sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 71. VE 73. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 71. VE 73. AYETLER ARASI
06.01.2020
712
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

SAVAŞ İÇİN HAZIR OLUN

71- Ey müminler savaş hazırlıklarınızı yapınız ve sonra da ya bölük bölük ya da hep birlikte savaşa çıkınız.

72- İçinizde bu görevi gayet ağırdan alanlar var. Eğer bir musibet (başarısızlık-yenilgi) ile karşılaşırsanız `Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım’ der.

73- Buna karşılık Allah size bir zafer kazandıracak olursa sanki daha önce aranızda hiçbir tanışıklık, hiçbir dostluk yokmuş gibi `keşki ben de onlarla birlikte olsaydım da ben de büyük başarıya erseydim’ der.

Bu, iman edenlere yönelik bir tavsiyedir. Metodlarını belirleyen ve yollarını aydınlatan yüce Önderlik makamından bir tavsiye… İnsan Kur’an’a başvurduğunda hayret eder. Kişi bu kitabın, -genel anlamda- müslümanlara “savaş stratejisi” olarak bilinen genel bir savaş taktiği belirlediğini görecektir. Bir başka ayette ïman edenlere şöyle demektedir: “Ey iman edenler size yakın bulunan kafirlerle savaşın, sizde şiddet bulsunlar” (Tevbe Suresi, 123). Kur’an burada, İslâmî hareketin genel plânını çizmektedir. Şu ayette ise, iman edenlere: “…Savaş hazırlıklarınızı yapınız ve sonra da bölük bölük ya da hep birlikte sava a çıkınız” demektedir. Burada da uygulanacak planın ya da “taktiğin” bir yönünü açıklamaktadır. Enfal suresindeki ayetlerde ise bu taktiğin başka yönleri anlatılmaktadır. ” . Şayet onları savaşta yakalarsan; yapacağın baskı ile arkalarındakini dağıt, belki düşünürler”. (Enfal Suresi, 57)

İşte böyle. Müslümanlara sadece bazı ibadetleri, sembolleri öğretmiyor. Dini bu şekilde miskince algılayan bazı insanların düşündüğü gibi sırf bazı görgü kuralları ve ahlâk ilkelerini de bildirmiyor. Müslümanın hayatını bir bütün olarak ele aldığını ve insan hayatının karşılaştığı tüm pratik koşulları karşıladığını görüyoruz. Bu yüzden insan hayatı üzerinde, eksiksiz bir tasarruf yetkisi istemektedir. Müslüman ferdin ve toplumun bir bütün olarak hayatının bu metodun ürünü ve onun tasarrufu ile direktifleri altında olmasından başkasını kabul etmemektedir. Daha açık bir ifadeyle müslüman fert ve toplumun; hayatları için değişik hayat metodlarını, sembolik davranış, kulluk, ahlâk ve görgü kuralları için Allah’ın kitabını ekonomik, toplumsal, siyasi ve uluslararası işlemler için de başka birinin kitabı ya da mutlak anlamda insan düşüncesinden kaynaklanan ayrı bir metod edinmesini kabul etmemektedir. Kuşkusuz insan düşüncesinin görevi; -bu surenin geçen dersinde yüce Allah’ın çizdiği şekilde- yenilenen hayat olaylarına ve gelişen sorunlara uygun ayrıntılı hükümleri ve hayat düzenlerinin tümünü Allah’ın kitabından almaktadır başka değil. Aksi takdirde imandan ve İslâmdan söz edilemez. Bu durum, daha başka imanın ve İslâm’ın varolmadığını göstermektedir. Çünkü başka din uyduranlar hiçbir zaman iman etmiş sayılmazlar. İslâm’da en başta söylenen Allah’tan başka hükmeden yoktur, O’ndan başka kanun koyucu yoktur anlamlarına gelen “Allah’tan başka ilâh yoktur” şehadet cümlesi ilk kabul edilen ilkedir. Bunun aksine davranış kişilerin İslam’ın temellerini kabul etmediklerini göstermektedir.

İşte bakın Allah’ın kitabı müslümanlara, uygulayacakları ve o zamanki konumları gereği dışarıdan bir çok düşman, içerden de münafıklar ve müttefikler yahudiler arasındaki varlıklarına uygun düşen savaş taktiklerinde bir yönünü çizmektedir. Önce onları uyarıyor:

“Ey müminler savaş hazırlıklarınızı yapınız.”

Topluca düşmanlarınıza karşı hazırlıklı olun. Özellikle, ayette sonra sözü edilecek olan safta cihad konusunda ağır davranan ajanlara karşı uyanık olun.

“… Ya bölük bölük ya da hep birlikte savaşa çıkınız.”

