sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

GARİP YA DA YOLCU!

06.08.2019
712
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd, Âlemlerin Rabbi Rahman, Rahim, Aziz, Cebbar, Mütekebbir bizlere Kur’an ve Sünnet vasıtası ile kurtuluşun yolunu gösteren Allah azze ve celleye mahsustur. Salat ve Selam sevgili peygamberimiz örneğimiz, önderimiz olan Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v) e âline, ashabına ve onlara tabi olanların üzerine olsun…

Bu ayki yazımızda Allah nasip ederse Müslümanın dünya hayatında nasıl olması gerektiği hususunda ki Hadisi Şerif-i’n açılımını yapmaya çalışıcaz. Sizlerden yazıyı okurken aklınızdaki bütün meşguliyetleri atarak okumanızı rica ediyorum.

İbn Ömer’den (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘’Rasullullah (s.a.v), iki omuzumdan tuttu ve şöyle buyurdu: ‘’Dünyada garip (yabancı) biri veya bir yolcu gibi ol.’’ İbn Ömer şöyle derdi: ‘’Akşama ulaştığında sabahı bekleme, sabaha ulaştığında akşamı bekleme. Sağlığında, hastalığın için bir şeyler hazırla, hayatında da ölümün için bir şeyler hazırla.’’ (Buhari)

Bu hadis, dünyada kısa amelli olma konusunda önemli bir esastır. Mümin kimseye, dünyayı içerisinde huzur bulacağı bir vatan ve mesken olarak görmesi yaraşmaz. Onun dünyada yolculuk vaziyetinde olması yolculuk için gerekli şeyleri hazırlaması gerekir. Peygamberlerin ve onları izleyen kimselerin tavsiyesi bu noktada toplanmıştır. Allahu Teâlâ firavun ailesindeki mümin kimseni şöyle dediğini anlatır: ‘’Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.’’ (Mümin 39)

Ali b. Ebu Talip (r.a) şöyle derdi: ‘’Şüphesiz dünya arkasını dönüp gitti ahiret ise gelmektedir. Onlardan her birinin oğulları vardır. Siz ahiretin oğulları olun dünyanın oğullarından olmayın. Kuşkusuz bugün amel var hesap yok yarın ise hesap var amel yoktur.’’

Dünya mümin için ikamet yeri ve vatan olmadığından müminin dünyadaki halinin şu ikisinden biri olması gerekir: ya niyeti, vatanına dönmek için hazırlık yapan, gurbette ikamet eden bir yabancı gibi olur ya da hiçbir yerde ikamet etmeyen, gece gündüz ikamet edeceği topraklara doğru yürüyen bir yolcu gibi olur. İşte bunun için Peygamber Efendimiz (s.a.v) İbn Ömer’e dünyada iken bu iki halden birinde olmasını tavsiye etmiştir. Birincisine göre mümin kendisini ikameti hayal eden ancak gurbette bulunan dünyadaki bir yolcu gibi düşünmelidir. Onun kalbi gurbet diyarına bağlı değildir. Tam aksine kalbi, döneceği vatanına bağlıdır. Onun dünyada kalmasının nedeni vatanına dönmek için gerekli olan hazırlığı yapmaktır. Her ki dünyada böyle olursa onun amacı yurduna dönüşte kendisine fayda verecek olan şeyleri hazırlama yönünde olur. Aralarında yabancı bulunduğu belde halkı ile izzet yarışına girmez. Onlar yanında zelil olmaktan korkmaz. Hasanı Basri şöyle der: ‘’Mümin dünyada garip (yabancı) biri gibidir. Oradaki zilletten korkmaz. Ondaki izzet içinde yarışmaz. Onun kendine göre bir durumu, insanlarında kendine göre bir durumu vardır. ‘’

Hz. Âdem yaratılınca eşiyle birlikte cennete yerleştirildi. Sonra oradan dünyaya indirildi. Sonra ona ve soyundan Salih kişilere cennete tekrar dönecekleri vaat edildi. O halde mümin her zaman için ilk yurdunu özler. Bu yurt sevgisi de imandandır.

