EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 49. VE 52. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
49- İsrailoğularına peygamber kılacak. (O da onlara şöyle diyecek:) “Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah’ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve stok ettiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır.”(45)
50- “(Ben,) Benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak(46) üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim..(47) Artık Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
51- “Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur.”(48)
52- Nitekim İsa, onlardan küfrü sezince, dedi ki:”Allah için bana yardım edecekler kimdir?” Havariler:(49) “Allah’ın yardımcıları biziz;(50) biz Allah’a inandık, bizim gerçekten müslümanlar olduğumuza şahid ol” dedi.
AÇIKLAMA
45. Yani, “Eğer siz inatçı değilseniz, bilâkis Hakk’ı (Gerçek) kabul etmek istiyorsanız, bu ayetler, sizi, benim bu evrenin Mutlak Hakimi ve Yaratıcısı olan Allah tarafından gönderildiğime ikna edecek kadar açıktır.”
46. “Bu da benim Allah tarafından gönderildiğime bir delildir. Eğer ben gerçekten peygamber olmasaydım, kendi dinimi icat eder ve bu mucizelerle sizi daha önceki imanınızdan yeni inanca döndürürdüm. Fakat ben asıl dinin yine aynı ve doğru olduğunu söylüyor ve benden önce gönderilen peygamberlerin getirdiklerini tasdik ediyorum.”
Hz. İsa’nın, Hz. Musa ve diğer peygamberler (Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun) tarafından getirilen dinin aynısını öğrettiği konusu bugünkü İnciller tarafından bile desteklenmektedir. Örneğin, Matta İncili’ne göre Hz. İsa (a.s.) dağ’da verdiği vaazda şöyle der: “Benim, kanunu ve peygambeleri yok etmeye geldiğimi düşünmeyin: Ben yok etmeye değil, tamamlamaya geldim” (5; 17) .
Hukukçu olan Ferisîlerden biri Hz. İsa’ya (a.s.) sordu: “Kanundaki en büyük emir nedir?” Hz. İsa (a.s.) şu cevabı verdi:
“Rabbin olan Allah’ı bütün kalbinle, bütün nefsinle ve bütün zihninle seveceksin. Bu ilk ve en büyük emirdir. İkincisi de buna benzer: Komşunu kendin gibi seveceksin. Bütün peygamberler ve kanun, bu iki emirde toplanır.” (Matta, 22;37-40) .
Başka bir fırsatta Hz. İsa (a.s) havarilerine şöyle dedi:
“Hâkimler ve Ferisîler Musa’nın yerinde oturuyorlar. Bu nedenle onlar her neyi emrederlerse, gözleyin ve yapın; fakat onların yaptıklarının peşinden gitmeyin; çünkü onlar söylediklerini yapmazlar” (Matta 23; 2-3)
47. Yani, “Ben cahil halkınızın bâtıl inançlarını, kanun adamlarınızın kılı kırk yaran tutumunu, zahitlerinizin aşırı sofuluğunu ve müslüman olmayanların hükmü altında Allah’ın kanunlarına yapılan kısıtlayıcı eklemeleri yürürlükten kaldırmak ve silmek için geldim. Ben size sadece Allah’ın helâl ve haram kıldığı şeyleri helâl ve haram yapacağım.”
48. Bu tüm diğer peygamberler gibi Hz. İsa’nın (a.s) da öğretilerini aşağıdaki üç esasa dayandırdığını gösterir:
1) İnsanların boyun eğip teslim olması gereken En Yüce Otorite, sadece Allah’tır. Ve tüm sosyal ve ahlâkî sistemler tamamen bunun üzerine bina edilmelidir.
2) Bu Yüce Gücün temsilcisi olarak bir peygambere de kayıtsız şartsız itaat edilmelidir.
3) Eşyayı haram-helâl ve temiz-pis diye sınıflandıran düzenlemeler ve kanunlar yapmak hakkı sadece Allah’ındır.
O halde Hz. İsa, Hz. Musa, Hz. Muhammed (s.a) ve tüm peygamberlerin (Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun) bir tek ve aynı görev ile geldiği açıktır. Peygamberlerin hepsinin farklı görevlerde ve farklı amaçları yerine getirmek için gönderildiklerini sanan kişiler, büyük bir yanılgı içindedirler. Evrenin mutlak Hâkim’i tarafından, O’nun kullarına elçi olarak gönderilen hiç kimsenin, insanların O’na asi ve O’ndan müstağni olmalarını önlemek ve herhangi bir şekilde otoritede Allah’ın yanısıra, O’na ortaklar edinmelerini yasaklamaktan başka bir görevi olmaz. Çünkü onlar, insanları Aziz olan Allah’a teslim olup, O’na itaat etmeye ve O’na bağlılığa ve sadece O’na ibadet etmeye davet etmek üzere gönderilmişlerdir.
Ne yazık ki şu anda elde bulunan İncillerden hiçbiri Kur’an-ı Kerim’deki gibi bu kadar açık ve kesin bir şekilde Hz. İsa’nın (a.s.) görevini anlatmamaktadır. Yine de bu kitaplarda bu üç ana esas, oraya buraya serpiştirilmiş halde bulunmaktadır. Örneğin, Hz. İsa’nın (a.s) tek bir Allah’a ibadete inandığı aşağıdaki bölümlerden açıkça anlaşılmaktadır:
1) “Rabbin olan Allah’a ibadet edecek ve yalnız O’na hizmet edeceksin” (Matta, 4: 10) .
