BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Enes b. Malik (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Risalet de, Nübüvvet de sona ermiştir. Benden sonra ne Rasul, ne de Nebî vardır.” (İmam Suyutî, Ahmed b. Hanbel Müsned,)
Nübüvvet ve Risalet, Rasulullah (s.a.s.) ile beraber son bulmuştu… Son Nebî ve son Rasul’ün ümmeti olan son ümmet, bundan sonra Rasulullah (s.a.s.)’in yolundan giden, O’nu takib eden mücahid, mü’min ve muttaki ulemâ tarafından bilgilendirilecek, sevk ve idare edilecekti…
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Rasullerin ve Nebîlerin bıraktıkları mirasın ancak faydalı ve hayırlı ilim olduğunu beyan ederek, âlimlerin bu mirasın mirasçıları olup tam yetki sahibi bulunduklarını izah buyurmuşlardır… Âlimlerin değerini beyan buyuran Rasulullah (s.a.s.), âlim olmanın yalnızca bilgi sahibi olmadığını, âlim, Allah’tan gereği şekilde ittika eden, ilmiyle âmil olan izzet sahibi şahsiyetler olduğunu da açıklamıştır…
“Âlimler, ancak ilim mirası bırakan peygamberlere varis olanlardır. Bu ilim mirasından alan, bol ve kâmil bir nasib almıştır.” (Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.20, Hds.243)
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bıraktığı miras, kendisiyle iman edilerek amel edilen ilimdir… Kim ki, bir mü’min olarak bu ilmi elde eder, onunla amel ederek gereğini yerine getirirse o, Rasulullah (s.a.s.)’e bir varis ve Rasulullah (s.a.s.)’in izini takib eden izzet sahibi bir şahsiyet olmuştur…
Yahya b. Muaz (rh.a.) şöyle diyor:
– Âlimler, Muhammed (s.a.s.)’in ümmetine anne ve babalarından daha şefkatlidirler. Çünkü anne ve babaları onları, dünya ateşinden, âlimler ise ahiret ateşinden korurlar. (İmam Gazâlî, A.g.e., C.1, Sh.37.)
Merhametli, vicdanlı, şefkatli, imanlı ve salih amel sahibi bir anne ve baba çocukları için neleri düşünüyor, neleri istiyor, neleri yapıyorlarsa, muttaki âlimler, onlardan daha çok şeyleri ümmet için istiyor ve yapıyorlar… İslâm ulemâsı, peygamberlerin varisleri olduklarının şuurunda ve idrakindedirler… Onların her biri, ümmet için çoban olduklarının ve kendilerine vacib olan sorumluluklarının farkındadırlar…
(Rabbim böylelerinin eksikliğini hissettirmesin. Onları muhafaza buyursun.)
Abdullah İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Her birileriniz çobandır ve her birileriniz elinizin altındakinden sorumludur.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
Bir anne ve babanın evladından sorumluluğundan daha çok âlim, ümmetten sorumludur… Bir anne ve baba nasıl ki, çocuklarının sıhhatinden, hasta olduğunda tedavisinden ve ameliyatından, eğitim ve öğretiminden, edeb, terbiye ve güzel ahlakından, iktisadî hayatından, meslek ve işinden, ayrıca istikbalinden sorumlu ise, âlim de ümmet için aynı sorumluluğu taşımaktadır… Çünkü ümmetin genel velayeti, ulemâdadır… İslâmın âlimleri, ümmetin sağlığından, hastalığının sıhhatli tedavisinden, ekonomisinin helâl üzere devam etmesinden, yabancı unsurlardan temizlenmesinden, düşman saldırısından korunmasından, eğitim ve öğretim, edeb ve güzel ahlâklı olmasından sorumludurlar… Ümmet hayatının Allah’ın hükümlerine ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünnetine uygun olmasından ulemâ sorumludur… Eğer bu konularda herhangi bir noksanlık var ise, âlimler tarafından tesbit edilip giderilmesine çalışılmalıdır… Her şeyden önce İslâm ulemâsı hür ve bağımsız olmalıdır… İslâm topraklarını işgal eden müstekbir egemen tağutlardan tamamen uzaklaşmış ilişkisini kesmiş ve onlarla asla uzlaşmayan taviz vermeyen ulemâ ancak çağın problemlerini İslâm ölçülerince çözebilir… Çözülen problemlerin hayatta uygulanışının örneğini yine ulemânın ortaya koyması icab eder… Eğer bilgi yüklü kişiler, ümmete rehberlik yapmıyor ve onların dertleriyle ilgilenmiyorlarsa, onlar, gerçekten âlim olamazlar… Âlimler, Allah’tan gereği şekilde korkar ve kendilerine yükletilen sorumluluğunun idrakinde oldukları için vazifelerini yerine getirirler… İmanı sağlam olsa da ilmiyle âmil olmayan kişiler, sadece bilmekten dolayı âlim olamazlar…
Ebu’d Derda (r.a.) şu tesbitte bulunmuştur:
– Öğrenci olmadıkça âlim olamazsın. Kendisiyle amel etmedikçe ilimden dolayı âlim olamazsın. (Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.29, Hbr.299.)
