İSLAM HUKUKU VE BEŞERİ KANUNLAR ARASINDAKİ FARK
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hikmetlerinin emsalsizliği akılları mağlup eden, delillerinin inceliği düşünceleri yenen, sanatındaki dehşet ve harikası inkârcılara mazeret bırakmayan ve delillerinin dilleri kâinatın kulaklarına ‘’ Allahtan başka hiç bir ilah yoktur’’ diye haykıran Allah’a hamdolsun. Salat ve selam da Efendimiz, Önderimiz ve Rehberimiz olan Hz. Muhammed(sav) ‘e, a’line, ashabına ve onun izinden giden ümmetine olsun.
İslâm hukukçuları emniyet suçlarıyla, kabahatler ve idari hatalarla cinayetleri, bugünkü modern hukukçuların ayırdığı gibi, bir ayırıma tâbi tutmamışlardır. Bunun sebebi, bir taraftan İslâm hukukundaki cezaların mahiyetiyle, diğer taraftan da adâletin gerçekleşmesiyle ilgilidir. İslâm hukukundaki suçlar ya had ya kısas veya ta’zir cezalarını gerektirici fiillerdir. İdari hatalardan, emniyet tedbirlerinden kaynaklanan suçlar had veya kısas suçlarından sayılır. Eğer bir idari yanılgı sonucu meydana gelen fiil had veya kısasla cezalandırılacak bir cürüm meydana getirdiyse, bu suç böyle bir ceza ile cezalandırılır. Suçlu kişi, sebep olduğu cürmünden dolayı sorguya çekilir ve had veya kısas cezalarından birisiyle cezalandırılırsa, artık idari mahiyetteki veya emniyet tedbiri mahiyetindeki bir ceza ile cezalandırılmasına gidilmez. Bu yönden de bir daha yargılanması yapılmaz. Çünkü bu tür terbiyevi cezalar ta’zir cezaları mahiyetinde olup, daha ağır ceza olan had veya kısasla birlikte uygulanmaz. Zira İslâm hukukunda en şiddetli cezalar olan had veya kısas cezaları, suçlunun bir daha suç işlemekten alıkonulması ve ıslahı için ta’zir cezasından daha yeterlidir, maksadı daha çabuk gerçekleştiricidir.
Eğer suçlu kişi, memur ise ve suçu sübut bulursa, görevine son verilebilir, veya görevine devamı durdurulabilir. Bu müeyyideler onun için birer ta’zir cezası değildir. Göreve son vermek veya devamını durdurmak birer ceza değil, suçlunun görevini kötüye kullanması sebebiyle devam yetkisinin, niteliğinin kaybolmasıdır denilebilir. Çünkü esasen suçlu kişiler artık resmi görevde bulunamazlar. Suçlu olmayan kişi vazife başına getirilmiş, fakat sonra suç işlediğinden görevi yapma yetki ve yeteneğini kaybetmiştir.
Memurun suçu, had veya kısası gerektiren cinsten değilse, o zaman fiilinin müeyyidesi ta’zirdir. Çünkü İslâm hukuku, hükümlerinin verdiği yetkiye göre, kanun koyucunun yasakladığı ve İslâm’da mevcut kısas ve had cezalarının dışında kalan her ceza ta’zir cezalarını teşkil eder. İşlenilen suç ta’zir cezasını gerektiren cinsten ise, bu suç fiili ağır cürümlerin tâbi tutulduğu yargılama usulüne tabi değildir. Zira kınama, ihtar, göreve son verme vb. gibi te’dibi, idari mahiyetteki cezaların hepsi ta’zir cezalarındandır. Buna göre, bir memur önce cürümden, sonra da ta’ziri gerektiren kabahatten ötürü yargılanırsa, her bir fiilinden dolayı ayrıca idari mahiyette bir ceza ile cezalandırılmış olmaktadır. Sonuç itibarıyla ta’zir cezasını gerektiren bir fiil için suçlu kişi iki defa yargılanmıştır. Önce cinayetten, sonra da kabahatten ötürü iki kez sorguya çekilmiştir, iki kez canlandırılmıştır. Böyle bir durumu İslâm hukuku prensipleri kabul etmemektedir; genel hüküm ve amaçlarına aykırıdır. Çünkü bir fiil için insanın iki defa cezalandırılmaması İslâm hukukunda genel bir kuraldır. Şu durumda cezanın ıslah edici sayılışına engel oluşturan şey, fiilin ağır suç sayılmasıdır. Emniyet tedbirleri ve idari suçlarda, suçları yargılayan mahkemenin fiile takdir ettiği ceza, ceza mahkemesinde verilebilen cezanın aynısıdır. Yani bir fiilden dolayı kişiyi iki kez yargılamaya mâni şey, fiil ile cezası arasındaki uygunluktur.
Bu cezayı da emniyet veya idari mahkeme vermiştir.
İslâm hukukunda emniyet tedbiri mahiyetindeki suçların varlığını engelleyen sebepler, modern hukuk sistemlerinde değişik bir biçimde vardır. Şöyle ki, modern hukukta esas itibarıyla ağır suçların cezaları, kabahat suçlarıyla idari suçların cezalarından gayet açık bir şekilde farklılık gösterir. İdari mahiyetteki suçların kendisi ve cezaları, ceza kanunları hükümleri arasında yer almaz. Bundan dolayı sanki iki fiil ve iki cezası söz konusudur. Fiili, aynı zamanda disiplin suçunu da oluşturuyorsa, suçlu kişinin o fili için iki defa muhakeme edilmesi gerekmektedir. İki cezadan birisinin verilmesi diğerinin de verilmesini engellemediği gibi, iki mahkemeden birisinde verilen beraat kararı, ikinci mahkemenin seyrini, davanın orada görülmeye devamını durdurmamaktadır. Bunun sebebini şöyle açıklıyorlar: Disiplin davası ile meslek ve vazifenin himayesi, ceza ile ilgili davada ise toplumun himayesi, korunması amaçlanır.
Hiç şüphesiz bu durumu ile İslâm hukuku usulü bir kişinin aynı fiil için iki defa yargılanmasını yasaklayan en yeni teşrii kurallara, yasama faaliyetlerine uymakta, akıl ve mantıkça bugün daha çok desteklenmektedir. Bu tür bir yargılama anlayışı işleri uzatmamakta, mahkemelerin işini son derecede azaltmaktadır. Aynı zamanda, sanığa isnat olunan suça ve kişiliğine uygun ceza veya cezaların verilmesine gayet uygun düşmektedir.(7)
Yazdıklarımızın doğrusu İslam’ın hatası ise bizimdir. Allah(c.c.) Hakkı hak bilip Hakka sarılan, Batılı batıl bilip batıldan uzaklaşanlardan eylesin. Âmin.
KÛLÛ LA İLAHE İLLALLAH, TUFLİHÛ! (La ilahe illallah deyiniz, kurtulunuz! )
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN
7) İnzibâti cezaları gerektiren fiiller ve suç hakkında modern hukuktaki görüşler için, bak: Dönmezer-
Erman; Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, c.1/316 vd. İstanbul 1959 (m).