Ayette geçen -Subât- kelimesi -Subeh- kelimesinin çoğuludur ve topluluk anlamına gelmektedir. Kastedilen mana, `Teker teker cihada çıkmayın’dır. Savaşın gerektirdiği şekilde küçük birlikler veya bütün bir ordu şeklinde çıkınız. Çünkü her tarafa yayılmış düşmanlar sizden tek başına çıkmış olanları avlayabilirler. Bu düşmanlar hele bir de İslâm cemaati maskesini giymişlerse. Nitekim bu düşmanlar, münafık ve yahudilerin şahsında Medine’nin kalbine yerleşmişlerdi.

CİHADI AĞIRDAN ALANLAR

“İçinizde bu görevi ağırdan alanlar var. Eğer bir musibet (başarısızlık-yenilgi) ile karşılaşırsanız `Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım’ der.”

Buna karşılık Allah size bir zafer kazandıracak olursa sanki daha önce aranızda hiçbir tanışıklık hiçbir dostluk yokmuş gibi `keşki ben de onlarla birlikte olsaydım da ben de büyük bir başarıya erseydim’ der.”

Düzenli birlikler halinde ya da hep birlikte çıkın, kiminiz savaşa çıkarken -şu anda olduğu gibi- kiminiz de ağır davranmasın. Her zaman hazırlıklı olun. Sadece dış düşmanlara karşı değil, aynı şekilde oyalanan, ağır davranan ve geride kalan kişilere karşı da uyanık olun. Bunlar ister kendilerini oyalasınlar -yani oturup ağır davransınlar- ister başkalarını da beraberlerinde oyalasınlar fark etmez. Geride kalıp ağır davrananların yapa geldikleri şey hep budur..

Buradaki “Leyebtıenne” kelimesi, ağırlığı ve telafuzu zor olması bakımından seçilmiştir. Gerçekten dil, bu kelimenin harflerini ve vurgusunu sonuna kadar telaffuz etmekte son derece zorlanmaktadır. Çünkü kelimenin zorluğu sona doğru daha bir artmaktadır. Kuşkusuz bu kelime vurgusundaki bu zorluk ve ağırlık beraberindeki psikolojik hareketi eksiksiz bir şekilde tasvir etmektedir. Bu da tek bir kelimeyle bütün durumu çizen Kur’an’ın edebi tasvirinin eşsiz örneklerindendir.’

“İçinizde bu görevi ağırdan alanlar var.” cümlesinin yapısı, “sizden” ağır davranan -müslüman sayılan- bu kişilerin, ağırdan alma işini eksiksiz yerine getirdikleri, bunda ısrar ettikleri ve bu konuda çaba sarf ettiklerini göstermektedir. Bu da cümlede çeşitli tekit yöntemleriyle ifade edilmektedir. Bütün bunlar bu grubun ağırdan almayı ısrarla sürdürdüğünü, bu durumun müslüman safta olumsuz etki bıraktığını ve müslümanlara çok çektirdiğini göstermektedir.

Bu yüzden ayet, özelliklerini ortaya çıkaran projektörünü onların üzerine ve ruhlarının içlerine tutmakta ve`Kur’an’ın olağanüstü tasvir yöntemiyle iğrenç hakikatlerini çizmektedir.

İşte bütün sebepleri, özellikleri, davranış ve sözleriyle onlar… İşte onlar, bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmişlerdir. Mikroskop altına konulmuş gibi niyet ve sırlar, sebep ve etkenler birer birer ortaya çıkarılmıştır.

İşte onlar Resulullah döneminde ve her zaman ve mekandaki durumlarıyla. İşte onlar, zayıf ve renkten renge giren münafıklar… Aynı zamanda küçük değerlerin adamı… Doğrudan kişisel çıkarlarından daha üstün bir gaye, sınırlı ve küçük kişiliklerinden daha yüce bir ufuk tanımazlar bunlar. Bütün dünyayı bir tek eksen etrafında döndürürler. Bu eksen de bir an bile unutmadıkları kendi kişilikleridir.

Onlar. ağırdan alırlar, son derece yavaş davranırlar. Meşhur deyimiyle “değneği ortasından tutmak” için niyetlerini de açıklamazlar. Kâr ve zarara ilişkin düşünceleri, tam da zayıf ve zelîl münafıklara yakışır bir düşüncedir.

Savaştan geri kalırlar… Şayet mücahidler bir sıkıntıya uğrasa, ya da bir imtihandan geçseler, geride kalanlar sevinmeye başlarlar. Cihaddan kaçışlarını ve imtihandan kurtuluşlarını bir nimet sayarlar.

“Eğer bir musibetle karşılaşırsanız, `Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım’ derler.”