İbn Mübarek (rh.a.) ise şöyle der:
– Âlim, okumaya devam ettiği müddetçe âlimdir. Ne zaman âlim olduğunu zanneder ve ilmini arttırmaktan vazgeçerse, işte o zaman cahil olur. (İmam Gazâlî, A.g.e., C.1, Sh.152.)
Kendisini sorumlu olarak kabul eden muttaki âlim, kendisine yalnız ve yalnız Rasulullah (s.a.s.)’i önder ve hayat örneği edinmiş, Rabbi Allah’ı sevdiği için O’nun emriyle Rasulü (s.a.s.)’e uymuş, zamanın en uyanığı olan bir kişidir. Yalnızca Allah’dan korkan ve ne olursa olsun, neye malolursa olsun, Allah’ın ayetlerini dosdoğru okuyup beyan eden, onları asla dünya malına ve menfaatına değişmeyen izzetli ulemâ, okudukları Allah’ın kitabına göre “Rabbanîler” olmuşlardır…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Öğrendiğiniz ve ders verdiğiniz kitaba göre Rabbanîler olunuz.” (Âl-i İmrân, 79.)
İbn Abbas (r.anhuma):
– “Rabbanîler olunuz” demek, âlimler ve fakîhler olunuz demektir, dedi.
Ve:
– Rabbanî, insanlar üzerinde ilim ile siyaset icrâ eden ve büyük ilimden evvel, küçük bilgilerle terbiye eyleyen kimseye denir, demiştir. (Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İlm, B.11 (Bab başlığında).
İmam Taberî (rh.a.), “Rabbaniyyîn” kelimesi hakkında şunları söylemiştir:
– Bunun manası ise, insanları yetiştiren, işlerini düzene koyan ve onları sevk ve idare eden, demektir.
Bu nedenle, âlimler de, fakîhler de, hikmet sahibleri de, liderler de, eğiticiler de, “Rabbaniyyîn” kelimesinin ihtiva ettiği mânâya girmektedirler. Çünkü bunlardan her biri, kendi ihtisasları alanında insanları yetiştirirler, eğitirler, işlerini düzeltirler, sevk ve idare ederler. et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.301.
Bakara suresinde Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor:
– Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor. (Bakara 151)
Evet yazının başında da değinmiştik risalet ve nübüvvetin bittiğini.
Peki ne olacak bize ayetleri kim okuyacak, bizi bu kadar isyan kirinden kim temizleyecek, bizlere kitabı, hikmeti ve bilmediğimiz şeyleri kim öğretecek?
İşte bu noktada alimlerin önemi çok daha net bir şekilde anlaşılacaktır. Çünkü bugün peygamberlerin görevini miras alan alimlerimiz bizi hakka götüren ve doğruluğa ileten Allah’ın ayetlerini okuyacak, Allah’ın vahdaniyetine, kudretinin büyüklüğüne dair kesin delilleri ortaya koyacaklardır. Bizi putperestliğin pisliklerinden arındırır. Nefislerimizi yüceltecek ve arındıracak en şerefli bilgileri ve akla saygı duymayı, kör taklidi bir kenara atmayı, her türlü sapma ve sapıklıktan koruyucu olarak dini esas kabul etmeyi öğretir. Nitekim O, kız çocukları diri diri gömmek, masraflarından kurtulmak maksadıyla çocukları öldürmek, en basit ve önemsiz sebepler yüzünden kanlar dökmek gibi çirkin cahili adetlerden de bizi arındırmaktadırlar.
Alimlere yaklaşanlar onlardan faydalanırlar, uzaklaşanlar ise ya belamlara ya da zalimlere yaklaşırlar ki bu da kişi için hem dünyada hem ahirette büyük bir tehlikedir. (tevbe 34)
Rabbim bizlere muttaki alimlerin kıymetini bilmeyi nasip etsin.