SEYYİD KUTUB BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 47 VE 50. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
47- Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetleri ve sizi diğer canlı-cansız varlıklara üstün kıldığımı hatırlayın.
48- Öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse başkasının yerine bir şey ödeyemez, hiç kimseden aracılık kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz ve hiç kimse başkalarından yardım görmez.
İsrailoğulları’nın, canlı-cansız diğer bütün varlıklardan üstün tutuluşu, onların yeryüzü halifeliğine seçildikleri ve bu görevi yürüttükleri süre ile sınırlıdır. Yüce Allah’ın emirlerini çiğnedikleri, peygamberlerine karşı geldikleri, Allah’ın kendilerine bağışlamış olduğu nimetlere karşı nankörlük ettikleri, sorumluluklarına ve taahhütlerine bağlı kalmadıkları andan itibaren ise yüce Allah onlar hakkında lânet, gazap, alçalma ve perişanlıktan ibaret olan hükmünü ilân etti; kendilerini dünyanın çeşitli yerlerine dağılma cezasına çarptırdı; onlar hakkındaki tehditlerini gerçekleştirdi.
Bu ayetlerde, kendilerinin vaktiyle canlı-cansız diğer bütün varlıklardan üstün tutulmaları yahudilere şunun için hatırlatılıyor: Bu vesile ile onlara yüce Allah’ın bir zamanlar kendilerine bağışlamış olduğu nimetler ve ilâhî taahhüt hatırlatılmış ve İslâm daveti ile ellerine geçen yeni fırsattan yararlanmaları özendirilmiş oluyor. Bunun sonucu olarak bir yandan atalarına bağışlanan üstünlük konumuna karşı teşekkür ve öbür yandan müminlerin elde edecekleri üstünlük konumuna karşı özlem duyma nişanesi olarak yeniden iman kervanına ve Allah’a karşı girdikleri taahhütlere dönmeleri bekleniyor.
Bir yandan üstünlük konumuna ve yüce Allah’ın diğer nimetlerine özendirilirken, diğer yandan aşağıda tanımlanan Kıyamet gününün korkunç yönleri konusunda uyarılıyorlar.
“O gün hiç kimse başkasının yerine birşey ödeyemez:.”
Sorumluluk ferdidir, hesaplaşma kişiseldir, herkes kendinden sorumludur, hiç kimse başkasını kurtaramaz. Bu, çok önemli bir İslâmî ilkedir… İnsan iradesi ile iyiyi kötüden ayırdetme yeteneğine dayanan ve yüce Allah’ın mutlak adaletini içeren ferdi sorumluluk ilkesidir bu.. Bu ilke bir yandan insanı onurlu konumunun bilincine erdirir, öte yandan da insanın vicdanını sürekli biçimde uyanık tutar. Ki, insan eğitiminde, ruh terbiyesinde bu faktörlerin her ikisi de son derece önemli rol oynarlar. Ferdi sorumluluk ilkesi, bu pratik yararından ziyade, İslâm’ın yüce değerleriyle bütünleştiğinde insanı diğer canlılardan üstün kılan en önemli insani değerdir. Şimdi de ayetin devamını okuyalım:
“(O gün) Hiç kimseden aracılık kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz.”
Yani o gün iman ve iyi amelle birlikte Allah’ın huzuruna gelmeyenlere hiç kimsenin aracılığı yarar getirmeyeceği gibi, küfür ve günahların cezasını kaldırmak üzere hiç kimseden fidye de alınmaz… Ve ayetin son kısmı:
“(O gün) hiç kimse başkalarından yardım görmez.”
Yani o gün insanları Allah’ın azabından kurtaracak hiçbir yardımcı bulunamaz. Burada başkasının yerine hiçbir ödeme yapamayacak, aracılığı kabul edilmeyecek ve fidye önerisine red karşılığı verilecek olan bütün insanlar bir arada düşünüldüğü için çoğul sığası kullanıldı. Ayrıca genellik anlamı versin diye, ayetin ilk üç cümleciğinde kullanılan ikinci şahıslı ifade biçiminden üçüncü şahıslı ifade biçimine geçiliyor. Buna göre bu ilke; ayete muhatap olan ve olmayan tüm insanlar için geçerli, genel bir ilkedir.
Yukarda okuduğumuz ayetlerin devamında yüce Allah, yahudilere bağışladığı çeşitli nimetleri, onların bu nimetleri nasıl karşıladıklarını, nasıl inkârcılığa ve kâfirliğe yönelerek yoldan çıktıklarını anlatıyor. Söz konusu nimetlerin başında, onların Firavun’un adamlarından ve Firavun tarafından kendilerine uygulanan acı işkenceden kurtarılmaları olayı gelir:
49- Hani oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı (dul) bırakmak suretiyle size çok ağır bir işkence çektiren Firavun hanedanından sizleri kurtarmıştık. Bu, sizin için Rabbinizden gelen çok büyük bir imtihandı.
