sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 66. VE 68. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 66. VE 68. AYETLER ARASI
03.01.2020
949
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

66- Eğer onlara “canlarınızı feda ediniz ” ya da “yurtlarınızdan çıkınız ” diye emretmiş olsaydık, pek azı dışında, bunları yapamazlardı. Oysa eğer onlar kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, bu haklarında hayırlı ve güvenceli bir tutum olurdu.

67- O zaman onlara tarafımızdan büyük bir mükäfat verirdik.

68- Kendilerini kesinlikle doğru yola iletirdik.

Bu sistem, her normal yaratılışlı, sağlıklı fıtratlı insanın üstesinden gelebileceği derecede kolaydır. Normal olarak çok az kimsede bulunan olağanüstü, süper gayretlerin varlığını gerektirmez. Bu din böylesine küçük bir azınlığa gelmedi, bütün insanlara geldi. İnsanlar yükümlülüklerini yerine getirebilme açısından farklı madenler, değişik renkler gibidirler. Farklı dereceli zümreler oluştururlar. Oysa bu din tümüne kendilerinden istenen görevleri yapma ve sakındırıldıkları günahlardan uzak kalabilme imkânını tanımaktadır.

Okuduğumuz ayetlerin ilkinde sözü edilen “cana kıyma” ve “yurttan çıkma” eylemleri iki ağır yükümlülük örneğidir. Eğer yüce Allah insanlara bu yükümlülükleri emretseydi, pek az kimse dışında onları yapabilen bulunmazdı. Bunlar emredilmedi. Çünkü yükümlülüklerin amacı insanların ezici çoğunluğunun gücünü aşmak, ezici çoğunluğu cendereye sokmak değildir. Tersine ilâhi sistemin amacı yükümlülüklerini herkesin yerine getirmesi, herkesin onların gereğini yapabilmesi normal ve ruhen sağlıklı herkesin iman kervanına katılmasıdır. Fakat bu kalabalık, geniş kapsamlı ve uzun konvoylu İslâm ümmeti kervanının ilerleyiş süreci boyunca farklı vicdanları, farklı gayretleri, farklı yeteneklerin hakkettikleri yerleri alma ve bu farklı zümreler ümmeti, bir bütün olarak yetiştirip ilerletmeleridirler.

Nitekim İbn-i Cureycin, Musenna İshak Ebu Ezher yolu ile İsmail’e dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Ebu İshak Subeyî şöyle diyor “Eğer onlara `canlarınıza kıyınız…” diye başlayan ayet inince arkadaşlarımızdan biri `Eğer bize böyle bir emir verilseydi, onu yerine getirirdik. Bizi böyle bir yükümlülükten muaf tutan Allah’a hamdolsun’ dedi. Bu söz Peygamberimizin kulağına varınca O, şöyle buyurdu:

“Benim ümmetim içinde öyleleri var ki, kalplerindeki iman yalçın dağlardan bile daha sarsılmazdır.”

Bu arada İbn-i Ebu Hatem’in, Musab b. Sabit’e dayanarak bildirdiğine göre Musab’ın amcası Amr b. Abdullah b. Zübeyr şöyle diyor; “Eğer onlara canlarınızı feda ediniz! ya da `yurtlarınızdan çıkınız’ diye emretmiş olsaydık, pek azı dışında, bunları yapmazlardı” ayeti inince Peygamberimiz “Eğer böyle bir emir gelseydi, Abdullah b. Revaha bu emri yerine getirenlerden biri olurdu” buyurdu.

Yine İbn-i Ebu Hatem’in -halkalarını saydığı bir rivayet zincirine dayanarak- bildirdiğine göre sahabilerden Şurayh b. Ubeyd diyor ki; “Peygamberimiz `Eğer onlara canlarınızı feda ediniz diye emretmiş olsaydık…’ diye başlayan ayeti okuyunca eli ile Abdullah b. Revaha’yı göstererek `Eğer Allah bu yükümlülüğü emretseydi, bu adam onu yerine getiren azınlık içinde yer alırdı.” buyurdu.

Peygamberimiz adamlarını son derece sağlam, derinlikli ve net bilgilerle tanıyordu. Her birinin özelliklerini, kendilerinden bile daha iyi biliyordu. Peygamberimiz dönemi tarihinde (sirette) O’nun kendi adamlarını, bunun yanısıra savaştığı kimseleri ve kabileleri, uzmanlık derecesine varan bir bilgi ile tanıdığını gösteren birçok örnek vardır. Çevresinin şartlarını ve insanlarını şaşılacak bir duyarlılıkla gözetleyen üstün yetenekli bir komutanın bilgisidir bu. Bu konu henüz gerektiği gibi incelenmiş değildir.

Şimdi konumuz bu değil. Şimdiki konumuz Peygamberimizin eğer ağır yükümlülükler emredilseydi, ümmetinin içinde bunların üstesinden gelebilecek olanların bulunduğunu bildiği idi. Fakat Peygamberimiz bunun yanısıra şu dinin sırf bu küçük insan azınlığı için gelmediğini de biliyordu. Yüce Allah bizzat yarattığı bu insanın yapısını ve gücünün sınırlarını biliyordu. Bundan dolayı bütün insanlar için gelişmiş o:an bu dinde iyi niyetli, normal yaratılışlı, sağlıklı fıtratlı, amacı Allah’a itaat etmek olan, küstah ve umursamaz olmayan herkesin kolaylıkla yapabileceği görevleri emretti.