2) Hz. İsa (a.s) sadece buna inanmakla kalmadı, bunu tüm etkinliklerinin nihaî gayesi kıldı ve nasıl tüm evren O’nun fiziksel kanunlarına boyun eğiyorsa, yeryüzündeki tüm insanları da o şekilde Allah’ın vahyî kanunlarına boyun eğdirmek için uğraştı.
“Melekutun gelsin. Senin mülkün (saltanatın) gökte olduğu gibi yerde de egemen olacak” (Matta, 6; 10) .
Hz. İsa’nın (a.s.) kendisini daima bir peygamber ve semavî mülkün bir temsilcisi olarak sunduğu ve insanları sadece bu alan içinde kendisine tâbi olmaya davet ettiğini bazı kendi sözleri de destekler. O,doğduğu yer olan Nasıra’da tebliğe başladığında, kendi halkı ve akrabaları O’na karşı çıktılar. Matta, Markos ve Luka İncillerine göre Hz. İsa (a.s.) şöyle dedi: “Hiçbir peygamber kendi ülkesinde kabul görmez.” Düşmanları Kudüs’te Onu öldürmek için bir komplo hazırlamaya başladığı ve insanlar Ona başka yerlere gitmesini tavsiye ettiğinde “Hiçbir peygamber Kudüs dışında ölmez” dedi. (Luka, 13;33) .
Hz. İsa (a.s.) son kez Kudüs’e girerken, havarileri: “Rab adına gelen Kral’a selam olsun” diye yüksek sesle saygı göstermeye başladılar. Ferisiler buna gücendiler ve Ondan havarilerini susturmasını istediler. O şu cevabı verdi:
“Size derim ki, eğer bunlar sussalar, birdenbire taşlar bağırmaya başlar.” (Luka, 19;38-40) .
Başka bir seferde de şöyle demiştir:
“Ey çalışanlar ve ağır yükü olanlar, bana gelin, sizi dinlendireyim. Benim boyunduruğumu alın ve beni anlayın; çünkü ben alçakgönüllü ve halim biriyim…. Benim işim kolay ve yüküm de hafif” (Matta 11: 28-30) . Bunun yanısıra Hz. İsa’nın (a.s.) insanların, insan yapısı kanunlara değil ilâhi kanunlara uymalarını istediği, Matta ve Markos İncillerindeki bir bölümden de anlaşılabilir. Bu bölümde Ferisiler, havarilerin neden eskilerin geleneğini bozarak ellerini yıkamadan yemek yediklerini sorduğunda Hz. İsa (a.s.) şu cevabı verdi: “İşaya (Kitab-ı Mukaddes’e göre Hz. İsa’dan (a.s.) önce 8. yüzyılda gelen peygamberlerden biri.-Çev.) sizin iki yüzlülüğünüzü önceden haber vermiştir. Bu insanlar beni ağızlarıyla destekliyorlar, fakat kalpleri benden uzaktır. Ne yazık ki onlar bana itaat etmiyor ve insanların emirlerini öğretiyorlar. Allah’ın emirlerini bir kenara bırakıp, testi ve çömlekleri yıkıyor ve benzeri insanların koyduğu görenekleri uyguluyorsunuz. Daha sonra onlara şöyle dedi: Pekâla, Allah’ın emirlerini terkedip kendi geleneklerinizi muhafaza edin bakalım! Hz. Musa (a.s.) anne babanıza iyi davranın; kim anne ve babaya kötü konuşursa mutlaka öldürülsün demişti. Siz anne-babasına karşı gelen bir adamı serbest bırakıyorsunuz. Babalarınızdan miras aldığınız gelenekler karşısında Allah’ın emirlerini hiçe sayıyorsunuz ve buna benzer daha birçok şeyler yapıyorsunuz. (Markos 7: 6-13) .
49. Arapça “havâri” kelimesi hemen hemen “ensar” kelimesi ile eş anlamlıdır. Kitab-ı Mukaddes’te bunlar “şakird” bazı yerlerde “ra-sûl” olarak adlandırıldılar. Hz. İsa (a.s.) diğer insanlara mesaj ulaştırmak gayesiyle onları görevlendirmiş, bu nedenle onlara bu ad verilmiştir; Allah onları kendi elçileri (apostles) olarak seçtiği için değil.
50. İslâm’ın ikamesine yardımcı olan kişiler Allah’ın yardımcıları olarak isimlendirilirler. Allah insanlara serbest irade vermiştir. İnsan ister isyan eder, ister itaat eder. Ancak ikna yoluyla insana itaat yolu açık bırakılmıştır. Çünkü O, serbestlik bahşettiği alanlarda insanlara isteklerini zorla kabul ettirmez. Bilâkis nasihat ve muhakeme yoluyla kabul ettirmek ister. İnsanları tavsiye ve nasihatla doğru yola ulaştırmak Allah’ın işi olduğundan Allah, İslâm’ı yaymak için güçlerinin son noktasına kadar çabalayanları “yardımcıları ve dostları” olarak adlandırır. Gerçekte bu, bir kulun ulaşabileceği en üst derecedir. Çünkü namaz kılarken, oruç tutarken ve bu gibi diğer ibadetleri yaparken insanın konumu sadece kul olmaktır. Fakat o, Allah’ın dininin yayılmasına çalıştığında, Allah’ın “dostu ve yardımcısı” olma gibi eşsiz ve yüce bir konuma yükselmektedir. Bu da bir insanın bu dünyada ruhî yücelme ile kazanabileceği en yüksek makamdır.