Hasanı Basri şöyle der: ‘’Bana ulaştığına göre Rasullullah (s.a.v) ashabına şöyle buyurdu:  ‘’Benim, sizin ve dünyanın örneği tozla kaplı bir çöle düşen ve ondan ne kadarını aştığını çoğunun mu yoksa azının mı kaldığını bilmeyen azıkları tükenmiş binekleri yorgun düşmüş çöl ortasında azıksız ve bineksiz düşüp kalmış ve helak olacaklarına iyice inanmış bir topluluğa benzer. İşte onlar bu haldeyken onların karşısına saçından su damlayan yeni elbiseli bir adam çıkageldi. Onlar ‘Şüphesiz bu olay (adamın çıkması) kasabaya çok az bir yol kaldığının haberidir. Bu adam mutlaka akın bir yerden gelmiştir.’ Dediler. Sonunda adam onlara ulaştı. Onlara: ‘Bu haliniz ne?’ diye sordu. Onlarda ‘Gördüğün gibi.’ Dediler. Adam ‘Sizi suya kandıracak ve yeşil bahçelerin bulunduğu yere götürecek olsam ne dersiniz?’ diye sorar. Onlar ‘Hiçbir konuda sana isyan etmeyiz.’ Derler. Adam ‘Bana isyan etmeyeceğinize Allah’a ahid ve söz veriyor musunuz?’ dedi. Bunun üzerine hiçbir konuda ona isyan etmeyeceklerine dair Allah adına ahid ve öz verdiler. Adam onları suya ve yeşilliklerle kaplı bahçelere götürdü. Orada Allah’ın dilediği kadar kaldılar. Sonra adam şöyle dedi ‘Ey topluluk yolculuk vakti!’. Onlar: ‘Nereye?’ diye sorarlar. Adam: ‘Suyu şu sizin suyunuz gibi olmayan bahçeleri şu bahçeleriniz gibi olmayan bir yere.’ Der. Toplulukta bulunanların çoğu şöyle der: ‘Vallahi, biz bunu buluncaya kadar böyle bir şeyin olabileceğini asla düşünmüyorduk. Biz bundan daha hayırlı bir hayatı ne yapalım?’. Onların arasında bulunan bir topluluk ki onlar azdır şöyle derler: ‘Siz, ona hiçbir konuda isyan etmeyeceğinize dair Allah adına ahid ve söz vermediniz mi? Üstelik o ilk sözünde doğruyu söylemişti Allah’a yemin olsun ki son sözünde de doğru söylemektedir.’ Derler. Adam kendisine tabi olanlarla birlikte oradan ayrılır. Diğerleri ise orada kalırlar. Nihayet düşman onların üzerine gelir bir kısmı esir düşer, bir kısmı da öldürülür.’’

Çünkü O (s.a.v) onlara geldiği sırada Araplar, insanların en zelili sayı bakımından en azı, dünya ve ahiret konusunda yaşam açısından en kötüleriydi. Rasullullah (s.a.v) onları kurtuluş yoluna girmeye çağırdı. Davetinin doğruluğuna dair delilleri onlara gösterdi. Tıpkı çölde, bekleyen adamın doğruluğunun ortaya çıktığı gibi. Çöldekilerin suyu tükenmiş binekleri ölmüştü. Derken başından su damlayan güzel bir elbise içinde bir adam çıkageldi. Onlara su ve yeşilliklerle kaplı bahçeleri gösterdi. Onlar da şekli ve duruşuyla söylediklerinin doğru olduğunu anladılar ve ona tabi oldular. Rasullullah (s.a.v) kendisine tabi olanlara, Fars ve Rum beldelerinin fethini ve onların hazinelerini ele geçireceklerini vaad etti. Onları buna kapılıp aldanmamaları ve bununla yetinmemeleri konusunda uyardı. Onlara dünyada mümkün olduğunca büyük bir ciddiyet ve çaba ile ahiret için çalışmalarını ve hazırlık yapmalarını emretti. Onlar kendilerine vaad edilen her şeyin gerçek olduğunu gördüler. Kendilerine vaad ettiği gibi dünyanın kapıları onlara açıldığında insanların çoğu dünyalık toplama, servet yığma ve bu konuda yarış yapmakla uğraştılar. Dünyada kalmaya ve arzularından faydalanmaya razı oldular. Büyük bir gayret ve çaba ile hazırlıkta bulunmaları emredilen ahiret için çalışmayı terk ettiler. İnsanların çok azı ahiret arzusu ve onun için ciddi olarak hazırlık yapma tavsiyesini kabul etti. İşte bu az sayıdaki topluluk kurtuldu, dünyada iken yolunu izledikleri tavsiyelerini kabul ettikleri ve emirlerini yerine getirdikleri Peygamberlerine ahirette kavuştular. İnsanların çoğunluğu ise dünya sarhoşluğuna ve dünyalık biriktirme yarışına devam etmektedir. Buda onları ahiretten alıkoyuyor, nihayet ölüm, onları bu gaflet içerisinde aniden yakalıyor ve kimi ölürken kimi de esir oluyor.

Yahya b. Muaz er-Razi ne güzel demiş: ‘’Dünya şeytanın şarabıdır. Kim onunla sarhoş olursa ancak ölülerin toplanma yerinde hüsrana uğrayanlarla beraber pişman bir halde ayılabilir.’’

Bizlerde bu dünya hayatında bir garip (yabancı) ya da yolcu gibi olabilmenin şuurunu idrak etmeliyiz. Tabi ki geç olmadan…..

Allah’a emanet olun.

                                                                                              Selam ve Dua ile..

Rabbim bizlere keskin idrak ve derin anlayış versin.

Rabbim Hakk’ı Hakk bilip Hakk’a sarılan, batılın batıl olduğunu bilip batıldan uzaklaşan  kullarından eylesin. (İnşallah)

“Orada ki duaları: “Allah’ım, Sen ne yücesindir” ve orada ki dirlik temennileri: “Selam’dır” dualarının sonuda: “Gerçekten, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” (Yunus 10)

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.