirli sınırlar içinde tanıyan, bu sınırları aşma hakkını yöneticilere tanımayan, iş ve uygulama sırasında haksız taciz ve tecavüzlerinden dolayı yöneticileri sorumlu tutan ilk din ve hukuk sistemidir.
Bu ilke, fikir, üç temel esasa dayanmaktadır:
1)İdarecinin yetkisine sınır konulması
2)İdarecinin hata ve tecavüzlerinden, hukuka aykırı fiillerinden sorumlu tutulmaları
3)Milletin, idareciyi görevden alma yetkisi.
Birinci Esas
Hükümet idarecilerinin yetkilerine sınır koymak: İslam dini gelmeden önce, devlet yöneticilerinin görevleri belirlenmiş değildi; sınırsızdı, hiçbir kayıt tanımazdı. İdareciler ve idare edilenler arasındaki ilişki mutlak bir otoriteye dayanıyordu. İdareciler yetkilerini kuvvetten alıyorlardı. Otoriteleri de kuvvetleri oranındaydı. Kuvvetlinin ise her şeye yetkisi bulunuyordu. İnsanlar idarecilerine, kendilerini idare ettiğinden değil, kendilerinden daha kuvvetli oluşlarından itaat ediyorlardı. İnsanları maddi güçleri, sopa, silah veya mallarıyla sevk ve idare eden yönetici zayıf düşüp rakiplerinden biri onu yendiğinde, insanlar artık o yenik düşene itaat etmez, dinlemez oluyordu. Bunun sonucu olarak galip kişi, cemiyet idaresini ele geçiriyordu. Bu makama hangi yolla gelirse gelsin, yönetimi hangi yolla ele geçirir ise geçirsin, yönetilen halk onun sürekli olarak kölesi ve hizmetçisiydi.
İdareci, yetkisini şahsi güç ve kuvvetinden aldığından, hiçbir yöneticinin yetkisi başka bir yöneticinin yetkisine eşdeğer değildi ve idarecilerin otoritesini sınırlayan bir yaptırım da bulunmamaktaydı. Hatta idareci hiçbir muhasebe ve kontrole tabi olmaksızın istediğini yapar, istemediğini de yapmazdı.
İslam dini bu ilkel durumları, insanlık şeref ve haysiyetiyle, toplumun ihtiyaçlarıyla bağdaşır bir biçimde değiştirdi. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki karşılıklı ilişkilerin temelini, birincinin kuvveti ile ikincinin zaafı değil, kamu yararının gerçekleşmesi şeklinde kabul etti. Toplum, kendi yararını gözetip koruyan, kollayan kişiyi yönetici seçme hakkını fertlere verdi. Yöneticilerin yetkilerini bir kısım kurallarla sınırladı. Bu yetki sınırını aşan idarecinin yaptığı işleri geçersiz sayarak, topluma, bu şekilde hareket eden yöneticiyi görevinden alıp yerine bir başkasını getirme yetkisi tanıdı.
İslam, idarecinin görevini yeter derecede açıklamış, gayet dikkatli bir biçimde vazife ve salahiyetlerini sınırlamış, belirlemiştir. Buna göre, yöneticinin görevi, din işlerine bekçilik ve dünya işlerini idare de Allah elçisine vekâlettir. Müslümanlar bu idareciye İmam demektedirler. ( Maverdi – el-Ahkamu’s Sultaniyye S.3 )
İslam Hukukçularına göre, imamlık veya bir diğer ifadeyle hilafet (yöneticilik) , ancak rıza göstermek ve istekli olmak şartıyla kesinleşen bir sözleşmedir, bir akiddir . ( Maverdi – el-Ahkamu’s Sultaniyye S.6 ) Bu sözleşme gereğince imam, Allah’ın indirdiklerinin sınırı içerisinde kalmak şartıyla iç – dıştaki milletin bütün işlerini yönetmek mecburiyetindedir. ( Maverdi, anılan eserinde imamın görevlerini şöyle sıralıyor: Dini korumak, güvenlik ve düzeni sağlamak, haddi gerektiren suçların cezalarını vermek, devlet sınırlarını düşmana karşı korumak, cihad etmek, devlet gelirleri ve harcamalarını yürütmek, bütün bu işlerle görevli devlet memurlarını tayin edip onları yönetmektir ) . Bu ağır sorumluluk karşısında, o yönetici fasık ve bozuk karakterli olmadığı, işini görmekten aciz kalmadığı taktirde, yani durumunda önemli bir değişiklik olmadığı sürece, millette ona itaate zorunludur. ( Maverdi – el-Ahkamu’s Sultaniyye S.12-17) . Millet, onu imam seçen mümessilleri vasıtasıyla itaate söz verir. Eğer imamın durumu değişirse ve fıskı ve acizliği alenen ortaya çıkarsa görevinden atılır. İslam’da, devlet reisinin, yöneticinin yetkileri sınırsız değildir. Yani istediklerini yapma, istemediklerini yapmama hakkına sahip değildir. O da başkaları gibidir; halkın yönetimi için milletçe seçilmiş biridir. Millete karşı bir kısım görevleri, milletin de onun üzerinde bir kısım hakları vardır. Görevlerini yerine getirebileceği, haklarını kullanabileceği ölçüde yetki sahibidir. Bu görevlerin yerine getirilmesi ve hakların kullanılmasında, İslam’ın hükümlerinden yahut İslam’ın ruhundan, temel esprisinden ayrılmamak zorundadır. Çünkü Allah(c.c.) ” Ve şu emri indirdik; aralarında Allah’ın indirdiği vech ile hükmet. (Maide 49 ) . ” Sonra habibim seni de din emrinden bir şeriatın üstüne memur kıldık. O halde sen ona tabi ol. Bilmezlerin heva ve heveslerine uyma. ( Casiye 18 ) . ” Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. ( Maide 44 ) .
Şayet yönetici İslam’a uymak, hükümlerine uygun yönetimde bulunmakla mükellefse, o zaman bunun anlamı, yetkisi İslam’ın hükümleriyle sınırlı demektir. İslam’ın izin verdiği konularda yetkisi var, izin vermediği konularda yetkisi de yoktur. İslam, her yurttaşa, Müslüman’a müsaade ettiği şeyleri idareciye de müsaade eyler, herkes için yasakladığı şeyleri idareci için de yasaklar, haram kılar .
Yazımız İnşAllah bir sonraki bölümde de devam edecektir.
Yazdıklarımızın doğrusu İslam’ın hatası ise bizimdir. Allah(c.c.) Hakkı hak bilip Hakka sarılan, Batılı batıl bilip batıldan uzaklaşanlardan eylesin. Âmin.
KÛLÛ LA İLAHE İLLALLAH, TUFLİHÛ! (La ilahe illallah deyiniz, kurtulunuz! )
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN