SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 35. VE 37. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
35- Hani,İmran’ın karısı `Rabbim, karnımdaki çocuğu, her türlü endişeden arınmış olarak sırf sana adadım, O’nu benden yana kabul buyur. Hiç ,kuşkusuz sen işiten ve bilensin’ dedi.
36- Fakat onu doğurunca Allah ne doğurduğunu gayet iyi bildiği halde şöyle dedi: `Rabbim, doğurduğum kız çocuğudur, oysa erkek kız gibi değildir. Ona Meryem adını taktım. O’nu ve soyunu lânetlenmiş şeytandan senin himayene havale ederim.
37 -Bunun üzerine Rabbi onu güzelce kabul etti. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi, bakımıyla Zekeriyya’yı görevlendirdi. Zekeriyya ne zaman o mabede girse çocuğun yanında yiyecek bulur ve `Ey Meryem bu sana nereden geldi’ diye sorardı. Meryem de: Allah tarafından geldi, hiç kuşkusuz Allah dilediğine hesapsız rızık verir’ derdi.
Adak kıssası, Meryem’in annesi olan İmran’ın karısının kalbindekini deşifre etmekte, gönlünü bayındır hale getiren iman ve sahip olduğu en değerli varlığıyla Rabbine yönelişini açığa çıkarmaktadır. Bu en değerli varlık karnında taşıdığı yavrusudur. İmran’ın karısı her çeşit bağ, her çeşit ortak koşma ve yüce Allah dışında hak sahibi olabilecek herkesten bağımsız bir samimiyet ve özgürce davranışla ifade edişi gerçekten anlamlıdır. Gerçek bağımsızlık ancak, bütünü ile Allah’a teslim olmak ve her kişi, varlık ve değere kulluk etmekten kurtulmakla elde edilebilir. Bu durumda insan tek Allah’a kulluk eder. Gerçek özgürlük budur işte… Bundan ötesi özgürlük gibi görünse de kölelikten başka bir anlam ifade etmez. Burada, Tevhid özgürlüğünün en ideal biçimi ortaya çıkmaktadır. İnsan kendi içinde, yaşama biçiminde, bu hayatta egemen bulunan konular, değer yargıları, kanunlar ve yasalarda Allah’tan başka birine herhangi bir şekilde boyun eğdiği sürece asla özgür olamaz. İnsanın hayatında; Allah’tan başkalarından alınma yasalar, değer sistemleri ve ölçüler yok edilmedikçe insan özgür olamaz. İslâm, Tevhid esasıyla insanın dünyasına özgürlüğün de biricik şeklini getirmiş oluyordu.
İmran’ın karısı, Rabbine adağını -ki bu onun ciğerparesiydi- kabul buyurması için tüm samimiyeti ile ifade edilen bu duası, tertemiz olarak Allah’a teslim oluşun, bütünü ile O’na yönelişin, O’nun onayını ve rızasını elde etmek dışında her çeşit bağdan özgür oluşun ve kurtuluşun ifadesidir:
“Hani İmran’ın karısı `Rabbim, karnımdaki çocuğu, her türlü endişeden arınmış olarak sırf sana adadım, onu benden yana kabul buyur. Hiç kuşkusuz sen işiten ve bilensin’ dedi.”
Fakat O bir kız doğuruyor, erkek doğurmuyor:
“Fakat O’nu doğurunca Allah ne doğurduğunu gayet iyi bildiği halde şöyle dedi; `Rabbim, doğurduğum kız çocuğudur, oysa erkek, kız gibi değildir. O’na Meryem adını taktım. O’nu ve soyunu lânetlenmiş şeytandan senin himayene havale ederim.”
Halbuki O, bir erkek çocuk bekliyordu. O gün tapınaklara erkek çocukların adanması dışında başka bir adama şekli yoktu. Adanan çocuklar Havralara hizmet ediyor, kendilerini ibadete ve Allah’a veriyorlardı. Fakat O kendi çocuğunun kız olduğunu görüyordu. Üzgün bir nağme ile Rabbine yöneldi: “Rabbim O’nu kız olarak doğurdum. Halbuki Allah O’nun ne doğurduğunu daha iyi biliyordu: ‘
Fakat yine o, gördüğünü Rabbine arz ediyordu. Bununla sanki adağını yerine getirecek erkek bir çocuğu olmadığından Allah’tan özür dilemek istiyordu.
Halbuki erkek, kadın gibi değildir. Bu alanda kadın erkeğin görevini yerine getiremezdi. “Rabbim ben O’na Meryem adını verdim.”
