EBU’L A’LÂ MEVDUDİ BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 139 VE 143. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
139- De ki: “O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz(138) iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O’na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız.”(139)
140- Yoksa siz, gerçekten İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?(140) Allah’tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil olmayandır.(141)
141- Onlar, bir ümmetti, gelip geçti; onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacaksınız.
142- İnsanlardan birtakım beyinsizler: “Onları daha önce üzerinde bulundukları kıblelerinden çeviren nedir?” diyecekler.(142) De ki: “Doğu da Allah’ındır, batı da. Dilediğini dosdoğru yola yöneltip-iletir.”(143)
143- Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahid olsun.(144) Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Kâ’be’yi) kıble yapmamız, peygambere uyanları, iki topuğu üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırdetmek içindir.(145) Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ulaştırdıklarının dışında kalanlar için büyük (bir yük) tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
AÇIKLAMA
138. Yani, “Bizim söylediğimiz tek şey şudur: Allah hepimizin Rabbidir ve hepimiz O’na teslim olmalıyız. O halde neden Allah hakkında bizimle tartışıyorsunuz? Bu bizimle tartışma konusu teşkil edecek bir mesele mi? Aslında sizinle tartışmaya hakkı olan bizleriz, siz değil. Çünkü, Allah’a başka mâbudları ortak koşanlar biz değil, sizlersiniz.”
Arapça metin şu anlama da gelebilir: “Bizimle Allah (rızası) için mi tartışıyorsunuz? Eğer önyargılarınız veya dünyevî çıkarlarınız için değil de, Allah için bizimle tartışıyorsanız, bu tartışma kolayca çözüme bağlanabilir.”
139. Yani “Siz kendi işlediklerinizden sorumlusunuz, biz de kendi işlediklerimizden. Eğer ilâhlıkta Allah’a ortak koştuysanız ve onlara ibadet ve itaat ettiyseniz, böyle yapmakta serbestsiniz. Fakat bu davranışınızın sonuçlarına da siz katlanacaksınız. Bizimle yaptığınız tartışmaya gelince, bizim size verdiğimiz ibadet özgürlüğünü siz de bize verseniz, bu tartışma kolayca çözülebilir. Biz, sizin Allah’a eşler koşmanıza karşı çıkmadığımıza göre, siz de en azından, ibadet ve teslimiyette tek olarak seçtiğimiz Allah’a hiçbir ortak koşmadan ibadet etme hakkımıza ses çıkarmamalısınız.”
140. Bu soru, cehaletleri nedeniyle gerçekten bu büyük peygamberlerin Yahudi veya Hıristiyan olduklarına inanan sıradan Yahudi ve Hıristiyanlara yöneltilmektedir.
141. Bu soru, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin daha sonraki bir çağda kurulu ibadet şekilleri ile ortaya çıktığını bilen bilgin ve din adamlarına yöneltilmektedir. Buna rağmen onlar Hakk’ın kendi mezheplerinin tekelinde olduğu yanlış inancı içindeydiler. Bunun yanısıra cahil halkı da, ebedî kurtuluşun, peygamberlerden çok sonra din adamları, rahipler, yorumcular ve tefsirciler tarafından icat edilen bu inanç, düzenleme ve ayinlere bağlı olduğu konusunda aldatıyorlardı. Ne zaman “İbrahim, İshak, Yakub ve diğer peygamberler sizin mezheplerinizden hangisine dahildirler?” şeklinde bir soru ile karşılaşsalar, buna asla direkt bir cevap veremiyorlardı. Çünkü peygamberlerin kendi mezheplerine dahil oldukları gibi tarihin yalanlayacağı saçma bir iddiada bulunamazlardı. Fakat bu gerçeğe rağmen, açıkça, peygamberlerin ne Yahudi, ne de Hıristiyan olmadıklarını söyleyemezlerdi; çünkü bu da, otomatik olarak kendi iddialarını çürütürdü.
142. Burada kıble’nin Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dan, Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmesi kastediliyor. Önceleri Hz. Peygamber (s.a) namazda yüzünü Kudüs’e doğru çevirirdi; fakat, hicret’in ikinci yılının ortalarında yüzünü Kâbe’ye (Mekke) döndürmesi emredildi. Kıble’nin değiştirilmesi ve bunun anlamı hakkında ileriki ayetlerde ayrıntılı açıklama yapılacaktır.
