sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 119 VE 121.AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 119 VE 121.AYETLER ARASI
13.06.2019
841
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

Okuduğumuz ayetlerin devamında Kitap Ehlinin sözleri hatırlatılarak, asılsız iddiaları çürütüldükten, bu grupların sapıklıklarının ardında yatan gizli faktörler açığa vurulduktan sonra Peygamberimize dönülerek görevi açıklanıyor, sorumlulukları belirleniyor, kendisine yahudi ve hıristiyanlar ile arasındaki savaşın mahiyeti, onlarla arasındaki anlaşmazlığın karakteristik özelliği açıklanıyor. Bu anlaşmazlığın kaynağı o kadar derindir ki, onlar Hz. Peygamberden elinde olmayan, olsa bile ödeyemeyeceği bir bedel istemektedirler. Haşa bu bedeli ödese bu sefer Rabbinin gazabına uğraması kaçınılmaz olur:

 

119- Biz seni gerçeğin müjdecisi ve uyarıcısı (korkutucusu) olarak gönderdik. Sen Cehennemliklerden sorumlu değilsin.

120- Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır. De ki; “Doğru yol, sadece Allah’ın yoludur’: Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, Andolsun ki, Allah tarafından ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamazsın.

121- Kendilerine verdiğimi5 kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte onlar ona inananlardır. Onu inkâr edenler ise hüsrana uğrayanlardır.

“Seni gerçekle (donatarak) gönderdik”. Bu cümle saptırıcıların oluşturduğu kuşkulara, tuzakçıların komplolarına ve sahtekârların. yanılgıya düşürme girişimlerine son verici bir netlik, bir sarsılmazlık ifade ediyor. Ses tonundaki gürlük ve mertlik, kesinlik ve kuşkusuzluk yansıtıyor.

“Müjdeleyici ve uyarıcı (korkutucu) olarak…” Yani “senin görevin tebliğ etmekten, aldığın emri yerine getirmekten ibarettir. Bunu yapınca senin fonksiyonun sona erer.”

“Sen Cehennemliklerden sorumlu değilsin.” Yani “işledikleri günahlar ve nefislerinin arzularına uymaları sebebiyle Cehenneme girenlerden sen sorumlu değilsin.”

“Yahudiler ile hıristiyanlar seninle savaşmaya, sana tuzak kurmaya devam edecekler, seninle barış yapmayacaklar, senden hoşnut olmayacaklardır. Ancak sen bu görevi ihmal ettiğin, bu gerçeği savunmaktan vazgeçtiğin ve bu kesin hidayeti bırakarak onların az önce anlatılan sapıklıklarını, müşrikliklerini ve sakat zihniyetlerini onayladığın takdirde seni severler, senden hoşnut olurlar.”

“Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ve ne de hıristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır.”

İşte asıl sebep budur. Onların eksiği delil değildir. Onların eksiği senin haklı olduğuna, Rabbin tarafından sana gelen mesajın gerçek olduğuna inanmamak değildir. Onlara olanca delillerini sunsan, olanca sevgini önlerine sersen bunların hiçbiri ile hoşnutluklarını kazanamazsın. Ancak dinlerine uymakla ve yanındaki gerçeğe sırt dönmekle onların hoşnutluğunu kazanabilirsin.

Her dönemde ve her yerde somut olarak karşımıza çıkan sürekli anlaşmazlık konusu, değişmez çıban başı budur. Bu çıban başı inanç meselesidir. Yahudilerin ve hıristiyanların müslüman cemaate karşı verdikleri amansız savaşın gerçek mahiyeti budur. Bu mücadele, her ne kadar zaman zaman birbirleri ile çatıştıkları görülüyorsa da bu iki kamp ile İslam arasında kıyasıya devam etmektedir. Bazan aynı inanç kampının alt grupları arasında da sürtüşme olur. Fakat bu alt gruplar İslâm’a ve Müslümanlara karşı her zaman el eledirler.

Dediğimiz gibi bu mücadele, temelde ve gerçek mahiyeti ile bir inanç savaşıdır. Fakat İslâm’ın ve Müslümanların bu iki koyu düşman kampı, bu savaşa değişik renkler yakıştırırlar; olanca hilekârlıklarını, kurnazlıklarını, ikiyüzlülüklerini kullanarak bu savaş için çeşitli kılıflar uydururlar.

Onlar din sancağı altında Müslümanların karşısına çıktıklarında onların dinleri ve inançları uğruna nasıl kahramanca çarpıştıklarını tecrübe etmişlerdir. Bu yüzden dinimizin bu tarihi düşmanları uyanmışlar ve savaşın rengini değiştirmişlerdir. Artık onlar bu savaşın asıl niteliğini ortaya koyarak inanç savaşı olduğunu açıkça söylemiyorlar. Öyle söyleseler Müslümanların inançları uğruna gösterecekleri kahramanlıktan, bu kahramanlığın getireceği coşkunluktan korkuyorlar. Bunun yerine aradaki savaşa “toprak savaşı”, “ekonomik savaş”, “siyasi savaş”, “stratejik savaş” gibi adlar takıyorlar. Ayrıca aramızdaki aldanmış gafillerin beyinlerine sokmaya çalışıyorlar ki, inanç savaşı, artık anlamsız bir eski hikâye olmuştur, artık o sancağı havaya kaldırarak onun ismi altında savaşmak yersiz ve geçersizdir. Böyle bir şeye ancak tutucular, gericiler girişirler!