Bu söz bu şekliyle yakın bir yakarışın ifadesidir. Rabbi ile başbaşa olduğunun bilincinde olan, içini O’na dökmeye, ilerde yapmak istediklerini O’na açmaya ve sahip olduklarını doğrudan bir nezaket ile takdim etmeye çalışan bireyin niyazıdır. Allah tarafından seçilen kullar Rabblerine karşı bu hal üzere olurlar. Doğrudan sevgi ve yakınlık hali… Basit ifadeleri olmayan, zorlanarak söylenen cümlelerden de uzak, tabiî ifadelerle yakarma halini, kendine yakın, sevimli, duyan ve cevap veren biriyle konuştuğunun bilincinde olan kişinin niyazını simgelemektedir bu… “O’nu ve soyunu lânetlenmiş şeytandan senin himayene havale ederim.”
Bu son sözü hediyesini Rabbine sunduktan sonra söylüyor: O’nun koruması ve himayesine havale ediyor. O’nu ve soyunu taşlanmış şeytandan Allah’a sığındırıyor. Bu da samimi,gönülden gelen bir sözdür, samimi, gönülden gelen bir arzudur. Kızının Allah tarafından,kovulmuş şeytanın kötülüklerinden korunmasından daha güzel bir hal düşünemiyor.
Rabbi O’nu güzel bir kabul ile karşıladı. Veya O’nu güzel bir şekilde yetiştirdi.
Annenin kalbini şenlendiren bu samimiyetin ve adaktaki mükemmel teslimiyetin mükafatı olarak… O’nu da ruhun üfürülüşünü ve Allah’ın sözünü taşıyabilecek ve insanın normal doğumuna aykırı biçimde İsa’yı doğurabilecek bir nitelikte geliştirmiş olarak…
“Zekeriyya O’nu, himayesine aldı”
Yani Meryem’in ihtiyaçlarım karşılamayı ve O’nu korumayı Zekeriyya üstlendi. Zekeriyya yahudi havrasının başkanıydı. Havranın hizmeti kendilerine geçmiş bulunan Harun’un (selâm üzerine olsun) soyundandır. Meryem bolluk ve bereket içinde yetişti. Allah lütuf ve kereminden bereket olarak O’na rızkını veriyordu:
“Bunun üzerine Rabbi O’nu güzelce kabul etti, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi; bakımı ile Zekeriyya’yı görevlendirdi. Zekeriyya ne zaman o mabede girse çocuğun yanında yiyecek bulur ve `Ey Meryem, bu sana nereden geldi?’ diye sorardı. Meryem de `Allah tarafından geldi. Hiç kuşkusuz Allah dilediğine hesapsız rızık verir’ derdi.”
Biz bu rızkın nitelikleri hakkında pek çok rivayetin ayrıntılarına girmeyeceğiz. O’nun mübarek olduğunu, etrafında bolluğun yayılıp taştığını ve rızık olarak adlandırılan her nesnenin bollaştığını bilmemiz yeterli olacaktır. Öyle ki O’nun geçimini üstlenen kişi -bir peygamber olmasına rağmen- bu rızık bolluğuna hayret etmekte ve O’na bunların hepsi nasıl ve nereden geliyor diye sormaktadır. O ise müminin samimiyeti ve alçak gönüllülüğü ile Allah’ın nimeti ve bereketini dile getiriyor ve her işin dizginini O’na havale ediyor. “Ve O Allah katındadır. Hiç kuşkusuz Allah dilediğine hesapsız rızık verir!”
Bu, müminin Rabbi ile durumunu belirten bir sözdür. Kendisi ile Allah arasındaki sırrı korumayı, bu sırdan söz ederken alçak gönüllü olmayı dile getiriyor. Onunla övünüp başkasına üstünlük taslamayı değil…
Allah’ın elçisi Zekeriyya’nın bile hayret etmesine neden olan bu alışılmamış olayı dile getirmekle ondan sonra gelecek olan Yahya’nın ve İsa’nın doğuşunda görülen akıl almaz olaylara bir giriş yapılmıştır.
ALLAH’IN KUDRETİ
Bu esnada hiç çocuğu olmayan Zekeriyya’nın iç dünyası harekete geçiyor. İnsanın içindeki güçlü fıtri çocuk arzusu varlığını devam ettirme, ardında birilerini bırakma arzusu… Kendilerini ibadete ve basit bir hayata adayan, kendilerini kulluğa ve Havra’ya hizmete bağışlayan gönüllerde bile tamamıyla yok edilemeyen istek… Bu, insanların hayatlarım sürdürmeleri ve onu daha ileriye götürmelerinde yüce bir hikmetten dolayı Allah’ın insanları ona göre yarattığı fıtratın yapısından gelen bir istektir.