EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 118. VE 125. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
118- Eğer onun ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerinde yalnızca Allah’ın ismi anılanlardan yiyin.(84)
119- Ne oluyor ki size, kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız dışında, O size haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamışken, üzerinde Allah’ın ismi anılan şeyleri yemiyorsunuz?(85) Gerçekten çoğu, bir ilim olmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larıyla (kimilerini) saptırıyorlar. Şüphesiz, senin Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir.
120- Günahın açıkta olanını da, gizlisini de terkedin. Çünkü günahı kazananlar, yüklenegeldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir.
121- Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu bir fısk’tır (yoldan çıkıştır) . Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar.(86) Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz.(87)
AÇIKLAMA
84. Halkın herhangi bir ilâhî hüküm olmadan dinî kanunlar olarak benimsediği çok sayıdaki yanlışlardan biri de, yiyecek maddeleri üzerine getirdikleri sınırlamalardır. Bu nedenle de, Allah’ın haram kıldığı bazı şeyleri helâl, helâl kıldığı bazı şeyleri de haram yapmışlardır. Bu bağlamda, önceki halklardan bazılarının üzerinde ısrar ettiği ve aynı şekilde bazı günümüz insanlarının da önemle üzerinde durduğu en saçma şeylerden birisi, Allah’ın adı anılmadan kesilenin helâl, Allah’ın adı anılarak kesilenin ise haram olduğu inancıdır. Bu ayette Allah bu tür düşünceleri reddetmekte ve müslümanlara kâfirlerle müşriklerin uydurduğu tüm bu vehim ve batıl inançları bırakıp eğer gerçekten iman etmişlerse, halkın Allah’ın hidayeti’ne karşı getirmiş bulunduğu böylesi tüm sınırlamaları kaldırmalarını emretmektedir. Kısaca, müslümanlar ancak Allah’ın helâl kıldığını helâl, haram kıldığını haram tanımalıdırlar.
85. Lütfen bkz. Nahl: 114-116. Bu gönderi Nahl suresinin En’am suresinden önce indirildiğini de gösterir.
86. Burada, Yahudi bilginlerinin İslâm karşısında Cahiliyye Araplarının zihinlerini zehirlemek için kullandıkları değişik şüphe ve karşı çıkış türlerine değinilmektedir. Hz. Abdullah İbn Abbas’dan gelen bir rivayete göre, Yahudilerin Hz. Muhammed’e (s.a) karşı öğrettikleri çıkış yollarından biri şuydu: “Allah’ın (tabiî ölümle) öldürdüğü haram oluyor da, bizim (Allah’ın adını anarak) öldürdüğümüz (boğazladığımız) nasıl helâl oluyor?” Ehl-i kitabın çarpık tutumları bu türdendi işte. Halkın zihnini zehirlemek ve gerçek’le savaşlarında onları silâhlandırmak için böylesi sorular icat ediyor ve kendilerine sunuyorlardı.
87. Allah’ın ilâhlığını kabul etmekle birlikte Allah’tan yüz çevirenlerin yollarını ve buyruklarını izlemek de şirktir. Allah’ın birliğini kabul etmek, hayatın tüm yönlerinde Allah’a itaat etmektir. Allah’ın yanısıra bir başka kişiye daha itaat edilmesi gerektiğine inanan bir kimse akide açısından şirke düşmüştür. Haram ve helâl kılma yetkisini kendisinde gören böylesi kişilere Allah’ın yol göstericiliğini hiçe sayarak itaat eden bir kimse ise şirke amelî açıdan girmiş olur.
Şimdi, sure içinde 118-121. ayetlerin konumuna bakalım. Önceki ayetlerde (116-117) müslümanlar Hz. Peygamber (s.a.) vasıtasıyla, zanna ve kaprislere dayalı yanlış yollarını izleyip propaganda ederek başkalarını da saptıranlara karşı korunmaları için uyarılmıştı. Burada ise, tam yeri gelmişken, bu soyut talimatı somut biçimde açıklığa kavuşturmak için aynı şey örneklenerek tekrarlanmaktadır.
122- Ölü iken kendisini dirilttiğimiz(88) ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp(89) oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir.(90)
123- Böylece biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkârları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar.
124- Onlara ne zaman bir ayet gelse, derler ki: “Allah’ın elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilene kadar biz kesin olarak inanmayacağız.”(91) Allah, elçiliğini nereye vereceğini daha iyi bilir. Bu, suçlu-günahkârlara, kurdukları hileli-düzenleri nedeniyle şiddetli bir azab ve Allah katında bir küçüklük isabet edecektir.
125- Allah, kimi hidayete eriştirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar;(92) kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü, -sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.
AÇIKLAMA
88. Burada “…Ölüyken” ifadesi, “cehalet ve anlayış yokluğu içindeyken, “hayat verdiğimiz” ifadesi ise, “bilgi ve anlayış verip, gerçeği tanıyabilecek zihin düzeyine çıkardığımız” anlamındadır. Gerçekten doğruyu eğriden ayıramayan ve Doğru Yol’u bilmeyen fiziksel açıdan canlı kabul edilebilirse de aslında O, kendisini gerçekten insan yapacak ‘hayat’tan yoksundur. Yaşayan bir insan değil, ancak yaşayan bir hayvandır. Yaşayan (hayat sahibi) insan ise, ancak doğruyu eğriden, iyiyi kötüden, haklıyı haksızdan ayırabilendir.
89. Yani, “Hayat hakkında gerçek anlayışa ulaşmış ve bilginin ışığıyla sayısız eğri yolların arasında Doğru Yol’u tanıyabilen bir kişinin, anlayıştan yoksun ve cehalet karanlıklarında körlüğünden dolayı düşe kalka gidenler gibi bir hayat yaşamasını nasıl beklersiniz?”
90. Kendilerine sunulan ışığın yol göstericiliğine tabi olmayı reddedip, Doğru Yol’a çağrıldıkları halde eğri yollarda yürümeyi tercih edenlere yaptıklarını güzel göstermesi Allah’ın Kanunu’dur. Böyle kişiler zamanla karanlığı sevmeye başlar ve karanlıklar içinde körler gibi el yordamıyla yürümekten ve hayatları boyunca sürüklenip gitmekten hoşlanır hale gelirler. Aynı şekilde, her kötü şey kendilerine sevmeye ve yapmaya değer, her gülünçlük de bir hikmet parıltısı olarak görünür. Şer üreten meşguliyet ve denemelerinde başarısızlığa uğradıktan sonra, ilk başarısızlığın, gelecekteki denemelerde kaçınılması gereken ‘arizî’ bir hatadan kaynaklandığı düşüncesiyle yeni bir deneye girişirler.
91. Yani şöyle demek istiyorlardı: “Rasûllerin bir meleğin kendilerine Allah’tan Mesaj getirdiği iddialarına, aynı melek Allah’ın Mesajını doğrudan bize iletmek için gelmedikçe inanmayız.”
92. “Allah göğsünü İslâm’a açar” ifadesi, “Allah zihninden ve kalbinden İslâm hakkındaki her tür kuşku, tereddüt ve kararsızlığı gidererek, kendisini İslâm gerçeği konusunda iyice ikna eder” demektir.