50- Hani önünüze çıkan denizi yararak sizi (boğulmaktan) kurtarmış ve gözleriniz önünde Firavun ailesini boğmuştuk.
Bu ayetler, bir zamanlar içine düştükleri sıkıntılı günlerin tablosunu hayallerinde canlandırıyor, aynı soydan gelmiş olmaları hasebiyle atalarının çekmiş oldukları acıları tekrar gözlerinin önüne getiriyor ve arkasından da kurtarılışlarının manzarasını karşılarına dikiyor.
Allah (c.c) onlara: “Hani sizi sürekli işkence ve baskı altında inleten Firavun hanedanının elinden kurtarışımızı hatırlayın” diye sesleniyor. Bu ifadede, işkence ve baskı, sanki onlara sürekli yedirilen bir yemek, bir besin kaynağı gibidir. Arkasından, onlara çektirilen baskı ve işkencelere çarpıcı bazı örnekler veriliyor. Bu örneklerin başında, yahudilerin daha zayıf düşüp efendilerine bağımlılıkları artsın diye erkeklerinin boğazlanıp kadınlarının dul bırakılmaları vahşeti geliyordu.
Kurtuluş tablosu gözlerinin önünde canlandırılmadan önce, uğratılmış oldukları o işkence ve baskıların, Rabbleri tarafından belirlenmiş bir imtihan vesilesi olduğu vurgulanıyor. Böylece, gerek onların ve gerekse şiddete maruz bırakılan herkesin kafasına yerleştirilmek isteniyor ki, kulların sıkıntılı olaylarla karşılaşmaları; imtihan, deneme, fitne ve acıların içinden geçerek pişme amacına dönüktür. Bu gerçeğin bilincine varanlar; çektikleri sıkıntılardan fayda sağlarlar, başlarına gelen belâlardan ibret alırlar ve uyanıklıkları oranında bunlardan kazançlı çıkarlar.
Eğer acı çeken kimse çektiği bu acının bir imtihan dönemi olduğunu kavrar ve bu imtihan dönemini başarı ile geride bırakırsa çektiği acı boşuna gitmemiş olur. İnsan, bu düşünceyi kafasında yaşatınca, çektiği acılara daha kolay katlanabilir. Ayrıca, bu acı tecrübeden dünya hesabına deneyim, bilgi, sabır ve dayanma gücü kazandığı gibi, Ahiret hesabına da, çektiği acının ecrini sırf Allah’tan beklemek, Allah’a yakarmak kurtuluşu O’ndan beklemek ve O’nun rahmetinden asla umut kesmemek gibi önemli kazançlarla çıkar. Böyle olduğu içindir ki, yüce Allah yukardaki işkence ve baskı tablosunun anlatımını, “Bu, sizin için Rabbinizden gelen çok önemli bir imtihandı” şeklinde düşündürücü bir yorum cümleciği ile noktalıyor.
Bu düşündürücü yorumun ve daha önceki işkence ve baskı manzaralarının arkasından, sıra kurtuluş tablosuna geliyor:
“Hani önünüze çıkan denizi yararak sizi (boğulmaktan) kurtarmış ve gözlerinizin önünde Firavun ailesini boğmuştuk.”
Bu kıssa, Bakara suresinden daha önce Mekke döneminde inen bazı surelerde ayrıntılı biçimde anlatılmıştı. Müslümanlar bu konuda gerek daha önce inen surelerle gerekse birlikte yaşadıkları Medine yahudilerinin elinde bulunan dinî kitap ve kıssalardan yeterince bilgi sahibi oldukları için burada bu kıssa sadece hatırlatılmakla yetiniliyor. Bu hatırlatma da tablo çizme üslubu ile gerçekleştiriliyor. Maksat, yahudilerin bu tabloyu yeniden kafalarında canlandırmaları ve bu canlı imajdan etkilenmeleridir. Bu tabloda yahudiler, denizin önlerinde ikiye ayrılışını ve Hz. Musa’nın (selâm üzerine olsun) liderliğinde atalarının kurtuluşunu kendi gözleri ile görür gibi, hatta bu olayı bizzat yaşar gibi oluyorlar. Kur’an-ı Kerim’in burada karşımıza çıkan “gözler önüne serme” özelliği, sırf bu büyük kitaba özgü ifade tarzının şaşırtıcı bir örneğidir.