EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 41. VE 43. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
41- Ey Peygamber, kalpleri inandığı halde ağızlarıyla “inandık” diyenlerle Yahudiler’den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar,(62) sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar) dır.(63) Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar,(64) “Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının”(65) -(66) derler. Allah, kimin fitne(ye düşme) sini isterse, artık onun için sen Allah’tan hiç bir şeye malik olamazsın.(67) İşte onlar, Allah’ın kalplerini arıtmak istemedikleridir.(68) Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette de onlar için büyük bir azab vardır.
42- Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir.(69) Sana gelirlerse aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiç bir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen de adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.(70)
43- Allah’ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında olduğu halde, seni nasıl hakem kılıyorlar ve sonra bunun peşinden yüz çeviriyorlar?(71) İşte onlar, inanmış olanlar değildir.
AÇIKLAMA
62. Burada İslâm’ın ıslah edici çabaları karşısında cahilî durumu korumak için tüm zihinsel enerji ve güçlerini harcayan kişilere değinilmektedir. Bunlar Hz. Peygamber’in (s.a) aleyhinde her türlü bağnazca tuzaklar kuruyorlar, bilerek gerçeği saptırıyorlar; Hz. Peygamber (s.a) hiç kişisel çıkar gözetmeden insanlığın ve kendilerinin iyiliği için çalışmasına rağmen yalan, hile, aldatma ve benzer şeylerle O’nu kutsal görevinde başarısızlığa uğratmak için ellerinden gelen kötülüğü yapıyorlardı. Tabiî olarak bu alçak ve soysuz adamların, asil görevini yerine getirmemesi için bayağı taktiklere başvurmaları Hz. Peygamber’i (s.a) üzüyordu. Allah burada şüphesiz, O’na “Bu üzüntüyü bırak” demek istemiyor; Rasûlünü bu şerli düzenleri nedeniyle cesaretinin kırılmaması için teselli ediyor ve kendilerinden başka türlü davranmaları beklenemeyecek kişilerin ıslahı yolunda çalışmasını sabırla sürdürmesi için öğüt veriyor.
63. Burada iki anlam yatmaktadır:
1) Bu kişiler şehvetlerinin, hevalarının tutsağıdırlar. İlgileri Hakk’a değil, yalnızca Bâtıl’a yöneliktir. Bâtıl’a olan iştahlarını yalnızca yalanlar doyurduğu için, ancak arzuyla yalana kulak vermektedirler.
2) Kendilerini yaralamak için haklarında yalan haberler yayma amacıyla Hz. Peygamber (s.a) ve müslümanların toplantılarına katılmaktadırlar.
64. Burada iki anlam yatmaktadır.
1) İslâm düşmanlarının yararına bir takım gizli bilgiler edinebilmek için Hz. Peygamber (s.a) toplantılarına ve müslümanların toplantılarına casus olarak gelmektedirler.
2) Hz. Peygamberle (s.a) ve müslümanlarla doğrudan bağlantı kurma fırsatı bulamayanlar arasında yanlış anlamlara meydan vermek için Hz. Peygamber (s.a) ve bağlıları aleyhinde sahte suçlama ve iftiralarda bulunmak amacıyla malzeme toplayabilsinler diye düşmanca niyetlerle gelmektedirler.
65. Tevrat’ın kelimelerini yerlerinden çıkarmak ve hevaları doğrultusunda anlamlarını değiştirmekte tereddüt etmeyen bu adamların davranışları karşısında cesaretinin ve şevkinin kırılmaması için Allah Hz. Peygamber’i (s.a) teselli ediyor.
66. Yani, “Yahudi bilginleri okuma-yazma bilmeyen Yahudilere, Hz. Peygamber’in (s.a) öğretileri kendilerinkilerle uyuşursa kabul etmelerini, aksi takdirde reddetmelerini söylemektedirler.”
67. Allah kötü eğilimler taşıyan bir kişiyi, acaba içinde iyilikten bir eser kalmış mı kalmamış mı diye önüne bir takım iğva edici şeyler koyarak denemektedir. Eğer o kişide iyilikten hiç bir iz kalmamışsa, önüne konan her şeyi bir ‘fırsat’ bilir ve içindeki kötülük kendisine baskın gelerek, onu her türlü iğva edici şeyin basit bir yemi haline getirir. Böylesi bozulmuş bir durumda, artık bu adamı sapıklıktan kurtarmak iyi niyetli herhangi bir kişinin gücü dışındadır. Bu bağlamda, bireylerin ve toplumların Allah tarafından imtihan edildiklerini (fitneye düşürüldüklerini) belirtmeliyiz.