Geride kalıp kurtulmalarını emrinden çıkıp oturdukları Allah’ın, kendilerine bahşettiği dini bir nimet saymaktan utanmazlar. Oysa böyle durumlarda kurtuluş hiç bir zaman Allah’ın nimeti sayılamaz. Çünkü emrinden çıkmakla, Allah’ın nimetine ulaşılmaz, görünürde bu durum kurtuluş gözükse de…

Evet, bu hâl bir nimettir Allah ile ilişkileri bulunmayanların yanında… Yüce Allah’ın kendilerini niçin yarattığı kavrayamayanların ve emrine itaat etmek ve hayat metodunu yeryüzünde gerçekleştirmek suretiyle Allah’a kullukta bulunmayanların yanında. Karınca gibi ayaklarının altındaki şeyden yüce ufuklara kadar hiçbir şeyi algılamayanların yanında nimettir kaçış. Allah yolunda, O’nun hayat metodunun gerçekleşmesi ve O’nun sözünün yücelmesi için cihad anında başa gelen musibetin bir üstünlük ve Allah’ın seçmesiyle olduğunu algılamayanların yanında nimettir. Kuşkusuz bu üstünlüğü yüce Allah, onları dünya hayatında beşerî zaafların üzerine çıkarmak ve yüce bir hayatla onurlandırarak dünyaya bağımlılıklarından kurtarmak için kullarından dilediğine özgü kılar. Çünkü hayat onlara değil, onlar hayata hükmederler. Bu kurtuluş ve yükselme ile yüce Allah, onları ahiret günü şehidlerin makamında kendi yakınında bulunmaya lâyık görmektedir.

Kuşkusuz bütün insanlar ölürler; Ancak, şehidler sadece Allah yolunda şehadete ererler. Bu da Allah’ın büyük bir lütfudur.

Ancak diğer durum söz konusu olursa… Allah’tan gelecek herşeyi kabullenmeye hazır bir şekilde savaşa çıkan mücahidler galip gelirlerse… Zafer ve ganimet elde ederek Allah’ın diğer lütfuna nail olurlarsa… İşte pişmanlık duyarlar. Tabii ki, kâr ve zarara ilişkin kısır ve küçük anlayışlarına göre kârlı…

“Buna karşılık Allah size bir zafer kazandıracak olursa sanki daha önce aranızda hiçbir tanışıklık, hiçbir dostluk yokmuş gibi `keşki ben de onlarla birlikte olsaydım da ben de büyük bir başarıya erseydim’ derler.”

Onlar, ganimet ve sağ salim dönüş gibi küçük başarıları “büyük başarı” olarak değerlendirirler. Mü’min ise, ganimet ve sağ salım dönüşü kötü karşılamaz, aksine bunları Allah’ın takdiri olarak algılar. Mü’min bela istemez, ancak Allah’tan sağlık-afiyet nasip etmesi dilenir. Bununla beraber mü’minin genel düşüncesi, Kur’anî ifadenin kötüleyici ve nefret ettirici bir şekilde ortaya koyduğu, cihaddan kaçan insanların düşüncesinden farklıdır.

Kuşkusuz mü’min belâ istemez, aksine Allah’tan sağlık ve esenlik ister. Ancak cihada çağrıldığında -ağırdan almadan- cihada çıkar. Allah’tan iki sonuçtan birini isteyerek çıkar: Zafer ya da şehadet. Her ikisi de Allah’ın lütfudur. Her ikisi de büyük başarıdır. Ya Allah ona şehidlik nasip eder. O da Allah’ın kendisine verdiğini hoşnutlukla kabul eder ve Allah’ın katındaki şehitlik makamıyla sevinir. Ya da ganime; ve sağ salim geri dönüşü nasip eder. O zaman da Allah’ın lütfuna karşı şükreder v°e Allah’;n yardımıyla sevinir. Bu sevinç ölmeden döndüğü için değil…

İşte bu, yüce Allah’ın müslümanların yükselmesini istediği ufuktur. İçlerinde yaşayan ve cihada karşı ağır davranan grubun nefret ettirici tablosunu çizip,safta üslenen oyalayıcı kişileri ortaya çıkarırken onlara karşı uyanık olmalarını sağlamaktadır, düşmanlarına karşı uyanık olmaları gerektiği gibi…

O zaman müslüman kitleye yönelik bu sakındırma ve uyarının ötesinde, Kur’an’ın bu birkaç kelimesinde her zaman ve mekanda görüle gelen bir insan tipi çizilmektedir.

Müslüman kitle, bu gerçeği sürekli bünyesinde barındıracaktır. Buna göre safta her zaman benzeri kişiler bulunacaktır. Ancak ümitsizliğe düşmemek lazım, hazırlıklı olup yola devam etmek gerekir. Eksiklikleri tamamlamak, zaafları tedavi etmek, adımlar, duygu ve hareketler arasında uyum sağlamak için sürekli bir eğitim, direktif ve çaba zorunludur.

DÜNYAYI AHİRET KARŞILIĞINDA SATANLAR

Daha sonra ayetlerin akışı, ağırdan alıp toprağa bağlananları bu bataklıktan çıkarıp kurtarmakla sürüyor. En iyiye ve en kalıcıya yani ahirete yönelme duygularını canlandırıyor. Dünyayı satıp karşılığında ahireti satın almaya yöneltiyor. Her iki durumda da onlara Allah’ın lütfunu ve iki sonuçtan biri vaad ediliyor: Zafer ve Şehadet…

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.