Onlar bu zehirli propagandayı inanç coşkunluğundan ve kahramanlığından kurtulmak için yapıyorlar. Oysa onlar, yani uluslararası Siyonizm, dünya Hıristiyanlığı ve bunlara ek olarak evrensel Komünizm soğukkanlı bir kararlılık içinde öncelikle bu granit kayayı parçalamak amacı ile Müslümanlara karşı savaşmaktadırlar. O granit kaya ki, yüzyıllar boyunca ona toslamışlar ve her defasında tümünün kafatası parçalanmıştır.

Bu savaş inanç savaşıdır. Yoksa toprak savaşı, ekonomik savaş ya da stratejik amaçlı savaş değildir. Bu uydurma kılıfların ve yakıştırmaların hiçbir asli yoktur. Düşmanlarımız gizli ve tarihi maksatları uğruna bu uydurma yaftaları kafamıza sokmaya çalışıyorlar. Onlar bizi bu savaşın gerçek mahiyeti ve asıl karakteri hakkında yanılgıya düşürmek istiyorlar. Eğer biz onların bu yalancı propagandalarına aldanırsak kendimizden başka hiç kimseyi kınamamalı, hiç kimsede kabahat aramamalıyız. Çünkü bu durumda sözlerin en doğrusunu söyleyen yüce Allah’ın Peygamberine ve O’nun ümmetine yönelttiği direktiften uzak düşmüş oluruz. Tekrar okuyalım:

“Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ve ne de hıristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır.”

İşte onları hoşnut edebilecek yegâne bedel. Bunun dışındaki her şeyi peşinen reddederler, ellerinin tersi ile geri çevirirler.

Fakat kesin emin ve doğru direktif hemen arkadan geliyor:

“De ki; ‘Doğru yol, sadece Allah’ın gösterdiği yoldur.”

İfade son derece öz ve kısa! “Doğru yol, sadece Allah’ın gösterdiği yoldur”. Bu konuda taviz yok… Bundan vazgeçmek söz konusu değil.. Bu hususta esneklik ve gevşeklik yok… Bu ilkenin zararına hiçbir uzlaşmaya girişilemez… Onun küçük-büyük hiçbir kırıntısı bile pazarlık konusu edilemez… İsteyen inansın, isteyen inkâr etsin…

Sakın ha! Onları hidayete erdirmek, onların iman etmelerini sağlamak, onların dostluğunu ve sevgisini kazanmak gibi endişe ve arzular seni bu ince yoldan saptırmasın.

“Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına, keyiflerine uyacak olursan, Andolsun ki, Allah tarafından ne bir dost ve ne de bir destekçi bulamazsın.”

Bu korkunç tehdit, bu kesin ifade ve bu ürkütücü azap uyarısı. Kime dönük? Yüce Allah’ın Elçisine, Peygamberine ve keremli sevgilisine dönük! Bunlar birtakım nefsi arzulardır. Eğer sen doğru yoldan, Allah’ın gösterdiği doğru yoldan saparsan -ki ondan başka bir doğru yol yok-… İşte onları senin karşında takındıkları olumsuz tutumu takınmaya sürükleyen faktör, onların bu nefsi arzularıdır, yoksa senden kaynaklanan bir delil yetersizliği ya da inandırma zayıflığı değildir.

Onların arasında nefislerinin bu arzularından sıyrılabilenler ellerindeki kitabı gereğince okurlar ve bunun sonucu olarak senin yanındaki gerçeğe inanırlar. Bu gerçeği inkâr edenlere gelince, onlar hüsrana uğrayacaklardır. Sen ve müminler değil!

“Kendilerine verdiğimiz kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte onlar ona inananlardır. Onu inkâr edenler ise hüsrana uğrayanlardır.”

Yüce Allah’ın şu dünyada insanlara bağışladığı nimetlerin en büyüğü olan iman kaybından daha büyük bir kayıp, daha acı bir hüsran düşünülebilir mi? Yukardaki ayetlerde bu kesin ve tartışmaya meydan vermeyen yargı ortaya konduktan sonra yeniden israiloğulları’na dönüp sesleniliyor. Okuduğumuz bu uzun hesaplaşma ve tartışmanın, yahudiler ile Rabbleri ve peygamberleri arasındaki ilişkileri gözler önüne seren tarihi açıklamanın arkasından gelen bu sesleniş, sanki onlara yönelik derinliklerden kopup gelen son sesleniş gibidir. Bunun arkasından Peygamberimize ve Müslümanlara da bir uyarı yapıldıktan sonra yahudilere son bir çağrı daha yapılıyor. Bu çağrı, artık umursamazlık, gaflet ve yüce emaneti yüklenme şerefinden mahrum bırakılmış bir halde kapı eşiğinde kararsız bir haldeyken belki kendilerini düzeltirler diye yapılan son çağrıdır. Bu çağrı daha önce kendilerine ilahî emanetin verileceği zaman yapılan ilk çağrıydı. Şimdi de bu emanetten yüz çevirmeleri sebebiyle yapılan son çağrıdır bu. “Ey İsrailoğulları!..”

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.