68. Kendisini arındırmak istemediği için, Allah böyle bir kişiyi arındırmaz. Eğer insan arınmak isterse ve bu yolda çalışırsa, onu bundan yoksun bırakmak Allah’ın sünnetinden değildir. Allah ancak kendisini arındırmak niyetinde olmayan kişiyi arındırmak istemez.
69. Burada özellikle kendilerinden rüşvet aldıkları ve gayri meşru kazanç bekledikleri kişiler lehine yalan şahitliği kabul edip, haksızca karar veren Yahudi yargıç ve fakihlerine işaret edilmektedir.
70. O zaman Yahudiler iç işlerinde serbesttiler ve aralarındaki davalarda, henüz İslâm Devleti’nin uyruğu olmayıp, yalnızca onunla anlaşma içinde bulunduklarından, kendi kanunlarına göre, kendi yargıçları karar verirlerdi.
Bu bakımdan davalarını Hz. Peygamber’e (s.a) ve O’nun atadığı yargıçlara getirmek zorunda değildiler. Ne ki, kendi kanunlarına göre verilecek hüküm işlerine gelmediği zaman, belki daha lehlerine bir hüküm ortaya çıkar ümidiyle Hz. Peygamber’e (s.a) gelirlerdi.
Burada, Hayber Yahudilerinden saygıdeğer ailelere ait bir kadınla bir erkek arasındaki gayri meşru ilişkinin neden olduğu bir davaya değinilmektedir. Tevrat’a göre (Tesniye: 22:23-24) ikisinin de cezası ‘recm’di. Yahudiler bu cezayı vermek istemediklerinden, davayı Hz. Peygamber’e (s.a) getirmeye ve recmden başka ceza verirse hükmü kabul etmeye karar verdiler. Hz. Peygamber (s.a) davayı dinleyince, recm edilmelerine hükmetti; fakat Yahudiler reddettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) kendilerine cezanın Tevrat’ta ne olduğunu sordu. “Suçluları kamçılamak, yüzlerini siyaha boyamak ve bir eşeğe bindirilmektir.” dediler. Hz. Peygamber (s.a) zina eden evli bir çiftin cezasının gerçekten dedikleri gibi olup olmadığına dair yemin etmelerini istedi. Biri dışında hepsi yemin etti. Ses çıkarmayan, bizzat Yahudilerce Tevrat’ın en büyük âlimi sayılan İbn Sürya idi. Hz. Peygamber (s.a) ona dönerek: “Kavmini Firavun’dan kurtaran ve Tur’da size Kanun’u veren Allah’a yeminle, Tevrat’ta zinaya verilen cezanın gerçekten bunların dediği gibi olup olmadığını söylemeni istiyorum senden” dedi. İbn Sürya şöyle cevap verdi: “Bana böylesine ağır bir yemin vermeseydin, zina cezasının, suçluları recmetmek olduğunu asla itiraf etmeyecektim. Gerçek şu ki, zina edenler içimizden büyük kabul edilen kişiler olduğunda, yargıçlarımız suçlularımızı salıverirlerdi. Fakat, bu haksızlak halk arasında büyük hoşnutsuzluğa yol açınca Kanun’da değişiklik yaptık ve şimdi suçluları recmetmek yerine kamçılıyor ve yüzlerini siyaha boyayıp, bir eşeğe bindiriyoruz.” Bunun üzerine Yahudilerin yapacağı bir şey kalmadı ve suçlular Hz. Peygamber’in (s.a) emriyle recmedildiler.
71. Bu ayette, Allah dine dayanarak Arabistan’da otorite sağlayan bu ‘dini cemaat’in samimiyetsizliğini bütünüyle açığa vurmaktadır. Allah’ın kitabı olarak inandıkları Kitab’ı arkalarına atıp, davalarını Peygamber olduğuna inanmadıkları Hz. Peygamber’e (s.a) getirmekle, Kitab’a olan imanlarının, boş olduğunu göstermişlerdir. Yine göstermişlerdir ki, onlar hevalarından başka hiçbir şeye samimi olarak inanmamaktadırlar. Hükmü, hevalarına aykırı düştüğü için Allah’ın Kitab’ı olarak inandıkları Kitab’ı arkalarına atmışlar ve hevalarına uygun gelecek bir hüküm verir ümidiyle, sahte peygamber olarak kabul ettikleri bir kişiye başvurmuşlardır.