Bu gerçeği vurgulamak insanı çözülmeye, hayvanlık düzeyine inmeye ve pislik böceği gibi çamurda debelenmeye çağıran yıkıcı yaygaralara karşı koymak açısından özellikle önem taşır. Bu yaygaraların iddiasına göre insanın “realite”si, karakteristik yapısı, yaratılışı ve kapasitesi budur. Din “idealist” bir çağrıdır, o şu dünya pratiği içinde gerçekleşmek için gelmedi, onun yükümlülüklerini bir kişi yapabilirse yapamayan yüz kişi vardır.

Bu iddia yalandır, bir; aldatıcıdır, iki; cahilcedir, üç. Çünkü bu iddia, insanı yaratan ve ona bu dinin yükümlülüklerini emreden yüce Allah’ın bildiği, tanıdığı gibi insanı bilip tanıma imkânından yoksundur. Yüce Allah bu kapsamlı bilgisi ile bu yükümlülüklerin sıradan insanın kapasitesini, gücünün sınırlarını zorlamadıklarını biliyor. Çünkü bu din, seçkin bir azınlığa gelmedi ki!

Gerekli olan şey sıradan insanın gayretli, samimiyeti ve yola koyulması, ilk adımı atmasıdır. O zaman yüce Allah’ın, görevini yapanlara yönelik vaadi devreye girer. Okuyoruz:

“Oysa eğer onlar kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, bu haklarında hayırlı ve güvenceli bir tutum olurdu.”

Görüldüğü gibi insana düşen sadece yola koyulmak, ilk adımı atmaktır. Arkasından yüce Allah’ın yardımı, yola devam etmeyi güvenceye bağlayan

desteği imdada yetişir. Bunu büyük mükâfat izler, onu da doğru yola iletmek izler. Yüce Allah doğru söylemiştir. Allah kullarını -haşa- aldatmaz, onlara yerine getirmeyeceği vaadlerde bulunmaz, onlara sadece doğru olanı söyler. “kim yüce Allah’tan daha doğru sözlü olabilir?!” (Nisa Suresi, 87)

Yalnız bu sistemin kolaylığı “istisnai kolaylık (ruhsat)” demek değildir. Yani bu dindeki istisnai kolaylıkları bir araya getirerek sırf bunların toplamını hayat sistemi haline getirmek değildir vurgulamak istediğimiz kolaylık. Bu dinde normal emirler (azimetler) de vardır, istisnai kalaylıklar (ruhsatlar) da. Normal emirler asıldır, istisnai kolaylıklar geçici şartlar içindir.

Kimi zaman bazı samimi ve iyi niyetli dâvetçiler, insanları bu dine çekebilmek için bu “istisnaî kolaylıklar”a sarılırlar, onları bir araya getirerek meydana getirdikleri toplamı insanlara din diye sunarlar, arkasından onlara “Bakınız, bu din ne kadar kolaydır” derler! Bir de bazı yağcılar var. Bunlar devlet yetkililerinin ve halk yığınlarının ihtiraslarını pohpohlamak, keyfi doyuma erdirmek peşindedirler. Bu amaçla İslâm’ın hükümleri ve nassları arasında “sızma noktaları” ararlar ve bulabildikleri bu sızma noktalarının toplamını din diye ortaya koyarlar.

Bu din ne odur ve ne de budur. O normal emirleri ile ve istisnai kolaylıkları ile (azimetleri ve ruhsatları ile) parçalanmaz bir bütündür. O bu niteliği içinde insanlar için kolaydır, sıradan insan eğer gayret ederse onun gereklerini yerine getirebilir ve insan oluşunun sınırları içinde kendine özgü kemal, olgunluk derecesinin son noktasına ulaşabilir. Tıpkı aynı bahçede yetişen meyvaların, kendilerine özgü olgunluğa ermeleri gibi. İçinde üzüm, şeftali, armut, dut, incir ve salatalık yetişen bir meyva bahçesi düşünelim. Bu meyvaların hepsinin tadı aynı olmaz. Ama bu meyvalardan herhangi biri kendine özgü olgunluk düzeyine erince, tadı bir başka meyvadan azdır diye, “olgunlaşmadı” hamdır denemez.

Bu dinin bahçesinde bakla da, salatalık da, zeytin de, nar da, elma da, ayva da, üzüm de, incir de yetişir ve hepsi de olgunlaşır. Tatlıları ve sululuk oranları farklı olur, ama hepsi de olgunlaşır, kendileri için mümkün olan kemal derecesinin son noktasına ulaşırlar.

Bu Allah’ın tarlasında, Allah’ın gözetimi altında ve Allah’ın sağladığı kolaylıklar eşliğinde gerçekleşen bir ilâhi üretim sürecidir.

Sıra bu dersin sonunu oluşturan iki ayete geldi. Bu iki ayette ruhlarda, gönüllerde çok sevilen bir nimetin, tatlı bir hazzın özlemi, coşkunluğu ve cazibesi canlandırılıyor. Ahirette peygamberler ile, dosdoğrularla (sıddıklarla) şahitlerle ve diğer seçkin iyi kullarla bir arada olma nimeti ve hazzı. Okuyoruz:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.