143. Bu değişikliğin asıl önemini kavrayamayan bazı anlayışsız kişiler, müminlerin zihninde şüphe uyandırmak için çeşit çeşit fikirler öne sürmeye başladılar. Beyinsiz oldukları için, Allah’ın belli bir nokta veya yön ile sınırlı olduğunu, kıble değişikliğinin Allah’tan yüz çevirmek anlamına geldiğini düşünüyorlardı. Bu saçma fikir, doğunun da, batının da Allah’a ait olduğu ilân edilerek cevaplandırılmıştır. Kıble’nin belli bir yönde olması, Allah’ın sadece o yönde olduğu anlamına gelmez. Kendilerine hidayet verilenler bu tür kısır görüşlerle kendilerini meşgul etmezler. (Bkz. Bakara: 115-116)
144. Bu, İslâm ümmetinin önderliğinin ilân edilmesidir. “Böylece” (Kezalik) sözü hem Hz. Muhammed (s.a.) , hem de kıblenin değiştirilmesini kastetmektedir. Müslümanlar kendilerinin “vasat ümmet” olmalarını sağlayan üstün meziyetlere, Hidayet’e tâbi olarak ulaşmışlardı. Kıble’nin, Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye çevrilmesi ise, İsrailoğulları’nın önderlik görevinden alınıp, yerine müslümanların konulduğunu gösteriyordu. Bu nedenle Kıble’nin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesi beyinsizlerin sandığı gibi sadece bir yön değişikliği değil, aslında önderlik görevinin İsrailoğulları’ndan alınıp Hz. Muhammed’e (s.a.) inananlara verildiğinin ilânı idi.
Arapça “Ümmet-i Vasat” kelimesi başka bir dilde hiçbir kelimenin tam anlamını ifade edemeyeceği kadar geniş anlamlıdır. O, belirli sınırları aşmayan, orta yolu izleyen, diğer milletlere âdil davranan ve diğer milletlerle olan ilişkilerini hak ve adalete dayandıran doğru ve soylu bir toplumdur.
“Böylece biz sizi, insanlara şahit (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahit olsun” ayetinin anlamı:
Bütün insanların bir araya toplanacağı kıyamet gününde her peygamberden, kendisine vahyolunan Hakk’ı hiç gizlemeksizin söz ve fiil ile ümmete tebliğ ettiğini ispatlayacak deliller göstermesi istenecektir. Buna karşılık ümmetten de, peygamberden aldığı şekliyle Hakk’ı söz ve fiil ile diğer insanlara tebliğ etmek için elinden geleni yaptığını gösterir deliller istenecektir.
Şuna da dikkat edilmelidir ki Allah, önderlik şerefiyle, insanlar önünde Hakk’a şahitlik etme görevini aynı düzeyde tutmaktadır. Önderlik şerefli bir konum olmakla birlikte, yanında birçok şerefli sorumlulukları da getirmektedir. Bu görev peygamberin diğer insanlara şahitlik etmesi gibi, İslâm toplumunun diğer insanlar önünde hakkın, doğruluğun ve adaletin yaşayan şahitleri olmalarını ve hakkın, doğruluğun ve adaletin anlamını tüm dünyaya göstermelerini gerektirir.Bu görev sebebiyle hesaba çekilecek İslâm toplumuna çok büyük sorumluluk düşer. Nasıl Hz. Peygamber (s.a.) Allah’ın hidayetini tebliğ etmekle görevli idiyse, aynı şekilde müminler de hidayeti diğer insanlara tebliğ etmekle sorumludurlar. Eğer Allah huzurunda bu görevi ellerinden geldiğince iyi bir şekilde yerine getirdiklerini gösteremezlerse orada cezalandırılacaklardır. Eğer Hakk’ın şahitleri olarak görevlerinde en ufak bir gevşeklik göstermişlerse, kendi kötü amelleri ile birlikte kendi önderlikleri zamanında yayılan kötülüklerden de sorumlu tutulacaklardır. Kıyamet gününde Allah şöyle soracaktır: “Dünyayı kasıp kavuran sapıklık, zulüm ve günah salgınını gördüğünüzde onu engelemek için ne yaptınız?”
145. Kıblenin değiştirilmesi aynı zamanda gerçek müminlerle, önyargılarına tapanların ve ırkçıların ayırdedilmesini de sağlamıştı. Bir tarafta, kendi Kâbe’lerini bırakıp Mescid-i Aksa’yı kıble olarak kabul etmeye hazır olmayan Araplar vardı. İlk önce onlar denendi. Bu zorlu bir sınavdı, fakat samimi müminler geçtiler, kavmiyetçilik putuna tapanlar ise sınavı kaybettiler. Kıblenin, Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesiyle ise müslüman olan Yahudi ve Hıristiyanlar da deneniyordu. Atalarının kıblesinden başka bir kıble kabul etmek onlar için çok zordu. Bu şekilde İslâm’dan yüz çeviren ırkçılar Allah’ın gerçek kullarından ayırdedildi ve Hz. Peygamber’in (s.a.) yanında sadece gerçek müminler kaldı.